Ana SayfaYazılarÇok Kutuplu Dünya Sistemi, Ilımlı İslam ile Huzurlu Ortadoğu, Fırsatları Kollayan Türkiye

Çok Kutuplu Dünya Sistemi, Ilımlı İslam ile Huzurlu Ortadoğu, Fırsatları Kollayan Türkiye

Çok kutupluluğu kanıksamış bir dünya sistemine doğru giderken Türkiye’nin de bölgesinin “kutup başı olacağı, olması gerektiği” hem merkez ülkelerde hem Ortadoğu, İslam havzasında benimsendi. Bu konjonktürde en kötü senaryo “ikili kutup başı” formülü… Burjuva her zaman sağlam bir kol gücü arar, bulur. Dünya sistemi de çatışma sahalarında kendisine müzahir sağlam silahlı güç teşekkül ettirerek hayatiyetini sürdürür.
Bölgede anlaşılan o ki Körfez sermayesi parasıyla, Türkiye askeri gücüyle yeni bir statükonun parçası olacak. Sistem Körfez ülkelerinin güçlü orduya kavuşmasına, Türkiye’nin de iktisaden büyümesine müsaade etmiyor. Türkiye zayıf ekonomi, kuvvetli savunma sanayi ile verili “kutup başı”lığı kabul eder, benimser mi, buna ne derece tahammül gösterir, sorulması, üzerinde düşünülmesi gereken ana mesele bu.

Dünya sistemi nicedir doğum sancıları çekiyor, vefat eden eskiyi ne gömebildi ne yenisini doğurabiliyor. Yüzyıl tam bir “belirsizlik çağı”na dönüştü. Pax niteliğini geçtik asgari düzen sağlayacak bir erk, otorite de kendini göstermiyor. İtibarsızlık tüm dünyaya egemen. Sadece toplumlar, insanlara yön veren siyasetçi, hoca, alim gibi kanaat otoriteleri değil bir İmparator olarak ABD, küresel güç odakları, kapitalizmin merkez ülkeleri de itibarsızlık yaşıyor. Çatışmalara, katliamlara, gelir adaletsizliklerine, sömürmelere, sürgünlere, yabancı-göçmen-İslam düşmanlıklarına… her türden değer yitimine de sebebiyet verdiği için bizatihi kapitalizm de itibarsız. İtibarsızlıkla alternatifsizlik birbirini taşıdığı için belirsizlik daha da güçleniyor. Bu konjonktürde dünya sistemi bariz tasfiyeler, hesaplaşmalar, dışlamalarla yeni döneme yeni aktörler, ideolojiler de yerleştiriyor…

Örnek mi, Epstein olayı… Mesele ahlaksızlık, sübyancılık, çocuk sömürüsünün ötesine geçerek bir dönemin aktörlerini, benzer karakterdekileri tasfiye edip yeniye yaklaştırmamak. Küresel burjuva ve siyasi aktörler de bu dalgada seleksiyona uğruyor bir bakıma. 

Zamanın içinde yaşamanın verdiği içsellikle değişimi çok yavaş algılıyoruz. Halbuki belirsizlik, otoritesizlik, itibarsızlık hatta arayış kavramlarıyla izah edilmeye çalışılsa da dünya sistemi muazzam bir hız, sert çatışmalar, acımasız tasfiyeler ve yeniliklerle şekilleniyor. Operasyonlara dayalı sıcak ve soğuk savaşlar arasında küresel harbi mesela kamikaze dronlarda, Gazze’de tankları imha eden roketlerde, Tayvan çatışmasında, yeni İpek ve Baharat yolunda, Çin’in ülkesini demirağlarla örmesinde, Afrika’dan Latin Amerika’ya Çin emperyalizminde, Karabağ, Libya, Suriye operasyonlarında, Fransa ve Almanya merkezli gösterilerde, yeni teknolojilerde, ABD Kongre baskınında, iç siyasi çatışmalarında görebiliriz.


Totalitokrasi, Demokratörlük Kıskacında Dünya Konjonktürü

Dünya sistemi temiz enerji ve onun biçimlendirdiği ideoloji, İmparator ABD’nin iktisadi zayıflığını savunma sanayii ile kapatma çabası, Rusya’nın güvenlik ve askeri Çin’in ekonomik  güçlenmesi, yeni ticaret yolları, sıcak ve soğuk çatışma dinamikleri, virüs-enerji-ticaret savaşları üzerinden şekilleniyor. 

Avrupa yavaş yavaş yeni sağa, aşırıcılığa, faşizme intibak ederken bir bütünleşik Avrupa fikrini büyütecek ruhtan, iradeden, öncü devletten yoksun. Gazze katliamı gösterdi ki Almanya bütünüyle ABD’nin kontrolünde… hatta uç verme ihtimali olan tüm Alman tini odaklarını da Gazze meselesiyle kırdılar. Bir taraftan Avrupa’yı Rus tehlikesi üzerinden uyandırmak, NATO’yu işlevsel kılıp güçlendirmek için çabalarken aynı zamanda sığınmacı, İslam düşmanlığıyla Avrupa halklarına bir öz, ruh, canlılık da katmak istiyorlar. Avrupa’nın liberal demokrasi yerine daha güçlü bir siyasal alan teşkil ettirmesinin önündeki engeller böyle kaldırılıyor. Her an Avrupa’nın bir kısmı ya da tamamı post Weimar sürecine girebilir. Sığınmacı, yabancı, İslam düşmanlıklarında Breivik tarzı dil gösteriyor ki Avrupalılar sahiden pasif ve iş yapamayan Weimar portresi sergiliyor. Avrupa ruhu peşindekiler Avrupa benliğinin kıtaya sıkıştığını, evrenselleştirebilme kabiliyetlerini kaybettiklerini, iktisaden de gerilediklerini düşünüyor. Bu da bir çıkış için en bariz gerekçeler. 

Liberal demokrasinin siyasal alanı zayıflattığı düşüncesi ulus devletleri yeniden kutsallaştıracak içeriklerin aşırı sağ tarafından geliştirilmesini beraberinde getiriyor. Bu da otomatikman demokrasiyi formelleştiriyor. Çok kültürlülük, temsil ötesi doğrudan katılım yerine totalitokrasi, diktokrasi veya demokratörlük de denebilecek eklektik modelleri açığa çıkarıyor ki bu popülizm eleştirisini de boşa düşürüyor. Macaristan, Rusya, Türkiye hatta Trump yönetimini popülizmle onu da diktatörlükle eşitleyen söylem bu sefer tüm Avrupa’nın kurtarıcısı olacak gibi duruyor. Demokratik diktatörlük, otoriter demokratlık, totalitokrasi gibi eğilimler kıta Avrupasının devamlılık söylemini sürdürmesini sağlayabilecekken yine yeni döneme uyumu da getirecek tarzda kurgulanıyor. 

Avrupa’nın kargaşaya, karmaşaya dönüşen yapısından bir an önce çıkmak için girdiği arayış Avrasya’nın çok kutupluluğu dünya sisteminin statükosuna yerleştirme çabasında da kendini gösteriyor. Bricks, yeni baharat yolu gibi arayışlar hem toplumlar hem devletler için rasyonel ve aktif bir alternatif geliştiremedi. 

Reel jeopolitikte uzak Asya tedirgin bir bekleyişte… Bir tarafta ABD etkisi öte tarafta yancağızlarındaki Çin tehdidi onları pasifist kılıyor. Üstelik Japonya, kapitalizmin dinamolarından biri olsa da siyaseten gerilemeye devam ediyor. Japon milli kimliğini devlet mekanizmasına taşımak isteyen, ülkesini görece bağımsızlaştırmaya yönelen Şinzo Abe’nın öldürülmesiyle Japonlar içe çekilirken gerilemeyi hızlandırdılar. Yeni düzene doğru gidişte 2. Dünya Savaşı’nın en ateşli iki ülkesinin Almanya ve Japonya’nın kendilerini bulmasının önü bu süreçte yeniden kesildi. Aslında yeni bir dünya sistemi uç verirken statükoyu çok da bozmadan bunu gerçekleştirmeye çalışıyor.


Yalta Düzeni Bozulur mu?

2. Dünya Savaşı sonrasının siyasi düzeni üzerinden yeni bir doktrin şekilleniyor. Yalta’ya halel getirmek istemeyen küresel sistem Rusya-Ukrayna Savaşı, Nato genişlemesi, Balkan, Kafkas, Afrika’daki siyasi yapının Arap Baharı, renk devrimlerine rağmen aşağı yukarı aynı kalmasından yana… Bu yüzden sınırlarda Karabağ gibi istisnalar hariç şimdilik bir değişiklik ihtimali gözükmüyor. Ne yapılacaksa bu varolan Yalta düzeni içinde yapılacak…  Süreç Soğuk Savaş ve 11 Eylül Statükosu’nu içeren tek kutuplu dünya doktrinlerinin değişimiyle sınırlı. 

Bretton-Woods’u tadil eden, Yalta’yı korumak isteyen küresel sistem iki kutupluluk, tek kutupluluktan sonra şimdi de çok kutupluluk alternatifiyle kapitalizme nefes aldırma niyetinde… Bu yüzden temel kırılma noktalarında aşırıya kaçmadan ihtiyatlı bir bekleyiş, suhuletli davranış tüm taraflarda hakim. 

Tayvan en ciddi kırılma zonlarından biri. Sırayla atak yapsalar da Çin ve ABD aşırıya kaçmaktan imtina ediyor. Hindistan bu süreçte Batı blokuna yakın dursa da esasında ortada yer almayı tercih ediyor. Avrupa fetreti yaşarken İslam ülkeleri çok net görünüyor ki dünya sisteminin kendilerine biçecekleri vazifeleri merakla bekliyorlar. Yeni Ortadoğu için aktörler acele etmeden sağlam adımlar atarken bölge ülkeleri de çok taraflı oluşumlar için nabız yokluyor. 

İran burada kendini en ağırdan satan, en ciddi oyuncu numarası çeken ülkelerden… Öyle ki Suudilerle bile ABD hesabına yakınlaştığı gibi Çin-Rusya-İran üçlüsünü de operasyonel kılmanın gayretinde. Klasik Acem kurnazlığıyla kendini merkeze yerleştirmeye uğraşıyor. Dünyanın diğer mıntıkaları bir ağırlık kesbetseler bile “kıyamet her zaman Ortadoğu-Akdeniz havzasından kopar.” 

Bu yüzden Gazze, Avrasya ve Trans-Atlantik’in, İmparatorlukların çatışma, çekişme hatta av sahası durumunda. İran-Çin-Rusya’nın bir nevi atağı da sayılabilecek Hamas çıkışı Avrasya’nın Atlantik’i ölçme, tartma vesilesi oldu. ABD-Avrupa cenahının kilitlenmesi hatta çok sert cevap vermesi bir açıdan küresel savaşın çok çetin geçtiğinin de kanıtı. Avrasya’nın mevzi kazanma operasyonu çok kutuplu düzenin sancılı, ağır ve belki de uzun bir vetireye yayılacağını gösteriyor. 

Yeni Ortadoğu dizaynında hem satranç hem dama hem de rulet, düello oynanacağı için Türkiye’nin “ittifak, denge, pazarlık” siyasetlerinin yanında sık sık Turan taktiğini, mehter adımlarını da kullanması gerekecek, iki adım ileri bir adım sağa, iki adım ileri bir adım sola…


ABD Ortadoğu’da Huzur, Ilımlı İslam İstiyor

Yeni Dünya sistemi doktrini doğmaya başlarken yeryüzünün sıklet noktası Ortadoğu iyiden iyiye şekilleniyor. 

İmparator ABD ve küresel burjuvazi Ortadoğu’da sessizlik, suhulet, huzur istiyor. Çin ve Rusya ile hesaplaşma öncesinde ABD Akdeniz-Ortadoğu havzasında kafası rahat olsun derdinde. 

Bu yüzden Abraham Anlaşmaları’ndan yeni Baharat Yolu çabasına, İsrail ile her tür normalleşmeye dek bölgenin tamamıyla ılımlı havaya bürünmesi çabasında. Hamas’ın Gazze çıkışını biraz da, Avrasya’nın, ABD’nin bu tasarımını bozma girişimi olarak görmeli. 

ABD’nin bölgedeki ülkelerin statükolarının ve konumlarının şimdilik korunması karşılığında bölgeden çekileceği vaadini bir açıdan sopa gösterme olarak da okunmalı. Bu yüzden öncelikle ideolojik, stratejik çatışma odaklarını hal yoluna koymak da bu planın parçası. Hangi direnç, çatışma ve şiddet öbeklerine yoğunlaşıyorlar… Evvela Sünni-Şii, İsrail-Müslüman, PKK, Müslüman Kardeşler, Vahhabilik, Selefilik ve İslam aleminin öncülüğü ana fay hatlarından.  

Yeni bir dünya sistemi için bölge ülkelerinin yönetimlerinin de değişmesi gerekir. Ya idareler tümden iktidardan düşecek ya kendilerini yeni döneme adapte edecekler. İran yayılmacılığı Gazze üzerinden bastırılma yoluna gidilirken orta vadede İran’ın, Şii etki alanının doğal sınırlarında kalacağı düşünülebilir. 

İsrail Gazze meselesiyle bir anda atağa çıkabilecek hatta romantik Arz-ı Mev’ud anlatısını realiteye geçirebilecek morali sağlasa da Anglo Saksonlar bunu dizginledi. Mısır, Katar, BAE gibi ülkeler yerleşik statükoyu korurken Suriye ve Irak parçalanmadan kalabilmenin dinamiklerini arıyor. 

Bölgenin iki büyük gücü Türkiye ve Suudi Arabistan ise çoktan yeni dünya düzeni doktrinini benimseyip uyum sağladı bile! Suudlar Muhammed bin Selman eliyle radikal modernleşmeye geçerek yeni düzende Suud ailesi olarak yer alabileceklerinin garantisini verdi. Türkiye de Mısır, BAE, Gazze öncesinde olsa dahi İsrail ile barışmayı başardı. 

Şimdilik bölgede yönetim değişikliklerine gerek kalmadı. 

11 Eylül Düzeni sonrasında ılımlı İslam’ın bölgeye hakim olacağı iddia edilmiş, dizayn sürecinde El Kaide’den Işid’e pek çok şiddeti yöntem olarak kullanan örgüt ortaya çıkmıştı. Anlaşılan o ki yirmi yıllık gecikme sonrasında gerçek ılımlı İslam’a Müslüman ülkeler geçiş yaptı. İsrail’in keyfine göre Müslüman katletmesi ABD’nin “kavga, şiddet, çatışma istemiyorum” direktifinin yeterince ve gereğince anlaşıldığını gösteriyor.


Türkiye Hangi Şartlarda Kutup Başı Olur?

Post küresel dünya düzeni şekillenirken Türkiye’nin Akdeniz-Ortadoğu havzasındaki konumu daha da önemli hale geldi. 

Bölgenin Müslüman Kardeşler, radikal hareketler, selefi ve vahhabi tesirlerinden uzak görüntüsü hatta İsrail Filistinli katlederken Hizbullah’ın gözden kaybolması, Arap Baharı’nda İran’ın sadece Sünni kırması, El Kaide ve Işid’in sesinin kesilmesi ılımlı İslam modelinin yeni statükoda aktifleceğinin göstergesi. 

Bu konjonktürde Türkiye’nin denge-ittifak-pazarlık siyasetlerinin yanında “huzura katkı sağlamaya uyumlu” tutumu belki de en çok PKK-YPG meselesi için geçerli olacak. Ortadoğu’da “kavgasız günler” beklentisinde İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve İran’ın birbirlerine ilişmeyecekleri paylaşım modeli, terör hususunda zaman zaman kesintiye uğrayabilir. 

Türkiye için PKK en büyük tehdit ve düşman. Kandil’den Süleymaniye’ye çekilse de Türkiye’nin örgütün peşini bırakmayacağı aşikar… elbette Suriye’de de. 

İki düşman Barzani ve Talabani güçlerinin hâmi, garantör arayışları karşılığını anında buldu tabi ki. Barzani’ye Türkiye’nin, Talabani’ye İran’ın hâmiliği bir açıdan iki ülkenin yine ve yeni bir çatışma zonunda buluşmasına da neden oluyor. 

Yeni Ortadoğu’da İran ve Türkiye’yi hem Suriye hem Barzani-Talabani hem de Şii yayılmacılığıyla karşı karşıya getirmek dünya sistemi için akıllıca da… tabi eğer belirlenen sınırları aştıkları takdirde. 

Yeni Ortadoğu’yu sekinet üzre kurmaya çalışan sistem çatışma bölgeleri ve dinamiklerini de tek tek ustalıkla şekillendiriyor elbette. Güçlenen ve muhtemelen Akdeniz-Ortadoğu kutbunun başı olabilecek Türkiye İmparatorluk sınırlarını hatırladığı anda da düzeneği kurulmuş çatışmaların içine atılabilir. 

Gezi-Hendek-15 Temmuz hadiseleri, FED’in ekonomi politikaları, Rahip krizi, salgın, yüksek enflasyon, Rusya-Ukrayna Savaşı, sığınmacı meselesi ve Gazze ile çok yorulan Türkiye açıkçası büyük çaplı siyasi krizleri kısa vadede halledebilse de uzun dönemde taşıyamayacak durumda. Toparlanması biraz iktisadi güç temerküzü sağlamasına bağlı. Bu açıdan sol liberallerin çokça dillendirdiği gibi ABD ile eski tarz diplomatik ilişkiler de bağımsızlık söylemi de ütopya. 

Ne ABD eski güçlü İmparatorluk ve tek egemen ne bu derece etkileşimli küresel düzende bağımsızlık mümkün… Mesela Türkiye Suriye’de yer yer çatıştığı Rusya ile Karabağ’da ortaklık yapabiliyor, enerji bağımlılığı ise cabası…

Bu açıdan 11 Eylül rejimi gibi, Soğuk Savaş gibi oturmuş, kuralları ve aktörleri belli, bağımlılık esasıyla dizayn edilen bir dünya sistemi ne kadar geç kurulursa hatta hiç teşekkül etmese daha iyi! Çünkü Türkiye Gezi-Hendek-15 Temmuz konjonktürünü de, Suriye, Libya, Karabağ operasyonlarını da küresel güçlerin teşevvüş idareleriyle zayıflıkları, birbirleriyle çatışmaları sayesinde gerçekleştirdi. 

Küresel hegemonya krizi Türkiye’yi güçlendiriyor. Bunların kalıcı hale gelebilmesinin tek kayd-ı şartı devlet mekanizmasında kurumsallığı, sağlam bir düzeni oluşturabilmek. Savunma sahasında belirli ivme yakalayan Türkiye’nin çok kutuplu düzende bölgenin kutup başı olabilmesinin en bariz yolu iktisadi gelişmişlikle beraber devlet mekanizmasını kavileştirmek, toplumu müştereklerde bütünleştirmek, milli birliği sağlamaktan geçiyor. Toplumun kamplara ayrılması seçim kazandırsa da bu mücadelede Türkiye’nin elini zayıflatır. 

Dünyada ve ülke içinde olan bitenlerin yekûnu dış hadiselere, dünya sisteminin tercihlerine bağlıdır. Bu açıdan ABD dahil hiçbir ülkenin gidişatı kendi seyrinde gitmez, doğrudan müdahale olmasa bile etkilenme, uyarlanma gerçekleşir. 

Ayasofya’nın açılması bu açıdan Türkiye’nin bölgesel liderlik için irade beyanı olduğu gibi sistemin buna cevaz verdiğinin de göstergesi. Son on yıllık evrede dünya sistemi Türkiye’ye iktisaden operasyon çekip darbe vururken savunma sanayiini büyütüp geliştirmesine aynı derecede müdahale etmemiştir.      

Türklerin askeri kabiliyetleri ve birikimi dünya sisteminin bölgede aradığı temel niteliklerdendir. Somali ile imzalanan güvenlik anlaşması Türkiye’nin belirli sahalarda devriye atması da bu sürecin bir devamı. 

İmparatorluk kökleriyle, Hilafet potansiyeliyle, öncü vasfıyla Türkiye Akdeniz-Ortadoğu havalisinin önderi olabilir. Şartlar, idarecilerin tutumları, dünya sisteminin beklentileri ve bunların karşılanması Türkiye’nin “makuliyetini” artırıyor. Savunma sanayiindeki gelişmeler Ayasofya Jeopolitiği’nin unsuru ve devamı. 

Burjuva her zaman sağlam bilek arar. Bu yüzden küresel güçlerin güvenlik harcamaları çok yüksektir. Bölgede Türkiye iktisadi, hukuki, ilmi varlığıyla değil daha çok askeri üstünlüğüyle öne çıkıyor.

Suudların, Katar’ın finansörlüğünde Türkiye’nin askeri gözetiminde Akdeniz-Ortadoğu kutbu bir şekilde oluşuyor. Mesele buna tamamıyla ABD’nin mi yoksa Rusya-Çin cenahının mı vaziyet edeceğinde.
Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca Batıcı dünya sisteminin zaman zaman kol gücü olmuştu. Bu bilhassa Gezi sonrasında değişmeye başladı.
Türkiye’nin İslam aleminin önüne düşeceği tarihi bir zorunluluk belli ki. Bu misyonu Türkiye Avrasya-Transatlantik vasıtasıyla mı yoksa kendi potansiyeli ve iradesiyle mi yerine getirecek, temelde sorulması gereken asıl soru bu!

Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.

Popüler Yazılar

Son Yorumlar