Çip-Batarya-Virüs Çağında… Yeni Doğu-Batı Savaşı, Yenilenen Dünya Sistemi

2000’leri tanımlarken hangi kavramlarla adlandırılacağı merak konusuydu. Önceki asırlar din-akıl yanında tüfek, barut, veba, çelik, mikrop, kaygı, bilgi, devrimlerle beraber pek çok teknik-teknolojik ve psikolojik kavram yakıştırılarak isimlendirildi. 20. yüzyıl petrol çağıydı bir bakıma, dünya savaşlarını da bu asra eklemek mümkün, enerji ve hammadde ikmali-sömürüsü zamanın acımasızlığını anlamlandırıyordu. 21. asır internet, bilgi, teknoloji, yapay zeka, sanal, terörizm, güvensizlik, kaygı-korku, empati, tüketim, hız-haz kavramlarıyla anıldı.

2000’lerin ilk çeyreği kapanırken iklim ve çevre meselelerinden salgınlara, enerji ve üretim açığından siyasi kamplaşmalara, yeni teknolojilere kadar pek çok unsurun ötesinde görünen o ki aslında çip-batarya-virüs-salgın çağındayız.

Fosil yakıtların miadının doldurmasını istiyor küresel burjuva… Anglo-Sakson dünya otomobil ve öteki ürünlerde elektrik teknolojisini geliştirdi. Burada kritik enerji kaynağı batarya. Çin bu teknolojinin erken dönemlerde en kalitelisini üretmeyi başardı fakat otomobil devi Almanya gelenekselliğini aşamadığı için bu treni şimdilik kaçırdı. Batarya, hammadde temininden işlenmiş haline kadar büyük çatışmaların ve sermaye aktarımlarının merkezine yerleşiyor. Buna çipi de eklemek gerekir.

 

Çip-Batarya-Salgın

Salgınla ortaya çıkan üretim ve dağıtım krizinde çip kullanan teknolojik cihazlarla asıl, otomobillerin temininde, fiyatlandırılmasında ciddi sorunlar yaşandı. ABD’li Pelosi’nin Tayvan ziyaretiyle yükseltilen kriz neticesinde dünyadaki çiplerin dörtte üçünü imal eden Tayvan’a çipin ana maddelerinden silisyum ihracını durduran Çin, 20. yüzyılın petrol buhranlarına benzer yeni bunalımların fitilini ateşledi. Çip, enerji kadar yeni teknolojilerin ana maddelerinden biri. Haliyle yüksek maliyetlerin yanında küresel çatışmalarda da çipler her zaman yaptırım nesnesi olarak kullanılacak.

Zaten bu asır başlarken Sars, domuz ve kuş gribiyle başlayan, Ebola ve Koronayla devam eden salgınlar, virüsler yalnız insanların sağlığını değil küresel siyasi sistemi ve iktisadi düzeni de alt üst etmeye yetti. Asrın ilk çeyreğine bakılınca batarya eksenli her tür enerji kaynağı, çip ve dijital teknolojilerle, virüslerle salgınlar iktisadi düzenleri, küresel siyaseti, toplumsal ilişkileri, devletlerin siyasi içe kapanıklığıyla küresel süreçleri bir arada yürütme tavırlarını, psikolojinin daha da öne çıkmasını belirleyecek.

İster tüfek ve barut, sanayileşme ve aşının bulunması, petrol ve kaygı olsun isterse batarya, çip, salgınlar dünya sisteminin değiştikçe aynı kalan varoluşunu aynen devam ettirdiğini gösteriyor. Kapitalist dünya sisteminin temel kurgusu 17. yüzyılın sonralarından itibaren aynı; dünyadaki zenginlikleri kıta Avrupası’na taşıyıp burada müreffeh bir medeniyet inşa edip yeryüzünün geri kalanında bölgesel ekonomik ve siyasi istikrar adaları kurma, Avrupa’yı birinci sınıf ve insan görürken Batı dışını ikinci sınıf temellendirme, çağın teknik ve bilimine uygun yeni üretim-tüketim araçlarına sahip olup onları besleyen hammaddeleri ele geçirme usulü, aktörler, araçlar değişse de işleyiş bu düzenekteki gibi devam ediyor.

Dünya sistemindeki cari sorunların, tekniğe bağlı çevre problemlerinin temel kaynağı Avrupa medeniyetinin kendi çelişkilerinin derinleşmesi, genişlemesidir. Sistem sıkıştıkça, anlam üretemedikçe, insanlar arasındaki huzursuzlukları karşılayamadıkça yeni çatışma alanları yaratıyor. Soğuk Savaş’tan sonra yeni bir doktrine geçemeyen sistem, neoliberalizmin çıkmazlarının artmasıyla ciddi bir revizyona gidiyor. Ekonomik dengeleri şimdilik korumak kaydıyla siyasal alanı yeniden kurguluyor başta ABD ve küresel güçler. Anlaşılan o ki reel, somut düşmanlar yaratılmadan düzen düzgün çalışmıyor. Tarihin Sonu’ndan sonra İslam’ı düşman belirleyen kapitalist merkez Müslümanlardan sahici bir öteki kurgulayamadı. İslam düşmanlığı Doğu’nun kendine gelmesini, sessiz ve derinden güçlenmesini sağladı. Şimdi Trans-Atlantik, Müslüman dünyanın aksine iktisaden güçlü, askeri bakımdan kapasiteli bir karşı cepheyi bulmuş, kurmuş durumda.

 

Yeni Savaşın Tarafları

Yeni bir Soğuk Savaş için saflar tek tek beliriyor. Bunun soğuk mu yoksa sıcak mı olacağı şu an netlik kazanmadı.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, komünizm hinterlandının Rus İmparatorluğu şuuruyla birleşmesinden ileri gelirken bir Doğu fikrini de besliyor. Slavcılığın Balkanlarda Sırpları, eski krallıklarını diriltme fikrine götürmesi, Ukrayna’nın Avrupa ile Rusya arasındaki eşik vazifesi Ukrayna’nın ulus inşasını, AB’nin ve NATO’nun birleşmesini, Almanya’nın silahlanma harcamlarını artırmasını, başta Almanya olmak üzere, Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığının Rusya ambargosuyla yarattığı çelişki, ABD’nin Çin ile beraber Rusya’yı tehdit hanesine yazdırdı.

İngiltere ve ABD, Anglo-Sakson blok AB’yi de köşeye sıkıştırırken Almanya ciddi yaralar aldı. İhtiyar Alman nüfusu ve aklı, yeni elektrikli teknolojilere bigane kaldı. Merkel her ne kadar istikrar abidesi ülke vasfını devam ettirse, AB’nin patronu büyük dev makineyi etkin çalıştırmayı başarsa da enerji, yeni teknolojiler sahasında gerekli atılımı ve öngörüyü gerçekleştiremedi. Bu da beraberinde üretim kırılmalarını tetikledi. Almanlar, Ruslardan çok İngiliz-ABD yapımı enerji krizini çözmeye çalışır, ilk kez 2022’de dış ticaret fazlası veremezken bir taraftan da Rus tehlikesini fırsat bilip silahlanmayı katlamanın derdinde.

2. Dünya Savaşı’nın aktörleri 11 Eylül’den itibaren 2008 krizi ve salgın ile yeniden güçlenme ivmesine girdiler. İngilizlerin Brexit ve geleceği kaldıramayacağı belli Başbakan’ı Boris Johnson’ı devre dışı bırakarak… Almanlar silahlanarak… Japonlar da Anayasalarındaki bağları çözüp ordusunu kurarak… Hindistan Rusya ve Çinle ilişkileri ABD hilafına sürdürerek… Rusya, askeri nüfuz alanını güçlendirerek… Çin devasa üretim ağını sorunsuz işleterek ABD’nin ve küresel burjuvanın tekelini kırmak için atak yapıyor. Fakat ABD, Suriye gibi yerlerde rahat pozisyon sağlasa da Rusya’nın yayılmacılığı ve enerji tekelini artırmasına, Çin’in “huzurlu büyüme” ile ABD ekonomisinin üstüne çıkmasına, Almanya’nın AB aparatıyla Avrupa bilincini yeniden kurup başa geçmesine, Japonya’nın ABD’nin Silikon Vadisi misyonunun dışına çıkıp yeniden ordu kurarak 2. Dünya Savaşı’nda kaldığı yerden devam etmesine, Hindistan’ın stratejik ve güvenlik alanlarında Rusya ile yakınlaşmasına alenen savaş açmış görünüyor. Almanya, Rus yaptırımlarına karşı enerji tedarikiyle, Japonya eski Başbakanları Abe suikastının özeleştiri süreciyle, Rusya çıkmaza giren Ukrayna ve yaptırımlarla yola getirilmeye çalışılıyor.

Açıkçası ABD, İngiltere’nin koşulsuz desteği ve Rus tehlikesinden mülhem genişletilmiş NATO ile ciddi bir “Demokrasi Bloku” kurdu. Rusya ve İran’ın mevzideki doğal yerini Çin ile tamamlamak isteyen ABD, silaha sarılmaktan imtina eden, dev üretim hacmini korumaya niyetli Çin’i karşı bloka Pelosi’nin Tayvan provokasyonuyla yerleştirdi. Elinden geldiğince Çin’in emperyalizmini imalat, kredilendirme ve dünyadaki stratejik mevkileri devralarak sağlayan politikasını kırıp askeri boyuta taşımak, zayıf Çin ordu geleneğini kullanarak onları “kıyamete zorlamak” ABD’nin temel siyaseti. Tayvan provokasyonuyla bunu büyük oranda başardı da… Ukrayna işgalinde Rusya’ya destek vermekten imtina eden Çin’i adım adım Yeni Soğuk Savaş’ın “Otokratlar Bloku”na yerleştiriyor.

Çin ve Rusya’nın çok kutuplu küreselleşme ile dünya sisteminden daha çok pay alma taleplerine hatta meydan okumalarına ABD ve İngiltere merkezli Anglo-Sakson akıl ve küresel burjuva, bir taraftan müttefikleri Almanya-Japonya-Fransa-Avustralya’ya ayar vererek öte taraftan pastadan daha çok pay isteyen Rusya-Çin-İran-Hindistan’ı karşı mevziye yerleştirerek yeni bir savaşı hazırlıyor. Bu tarih çağlarının temel ontolojisi Doğu-Batı çatışmasının yeni bir türü. Soğuk Savaş ile benzeri görülen, Medeniyetler Çatışması ile din eksenli yürütülen Doğu-Batı savaşımını kapitalist merkez yine dağınık çevrenin, Doğu’nun aksine sistematik ve stratejik boyutta yürütüyor.

Avrupa ve Batı medeniyeti, 1970’lerde güçlenen neoliberalizmin özellikle siyasi tezlerinin çökmesi, iktisadi çelişkilerinin yine ve yeniden derinleşmesiyle yüzleşerek yeni bir düzene yöneliyor. Her ne kadar Türkiye’deki Marksistler, Çin’in devlet kapitalizmini, Rusya’nın Çar İmparatorluğu eksenli Sovyet deneyimini “Marksizmin dönüşü” diye okumak isteseler, neoliberalizm kapitalist merkezden çevreye her devlet ve toplumda derin rahatsızlıklar ve buhranlar çıkarsa da hala rakipsiz, hala alternatifsiz.

Marksizmin döndüğünü savunanların Lbgt, çevre, feminizm gibi kültürel yönelimlerin ötesinde alternatif iktisadi ve siyasi teklifleri yok. Müslüman dünya Çin gibi küresel pastadan pay almanın ötesine geçip alternatif fikrini İslam’ın bariz ekonomik ve siyasi iddiasına rağmen geliştirmeyi aklına bile getirmiyor. Bu rakipsiz atmosferde dünya sistemi yeni doktrinini hayata geçirecek kurguları da gerçekleştiriyor. Tüm hatalarına, çelişkilerine, bozuk düzenine rağmen…

 

Çelişkilerin Doğurduğu Yeni Düzen

Doğmakta olan yeni düzen “demokrasilerle otokrasiler” arasındaki çatışmaya dayandırılsa bile Batı da güçlü devletlere yöneldi. Zaten İslam-yabancı-göçmen düşmanlığına, 2008 sonrasındaki krizle başlayan rahatsızlıklar, salgındaki güvenlik endişesi ve istisna halinin doğurduğu güçlü devlet fikri eşlik etti.

Avrupa’nın etkili ve kuvvetli liderlerden yoksunluğu, 2008 ve 2018 sonrası ekonomik krizler, Suriye-Libya-Afganistan, Doğu Akdeniz gibi yerlerde istikrarın sağlanamaması etkin bir Batı modelinin açığa çıkmamasına yorulmuştu. Neoliberalizmin çelişkileri artık salgın konjonktüründe tolere edilemeyecek boyutlara ulaştı. Yerli üretimlere geçme eğilimleri, devlet mekanizmalarını güçlendirme, ortaya çıkan enflasyonu karşılayabilme, salgında duran ekonomileri canlandırma, istihdam için büyük destekler eklektik bir modeli mecbur kıldı.

Çünkü ekonomiler büyüdükçe alım gücü azalıyor.

Klasik Keynesyen uygulamada iktisadi buhranları yatırımla aşma stratejisi neoliberalizmde “borçlandırarak”, kredilerle karşılanma yoluna gitti. Fakat borçlandırma, kanser hücrelerinin sürekli metastaz yapmasına, bastırılmış rahatsızlıkların daha büyük sorunlar açmasına yol açtı. Bunun yanında çevre felaketlerinden, iklim değişikliklerine kadar bir dizi afet de yine Batı kapitalizminin tolere edilemeyecek zararları hanesine kaydedildi.

FED Başkanı Bernanke ABD’nin ithalatını dolar basarak karşılama usulü geliştirip, küresel krizi bir nebze bastırsa da bu da yapısal buhrana çare olamadı. Enformasyon akışı, dijitalizm konfor alanını genişletirken onarılması güç yapısal, toplumsal ve şahsî sorunlara da yol açabiliyor. Çok Uluslu Şirketler Çin’den Tayvan’a yeryüzünde istedikleri yerde rahatlıkla üretim bantları açabiliyor. Şirketler artık enteresandır değişen siyasi dengeler yüzünden artık kendilerine yeni mekanlar bakıyor.

Theatcheryen “toplum diye bir şey yoktur, insanlar sorunlarını devlete başvurmadan kendisi çözmeli” kanaati neoliberal dönemde devletleri zayıflatırken küresel şirketleri güçlendirdi, devletin ağırlığını azaltan doktrin nihayetinde bireyleri burjuvanın kölesi yaptı. Salgın konjonktüründe Theatcher’in reddettiği toplum ve birey-devlet ilişkisi, Keynesyen sosyal devlet hatırlandı, arandı, devletle beraber güçlendi. Küresel şirketlerin yargı koyan, yasa belirleyen, iktidar getirip götüren etkinliği de salgın sürecinde tavsadı.

Liberal demokrasiler 1980 sonrasında pervasız bir postmodern hakikatin çoğulluğu, çoğunlukçuluk geliştirmişlerdi. Heterojen toplum tasavvur ederken bireyleri homojen küresel burjuvanın eline teslim eden bu radikal demokrasi aynı zamanda tikelleri güçlendirme adına onları da bastırıyordu. Nihayetinde milliyetçiliği, devleti, kamuyu küçümser, yok etmek isterken tikelleri tümelin üstüne çıkaran söylemiyle 2000’lerin ortasında Avrupa ve ABD’de milliyetçilikleri, linçci ırkçılığı patlattı.

Beraberinde 2010’lardan sonra da güçlü devletleri küresel şirketlerin karşısında yerleştirerek tüm tezlerini inkar ettirecek bir siyasal alanı kurdu. Buna ek, milliyetçi, güçlü devletçi anlayışa lider profilleriyle eşlik edemedi. Amorf, soft liderler Fransa’da, İngiltere’de, Yunanistan, İtalya hatta ABD’de kendini gösterdi. Bu aşamada Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da Putin, Çin’de Şi, Almanya’da Merkel tecrübeyle etkililiği birleştirerek öne çıktı.

Siyasette kazancın düşüklüğü, sosyal medya yüzünden mahremin tükenmesi, hem ekonomik hem bireysel gayrı meşrunun Batıda sosyal medyaya kolaylıkla yansıması kaliteli ve ehliyetli isimlerin çok para veren ve mahremiyeti gözeten şirketlerde kalmasına neden oldu. Bu da Batıdaki zayıf liderleri ortaya çıkardı. Ayrıca radikal demokrasi, zayıf devlet ilkesi, küresel kültürün gücü beceriksiz, iradesiz liderlere yol verdi.

Elbette Batı devlet mekanizmasında sistemin karizmadan önce gelmesi, güçlü Anayasal yapılar, denetleme, kurumların çalışması da etkili liderliği baskıladı. Ne derece zayıf iradeli, inisiyatif alamayan, öngörülü olamayan liderler görünse de işleyen sistemler Avrupa ve ABD’yi yerini muhafaza etmesini sağladı. Amorf liderler aynı zamanda devlet mekanizmasını kendiliğinden güçlendirdi de… salgında güvenlik zaafları, otorite ve devlet istisnacılığının önemini gösterdi. Düzenleyici otoritenin hatta güvenlik öncelikli devlet varlığının ehemmiyeti Giorgio Agamben ile Jan Luc Nancy gibi Avrupalı tanınmış iki entelektüel arasındaki tartışmalara da yansıdı. Radikal özgürlüğünü kullanıp karantinaya uymayan hür Avrupalı salgını yaydıkça bu kendisi de hasta olan Nancy’i rahatsız etti.   Agamben’e bu kaygılarını sarih biçimde ifade etti. Agamben ise devletlerin karantina tedbirlerini istisnayı uygulamak için kullandığını iddia edip karşı çıktı.

Neoliberal siyasallığın ve iktisadi politikaların en cezri şekilde uygulanması zıddını doğurdu. Kapitalist merkez bile burjuvanın bu derece güçlenip devletleri tahakkümüne almasına rıza gösteremedi.

Batı medeniyetinin 18. yüzyıldaki hali de bugünkü versiyonu da bir bakıma aynı. Teknik, teknoloji, imkanlar, üretimler, kültürler farklılaşsa bir doğrusal ilerleme gerçekleşse de sonuçlar yine aynı.

Salgınlar bitmiyor mahiyet ve form değiştiriyor. Gelir dağılımı bozuklukları giderilmiyor tam tersi artıyor. Adaletsizlikler, tekeller, ayrıcalıklar bitirilmiyor aksine güçlendiriliyor. Doğa her zamankinden daha çok zarar görüyor. İnsan ömrü uzuyor ama huzur-güvenlik-refah yükselmiyor. Savaşlar bitmiyor aksine çoğullaşarak, farklılaşarak artıyor. İsimleri değişse de tedavi edilmeyen ölümcül hastalıklar hala çok yaygın.

Dünya sistemi bugün yeni bir doktrinin eşiğinde… Klasik Batı blokunun, “demokrasi”lerin karşısına otokrasiler yerleştiriliyor. Neoliberalizmin açtığı yaralar derinleşirken bir dönemin tezlerinin tam aksi istikametinde gelişmeler görülüyor. Doğu-Batı savaşında yeni bir aşamaya geçiliyor. Küresel etkileşimler, geçişkenlikler, ticaret ve savaşlar yine aynı dozda yaşanırken, Batı yeni bir hegemonya için safları belirginleştiriyor. Dün çelik, tüfek, barut, sanayi, petrol için çıkan çatışmalar bugün batarya, çip, gaz yüzünden gerçekleşiyor. Dünya dijital tekno-kültürün etkisiyle değişmiş görünse de aslında her şey aynen sürüyor.