Rakip ve alternatif kabul etmeyen bir dünya sisteminde yaşıyoruz.
Kapitalist modern dünya sistemi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küresel bir pazar inşa ederek varlığını gösterdi. Kapitalizm her zaman küreseldi; globalleşme süreci siyasal bir yekpareliği içeriyordu. Gümrük duvarlarının kaldırılması, doların rezerv para haline gelmesi esnasında Sovyetlerle ABD iki bloklu Soğuk Savaş düzenini yeryüzüne yerleştirmişti. İktisaden tüm kıtaları hükmü altında tutan kapitalizm siyasi bölünmeleri küreselleşme süreciyle nihayete erdirmek istiyordu.
Sovyetlerin yıkılmasıyla dünya bloksuzlaştı; tek kutuplu bu yeni düzende hala batı Avrupa ile Japonya İmparator ABD’nin yanında merkezi oluşturuyordu. İktisadi egemenliğin yanına ABD Tarihin Sonu ile siyasi hükümranlığı da aldı. Bu, aynı zamanda dünyada kapitalizmin mutlak fakat siyasi ve moral ayrılıkların baki kaldığını gösteriyordu. Bu yüzden Tarihin Sonu’na Medeniyetler Çatışması’nı da ekledi küresel medeniyet. Her ne kadar farklı kültürler, medeniyet havzaları bulunsa da küreselleşme ekonomik aynılık yanında toplumları, insanları “dijital köy” simülasyonuyla birleştirip monolitik kültür inşa etmeyi de başarmıştı. Küresel burjuva, siyasi ve medeniyet farklılıkları dışında iktisadi ve kültürel çıkıntılara izin vermeyeceğini beyan etti.
Çin’in Soğuk Savaş sonrası ucuz işgücü efsanesiyle büyüyüp kapitalist peykin en güçlü kolu haline gelmesi uzun 90’larda anlam ifade etmiyordu. 2000’lerde 11 Eylül Statükosu sonrası Çin kapitalizmi ile Rus İmparatorluk hülyası güçlenmeye başladıkça sisteme muhalefet gelişti. 1997 ve 2008 krizleri, 2013’te FED’in faizleri düşürerek tüm neoliberal sistemin fişini çekmesiyle yeni bir doktrin için gerekçeler, konjonktür hazırlanmıştı. ABD İmparator vasfını perde gerisine çektikçe en büyük dış ticaret ortağı ABD olan Çin ürkekliğini üstünden atarak siyasi çıkışlara başladı. Üçüncü dünya ve gelişmekte olan ülkelerin pek çoğuna tefeci yöntemlerle, kredilendirmeler, uzun dönemli anlaşmalarla soft istilalara girişen Çin’e, Rusya siyasi, Hindistan yine ekonomik çıkışlarla eklenerek “çok kutupluluğu” dillendirmeye yöneldiler.
Pasifik’te, Afrika’da, Tayvan’da, Ukrayna’da, Doğu Akdeniz’de çatışmalar ve tahriklerle çok kutuplu bir dünya için hareketlilikler yaşanıyor. Huzursuzluklar, yoklamalar, fonlamalar, vesayet savaşları çok kutuplu dünyayı doğuracak o asıl savaşı, patlamayı gerçekleştiremedi. Oysa dünya sistemi ancak savaşlarla şekillenir, belirlenir. Yalta’ya götüren süreç 60 milyona yakın insanın öldüğü 2. Cihan Harbi ile başladı. Bu yüzden çok kutuplu hale gelecekse dünya, mutlaka yeryüzüne yayılan savaşın gerçekleşmesi gerekir.
İtalyan Site Devletleri, Hollanda, İngiltere, ABD liderliğinde kapitalist dünya sistemi bugünkü haline keşiflerle, icatlarla, devrimlerle, reformlarla, büyük salgınlarla, krizlerle ve en önemlisi savaşlarla geldi.
Günümüzde gerginlikler, buhranlar, krizler yaygınlaşıp derinleşse de bunlar küresel konvansiyonel bir savaşın fitilini ateşleyemeyecek kadar silik. Tayvan krizinde bile kimse sıcak temasa yanaşmadı, Ukrayna’ya tüm Avrupa ve Batı tampon görüp destek verirken aleni ve yüklü bir silah nakliyle Rusya’yı karşısına almak istemiyor. Devletlerin yalnızca birbirlerini yokladıkları ortamda sistem değiştirecek çatışma doğmayınca çok kutupluluk isteyenlerin bilgiçliğinin bir alt yapısı kurulmamış oluyor.
Çok Kutupluluk Ama Nasıl?
Hangi şartlarda bir çok kutupluluk inşa edilebilir, temel soru burada yoğunlaşıyor.
BRICS gibi birliktelikler son günlerde parlak vaatlerle gündeme geliyor. Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin ABD dışı ekonomik yönelimleri organize ettikleri bu çatı, daha önceki örneklere kısmen benziyor. Bağlantısızlar Hareketi, komünist ya da liberal olmayan 3. Yol’cu bir kalkınma, uzlaşma ve işbirliği için bir araya gelmişlerdi. Dünya sistemi şartları içinde kalmayı kabullendikten sonra alternatif geliştirilemeyeceğini hala anlayamıyor yada böyle niyetleri yok çok kutupluluk arayışındakilerin. BRICS bu açıdan kapitalist sisteme bir alternatif geliştirmiyor, sistemin öznelerine, İmparatoru ABD’ye muhalif ve yeni güç odağı tesis etmeye yelteniyor. Bu açıdan BRICS esasında Çin’in portföyü, ABD’nin yerine geçmek için teşekkül ettirdiği baskı gücü. Zira Çin’in, Rusya’nın ya da Hindistan’ın Brezilya, Arjantin, Güney Afrika’nın küresel kapitalizme alternatif iktisadi ve siyasi modelleri yok. Üstelik Çin, Hind, Rus kapitalizmleri Batı kapitalizminden daha tekelci, köleci…
Aynı düzeni sürdürdüğü sürece, dünyaya adil gelir dağımı sunan, sömürüyü azaltan, insani yaşama ve çalışma koşullarını getiren bir büyüme teklifinde bulunmadıktan sonra ABD ile Çin’in İmparatorluk yarışı, çok kutuplu bir sistem çok da elzem görünmüyor. Bu açıdan BRICS’in ya da Avrasyacılığın öngördüğü çok kutupluluk adalet eksenli değil… bölüşümün coğrafi yer değiştirmelere dayandığı basit bir ihtirastan öteye geçemiyor.
ABD ve Batı merkezli kapitalist dünya sisteminden rahatsız olanların bir araya gelmesi, yeni üretim üsleri, ticaret merkezleri, dağıtım odakları kurmaları aynı siyasi yapı ve küresel kazanç düzeni sürdüğü müddetçe sistemin merkezinde menfi görünmez. Aksine küresel burjuva neoliberal iktisadın yeryüzünde yarattığı rahatsızlıkları, küreselleşmenin siyasi boyuttaki huzursuzluklarını çok kutupluluk arayışlarıyla dindirebilir.
Çok kutupluluk yeni bir düzen getirmez fakat cari küresel burjuvadan yük alır, baskıları gevşetir. Nitekim çok kutuplu odaklar yerlerini korumak için daha güçlü siyasi yapılara da gereksinim duyacaklar; bu yüzden güçlü bir ordu, merkezi devlet veya minimal imparatorluk modelleriyle yeni tür dijital merkeziyetçilikleri kurmak mecburiyetinde. Çin ne iktisadi yapısını belirleyen en büyük pazarı ABD’yi karşısına alabilir ne denizaşırı sahalara ulaşabilecek ordu teşekkül ettirebilir ne de asırlarca coğrafyasından çıkamadığı için emperyal özgüven çatabilir. Aynı şekilde ABD de zayıflayan Avrupa’yı hesaba katarak Çin-Rusya ile demografi, pazar, yüksek üretim dinamiği bulunan, en önemlisi çok büyük kayıplara neden olacak bir büyük savaşı göze alabilir.
Bu tarihi ve güncel dinamikler ve bileşenlerden sonra denebilir ki ticari küreselleşmeci, kapitalist modern dünya sistemini ve onun İmparatoru ABD ile merkezi batı Avrupa’yı yerinden edebilecek bir çok kutupluluk inşa edilemez. Ne iktisadi ne siyasi birikim, zenginlik, niyet, alternatif fikri ve modeli çok kutupluluk isteyenlerde bulunmuyor. Bunun yerine sistem içinde küresel burjuvanın özellikle siyasi krizlere dayalı yükünü alabilecek “siyasi çok kutupluluk” mümkün ve açıkçası sistemin ağababalarının da benimsediği bir tutum. Bu açıdan Avrasya’da, Akdeniz havzasında, Güneydoğu Asya’da Latin Amerika’da, Afrika’da oligopollere özgü birliktelikler, “kutup başları” kurgulanabilir. Bunların bir kısmını Çin kendine yakınlaştırabilecekken çoğunluğu ABD-Batı ekseninde işlev gösterecektir.
Akdeniz, İslam havasında bir oligopol-kutup mutlaka kurulmalı; buranın kutup başı için de Türkiye’den başka güç kendini kabul ettiremez. Türkiye bu açıdan Ayasofya’yı da açarak, iddialı, iradeli bir ülke olduğunu, klasik ulus-devlet reflekslerini aşabileceğini de gösterdi, belirginleştirdi.
Kabul etmek gerekir ki, bu çok kutupluluk siyasallığı ya ABD ya Çin-Rusya hamiliğinde gelişebilir. Türkiye her ne kadar “bağımsız” politika, ittifaklar ve güçler arası denge, pazarlıkçı diplomasi gibi farklı metodları uygulasa da AB-NATO ve ABD ekseninde kutup başı kalabilir. Bu iyi değerlendirilirse gelecekte “bize özgü yol” ile, yeni İmparatorluk düzeneğini de şekillendirebilir.
Şimdilik Türkiye kendi yerinden çok dünya sistemi, çok kutupluluk içindeki yerini arayabilir, belirleyebilir.
Bu yolda Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları şunlar:
Türkiye’nin Dezavantajları
• İktisadi: Türkiye Batıyla Batıyı aşmak, modernizme modernizmle cevap üretmek, kapitalizmi kapitalizmle yenmek çelişkisini sürdürüyor. 200 yıllık Batılılaşma kendine özgü bir iktisadi model üretemeden, kapitalizmi tam içselleştiremeden geçti. Erken dönemde İmparatorluğu bir hammadde kaynağı gören Avrupa bu kadar yıl ülkenin ağır sanayiye, teknoloji geliştirmeye, mamül madde ihracatına geçişine müsaade etmedi. Hala özellikle tarım ve yeraltı kaynakları hammadde ekonomisi, basit tekstil türü imalat, sıcak paraya dayalı faizci usul ekonominin ana taşıyıcısı.
Emperyalizmin, ABD dünya sisteminin BM, NATO, Dünya Bankası, IMF, kredi derecelendirme kuruluşları, G7 gibi vesayet odaklarına dayalı Türkiye’nin düzeni. Kapitalizmi ve ekonomiyi yalnızca rant üzerinden okuyabiliyoruz; arsa, hizmet sektörü, faiz gibi pek çok sahada rant ile zenginleşmeye, çarkı döndürmeye çalışıyoruz. Kalkınmayı yabancı sermayeye endeksleyen gelenek kırılmaya çalışılsa da sistemin biçtiği rol yüzünden bu sürekli sekteye uğruyor.
• Kemalizm ve Laiklik: Kutup başı olabilmek, özellikle Akdeniz havzası ve İslam toplumları coğrafyasında kapsayıcılığı gerektirir. İmparatorluk mekanizması, mirası, devlet idare geleneği buna teşne fakat devletin resmi ideolojisi, ulus devlet refleksleri Kemalizm kuşatıcılıktan, kapsayıcılıktan, dışa açılımdan, sempati ve cazibe yaratmaktan uzak. Kemalizmi yenilemeye çalışan yeni ulusalcılık ve ortacılık laiklik üzerinden dışlayıcılığı güncellemeye çalışıyor. Laikliğin Müslüman kimliğe düşmanlığı Türkiye’nin kutup başı ihtimalini azaltıyor. İslam toplumlarının tümüne, Araplara düşmanlık serdeden yeni ulusalcılık, laik-Kemalizm 1924 sonrasındaki gibi Türkiye’yi İmparatorluk ve İslam etrafında toparlanan her yapıyı düşman diye kodlayıp dışlamaya yöneliyor.
Bu bağlamda Batı ile çatışan Türk yaklaşımı müspetken, etnik ve ırkî kökenli, laik Kemalist Türk anlayışı çok büyük dezavantajı oluşturuyor.
• Kemalizmin düşmanlaştırma tutumu millet bağını, hayatını ve bütünlüğünü bozdu; modernizmle palazlanan, Kemalizmle siyasileştirilen kimlikler millet olma aşamasını sekteye uğrattı. Bölgecilik, hemşehricilik-tarikat-mezhep-etnik bağlılıkların, ideolojik çatışmaların güçlenmesi milli birliği, devlet-millet bütünlüğünü kopardı. Laiklik burada birleştiricilikten çok ayrıştırıcı rol üstlendi.
Ümmetle, millet hayatıyla bütünleşmeyi kıran kültürel, hayat tarzı farklılıklarını ortadan kaldıracak üst siyasi söylemin kurulması gerekir. Kendi düşünce sahasını, hissiyatını, kültür evrenini dejenere etmeden, bozmadan çok kutuplu siyasaya kutup başı olarak girebilecek yeni paradigma ve üst dili, evrenselleştirmeyi gerçekleştirebilmeli Türkiye.
• Çok kutuplu yeni doktrinde merkezlerden biri olabilmek için her sahada kaliteyi iş başı kılmalı. Kültür üretiminden Kültür Savaşlarına, iktisadi alternatif örnek modelden, adil bir düzene yeni paradigma, kadro, güzideleri işe koşabilmeli. Bu açıdan sağlam bir kamu düzeni, radikal kamuculuk, güzidelerin icrai kılındığı mekanizma ile dünya sisteminin yeni doktrinine hazırlık yapılmalı.
Türkiye’nin Avantajları
• Türkiye’nin İslam’a bakış açısı, kadim ve reel Türk kimliği, Batılıların ve İslam aleminin kabullendiği gibi müstakil yaşamayı öngören, temel ilke ve idealler için öne atılabilen, zalimle, küfürle, heterodoksiyle, Batı ile çatışabilen zihniyet dünyası bu toprakların en büyük kazancı, gücü. Batıdan ve her tür bağlılıktan kurtulma, kendi başına varolabilme, dünyaya nizam verme ve Allah’ın adını yeryüzüne yayma, sözünü sakınmadan söyleme gibi hasletler, yayılmacı özne ve söylem çok kutupluluk siyasasında öncülük için bariz etkili. Bobby Sayyıd’ın dediği gibi İslam ile ontolojik münasebet asıl gücümüz.
Batı rasyonalitesi ile Doğu mistisizmi arasında Hanefi-Maturidi kuşatıcılık, komplekssiz benimseme, İmparatorluğun tebaa mantığına yatkınlık bu misyona katkı verebilecek cinsten.
• Yeniyi, gücü, yayılmayı, fethi, keşfi, sahiplenmeyi, üstünlüğü sağladıkça hoşgörü göstermeyi, zenginliği, teknolojiyi seven, talep eden bir millet yapısına sahip Türkiye. Bu açıdan tüm angajmanlara rağmen reformu becerebiliyor, yeniyi entegre edebiliyor.
• Ulus devlet formunda İmparatorluk içeriğinde ve mekanizmasında bir ülke Türkiye. Biyolojik determinizmin, Batıda çok kuvvetliyken Kemalist çevreler dışında bu topraklarda meşruiyeti yok. Müslümanların son imparatorluğu bu topraklarda dünya sistemini sevk, idare etti. Dünyada bu kadar çok etnik-mezhep-din-heterodoksi-ideoloji-kültür-göçmen bulunup bunları hala bir arada yaşatabilme, yönetebilme, gerektiğinde müşterek akıl-misyon belirleyebilme yetisine sahip Türkiye. Bu potansiyel rahatlıkla çok kutupluluk siyasasında kutup başı için etkili olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın farklı ülkeler, bloklar arasında onların zaaflarını diplomasiyle kullanabilme, pazarlık yapabilme pratiği de yeni dönem için ciddi veri.
• Türkiye sanayi-ekonomi, teknoloji geliştirmede zaaf içinde fakat savunma sanayideki son gelişmeler ile beraber bölgenin ve dünyanın en önemli askeri güçlerinden biri olduğunu her fırsatta gösteriyor. Yasa, düzen, güvenlik tesis edebilme başarısı çok kutuplu dünya sürecinde kuvvetli referans oluşturuyor. Fay hatları, laik Kemalizm nedeniyle millet bağında sorun çıksa bile 2013 sonrasında devlet mekanizmasını örselemeye çalışan girişimlerden birliktelik çıkarmayı, iyi-kötü düzen tesisini sağladı.
Suriye, doğu Akdeniz, Libya-Karabağ operasyonları, Ayasofya’nın açılması, her şeye rağmen İslam aleminin Türkiye’yi örnek alabilmesi, İstiklal Harbi ile Gandi’ye, Pehlevi İranı’na, Burgiba Tunus’una ve pek çok ülkeye bağımsızlık, devlet kurma konusunda öncülük yapması, emsal gösterilmesi, gözlerin hala ve her daim Türkiye üzerinde bulunması bu misyon için biçilmiş kaftan.
• Türkiye konuştuğunda ne olarak, kim olarak konuştuğunu kesinkes belirleyebilmeli. Büyük olmazsak yok olacağımız, inancıyla hareket edebilmeli. Geçmişte 1960’ların Behice Boran gibi sosyalist aydınları Türkiye’nin 3. Dünya’ya önderlik edebilecek birikime sahip olduğu kanaatindeydi; esasında bu tüm İslam alemi ve gelişmekte olan ülkeleri de kapsar.
Türkiye’nin varoluşu hala eksik olsa da zatının aynı… bu da çoğunluğun anlamadığı tuhaf bir iyimserlik ve güçlü özgüven getiriyor. Dinamik nüfus, tüketici ama üretmeye açık toplum, mücadeleye alışık millet, farklı siyasi-iktisadi-kültürel yapıları idare edebilen devlet, varoluş iradesi gösterebiliyor; 1 Mart Tezkeresi, Van Minut, Dünya Beşten Büyüktür, D-8 oluşumu, operasyonlar bunların bazıları.
Türkiye’nin maddi medeniyet, devlet ve millet bağı bakımından eksiği çok fazla… fakat bilkuvve hala milletin yapıcı-yaratıcı enerjisi ve tini; kendi kendine yetebilme, öncü olabilme, küfre karşı çatışma şuuru, geleneği, potansiyeli hala dipdiri. Dezavantajlarının büyüklüğüne karşın bu avantajları etkili kullanan Türkiye, çok kutuplu bir düzende, 1071 sonrası yapıyı yeniden inşa edebilecek birikimi sağlayabilir; yeter ki bu kaygı, bilinç ve ufuk devlet aklına yerleşebilsin!