Yazıyı dergideki haliyle okumak için:
Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılının Yeni Bir Paradigma ile İnşası İçin… Tenkit-Tecdid-Teklif
Türk milli hafızası “sonuçlar iyiyse süreçler unutulur” esası üzerine çalışır.
21 yıllık AK Parti iktidarında her seçime giderken çok sert eleştiriler getirilir, hatalar vurgulanır sonuçta seçim kazanıldıktan sonra “kazanımlardan pay alma” yarışına girişilir. Sahici bir siyasal alana sahip değiliz. Tenkitler umumiyetle pastadan pay almak içindir bu memlekette. İktidar sahipleri de bu gerçeğin farkındalığıyla “ne istiyorsun” diye sorar. Meseleyi bir dünya kurma, bir düzen inşa etme, bir hakikati bilfiile geçirme boyutunda değerlendiren çok azdır. Kariyer ve para beklentisi siyasal alanın değiştikçe aynı kalmasına etki ettiği gibi köklü bir dönüşümü de engeller. Bu gerçek hiç mi esnemiyor; insanlar hiç mi beklentiye girmeden yalnız ilkeleri, idealleri, Tevhid ehli olduğu için idare-i maslahatçılığı bırakmaz? Elbette az sayıda sahici varoluş sahibi beklentisiz düşünmeyi, söz söylemeyi sürdürür.
Sonuç?
Eleştiri ve tekliflerden beslenenlere semirmeleri için yeni malzemeler taşımaktan ibaret kalıyor.
Tarih yalnız bu topraklarda değil insan-lık tarihinde de rahat zamanlarda insanların, güzideler kadrosunun keyfince işler yaptığını, devlet mekanizmasını şahsi öngörü-süzlükleri, yetersizlikleriyle idare ettiğini fakat yol çıkmaza girdiğinde, işler sarpa sardığında, uçurumun başına gelince Hızır’ı hatırladığını vazifeleri liyakatli, ehliyetli, ahlaklılara anında teslim ettiğini, beka tehlikesini bu elit etik sahipleriyle savuşturduğunu, yine rahat zamanlara erişildiğinde ise yine kifayetsizlere, asabiyeciliğe eş-dost-akrabaya gün doğduğunu gösteriyor. Dünya bu!
İnsanlar kısa zamanda yollarından sapıyor, milletin emanetini hiç ediyor diye, Hakkı, hakikati terk mi edelim… Bir Müslüman olarak vazifemiz her ne şart altında kalırsak kalalım Allah’ın takdirini gözetmek, savunmak, bize bildirdiklerini insanlara iletmek, ideali gerçeklik aleminde görünür kılmaktır.
Bu, gördüğünü söyleme, bildiğiyle inşa etme etiğinden gelir.
2023 İttifaklarının Misyonu
2023 seçimleri Türkiye’nin yalnız Cumhuriyet döneminde değil 1071 sonrası Anadolu tarihindeki kritik dönüm noktalarından biriydi. İslam-Türk-ehli sünnet-gaza-İslami düzen omurgasını kırmaya yönelik çatılan Masa ve onun başına getirilen Kemal Kılıçdaroğlu, hem bu bin yıllık tarihte hem Kemalizmin bile karşı durduğu konularda dirençli bir yıkıcı koalisyon teşekkül ettirdi. Kürt milliyetçiliğini, Fetullahçıları, Alevi heterodoksisini, tüm sol örgütçüleri, heretik siyasetçileri, neoliberalleri, merdiven altı tarikat ve cemaatleri bir araya getiren bu koalisyon hem Türkiye’nin savunma sanayiinden tüm maddi manevi altyapısının hem bilhassa dindar-İslamcıların kazanımlarının ortadan kaldırılmasına ciddi yıkım getireceğini deklare ederek faaliyet gösterdi.
İktidarı, AK Parti’yi, Erdoğan’ı tercih etmeyeceğini dile getirmelerine karşın pek çok seçmen sırf “öteki tehlikesi” nedeniyle reyini son haftaya girerken Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verdi. Haliyle ne muhalefete ne iktidara oy kullananlar hallerinden memnun… Türkiye’nin en büyük siyasi oluşumu da bu memnuniyetsizlerden müteşekkil zaten.
İnsanların eleştirilerinin, beklentilerinin sahih, iyi, meşru olduğu söylenemez.
İktisadi birikimlerinin yetersizliğinden, faizlerin düşüklüğünden, başkalarına tanınan ayrıcalıklara ulaşamamaktan, Müslüman kimlikliler dahil krediyle otomobillerini son modele çıkaramamaktan, yeni yapılan sitelerden ev alamamaktan yakınan bir orta sınıf seçim sonucunu belirledi. Alt kesim zaten özellikle geniş sosyal devlet imkanlarından yararlandığı için haline şükreden tarafta… İster neoliberal faizci politikalar uygulansın ister ihracat odaklı düşük faizli uygulamalara gidilsin hiçbir zaman genişlemeyen üst kesim her durum ve dönemde kazandığından hallerinden memnunlar.
Türkiye kamu-özel maaşlı burjuvaziye, ticarete, KOBİ tarzı küçük işletmelere dayalı geniş bir orta sınıfa sahip, dinamik bir ülke.
AK Parti’nin 10 yılı neoliberal likidite fazlalığından, sıcak para ekonomisinden kaynaklı görece refah ve konfora ulaştığı için genişleyen orta sınıfın dirençli sahiplenmesiyle geçti. 2013 itibariyle neoliberal konfor gerilemeye başlasa da bu sefer orta sınıfın daha çok korktuğu huzur ve güvenlik kaybı ihtimali Gezi-Fetö darbe girişimleri-terör ve Hendek çatışmaları ile doğunca Erdoğan daha çok sahiplenildi. 2013-2023 arasında güvenlik ve huzur adına “istisna”nın her haline rıza gösterdi, dindar-muhafazakar-İslamcı orta sınıf. Fakat gelir-konfor-refah kaybı arttıkça bu sefer klasik güvenlik tehditleri ve beka korkusu Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için yeterli gelmemeye başladı. Tam da bu evrede devreye Kılıçdaroğlu ve tüm marjinallikleri bünyesinde sergileyen Masa girdi. MHP’den İYİP’e kayan Orta Anadolu milliyetçilerinden İslamcılara, muhafazakarlara dek 2023 başında Erdoğan’a destek rakibin kim olduğu önemsenmeden ve bilinmeden karşısındakinden düşüktü. Kabul etmek gerekir ki dindar-muhafazakar-İslamcı orta sınıf, sol-liberallerden daha dirençsiz ve kaypak. Muhalefet orta sınıfı 21 yıldır iktidar yüzü görmemesine rağmen hala inancını, direncini korurken muhafazakar orta sınıf küçük bir sendelemede bile alternatif, saçak altı arayışına giriyor.
Yüksek enflasyon, hayat pahalılığının her hafta katlanması, dövizi tutabilmek için Merkez Bankası kaynaklarının kullanılması, kiraların artışı, ev ve arabaların temel ihtiyaca değil yatırım aracına dönüşmesi iktidarın krizini derinleştirdi. Salgınla başlayan küresel iktisadi buhrana, küresel enflasyona Rusya-Ukrayna Savaşı, deprem eklenince ülke konjonktürü iktidarı taşıma kabiliyetini kaybetti. Yapılan maaş zamları, EYT’lilerin, sözleşmelilerin, üniversitelilerin durumlarının düzeltilmesi, Togg, yerli savunma sanayii ve özellikle deprem sonrası yeni konutların ancak Tayyip Erdoğan tarafından erkenden bitirilip teslim edileceği kanaati vatandaşın algılarını değiştirmeye başladı. Neticede karşı ittifakın tahrip gücü yüksek bombaya evrilmesi, ülke ile camianın kazanımlarının örtüşmesi, ehven-i şer felsefesi Erdoğan’ın kazanmasını sağladı.
Türk siyasal alanı zaten, kızgınlık-öfke, inkar-ret, mukayese-muhasebe, suhulet-sağduyu, ehven-i şer aşamalarıyla işler, varlığını sürdürür.
Burada kıldan ince kılıçtan keskin ayrım şu ki, eğer denetleme yapılmaz, sağlam paradigma ve düzenek işletilmezse bu sefer şer ehvenleşir, önceki ümmetlerin helakına neden olan “kötüyü bildiği halde tutma, savunma” herkesi, herşeyi içten içe kemirir.
Yeni Merkez’i Korumak, 2028 ve Sonrasını Kurtarmak İçin…
Erdoğan kazandı ama sonucun güzelliği bu sefer süreçteki fenalıkları örtmeye kâfi gelmiyor. Belki de esas savaşım seçimle başlıyor. Yeni kuşaklar hayata 1990’ları tecrübe etmiş, 40 yaş altının yaptığı gibi pragmatist cepheden bakmıyor; aksine kitabi ve ideal düzlem üzerinden icraatları, insanları kritik ediyor. Onlara göre belediye zaten çöpleri almak, yolları temizlemekle… hükümet İHA’ları yapmakla, herkese iş bulmakla, çalmadan-çırpmadan çalışmakla, 15 kişilik sınıfları, ultra modern hastaneleri inşa etmekle mükellef.
İktidarın, Erdoğan’ın en büyük avantajı ve dezavantajı çekilen bu yüksek çıtanın bizatihi kendisi… 40 yaş üstü kuşaklar için bunlar iktidarı ve Erdoğan’ı tartışmasız kılarken gençler açısından daha iyisini ortaya koyamadığı eleştirisiyle mutlak karşıtlığı gerektiriyor. Dolayısıyla iktidarın, Erdoğan’ın, İslamcıların 2028 konjonktüründe seküler itkileri yoğun seçmeni de tesirine alacak bir söylemi, kadroyu, dili, hatta liderliği şimdiden belirlemesi gerekiyor; zira Soğuk Savaş’ın ikili çatışmaya dayalı söylemi, SSK’yı batıran Kılıçdaroğlu, hastane-gaz-tüp kuyrukları argümanları hiçbir karşılık bulamayacak.
Bunun için evvela sağlam bir kamu düzeninin tesis edilmesi, ekonominin makul düzleme oturtulması, faiz denkleminden çıkarılmış bize özgü bir iktisadi düzen için adım atılması, ağır sanayi ve teknoloji geliştirme için yatırımlara başlanması, ahlaki varoluş hareketi ortaya konması gerekir.
Bu nedenle İslamcıların özellikle meseleye her tür ikbalin ötesinde bakarak tenkitten, tekliften, ideal olanı dile getirmekten sakınmaması… 1071 sonrası varlığımızın devamı yanında Kemalist statükonun, laiklik eksenli devlet aygıtının tekrar iş başı yapmaması; İmparatorluk mekanizmalı, Türkiye merkezli, Hilafet misyonlu bir paradigmanın kurulması için İslamcıların, dindarların hatayı gördüğü yerde ikaz etme, düzelttirebilme, sağlam bir zemin için teklifleri açık açık dile getirip uygulattırabilme iradesini kullanması gerekiyor.
2023 seçimleriyle beraber çok ciddi tecdid-ihya-inşa faaliyetlerinin hayata geçmesi elzem. Reformun, rehabilitasyonun ötesinde “yenilenme ve yeni paradigma inşası”na ihtiyaç var. Zaten reform talebinde bulunanlar da ya muhalifler gibi 1990’lara dönüşü istiyor ya naif iktidar çevreleri gibi 2018 yani yeni sistem öncesine dönüşü, en iyi ihtimalle “güçlendirilmiş Başkanlık / Parlementer sistem” önerisinde bulunuyor. Halbuki “geriye dönmek” veya senteze gitmek yerine “yeni merkez” ekseninde yeni paradigma kurmak çok daha meşru, kalıcı.
Bu uğurda esasında kurucu bir ahlaka ihtiyaç var. “Tekkeye derviş aramıyoruz” mottosu belki reel siyaseti karşılayacak nitelikteyse de bu aslında Müslümanlardan beklenen bir tutum değil, olamaz. Ayak oyunları, güvenilmezlik, gayrı meşru odaklarla iş tutma, ranta yönelme, iş takipçiliği, şahsi ve grup çıkarları için politikayı araçsallaştırmayı öne sürmek yerine siyaset hala devlet ve millet hayatını yaşatma, Tevhid’i ikame için tasarlamak için elimizdeki en rasyonel, pratik metod.
“Siyasetin gereği bu” diyerek her tür gayrı nizami ve ahlak dışı işi temize çıkarmayla 2023’te belirginleşen yeni merkezi, İmparatorluk sürecini ileriye götürmek mümkün değil. Hele buna bilhassa parti teşkilatlarındakilerin “böyle gelmiş böyle gider” indirgemeciliğinin eklenmesi, değişim ve dönüşüm iradesini bütünüyle öldürür. Bu yüzden kalıcı bir tasarım ve paradigma için ilkelerden, ideallerden, bize emredilenlerden bir etik inşasına gitmek gerekir.
Mesele yalnız AK Partililerin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meselesi değil İslamcıların, dindarların çok büyük imkanlar ve kazanımlar elde edilmişken bir misyonu amacına ulaştırabilme meselesi, savaşımı…
Yeni dönemde iktidarın, Erdoğan’ın, İslamcıların yeni bir hikaye değil paradigma inşa etmesi için öncelikle bazı sahalarda etkili, temelli değişiklikler yapması, tam anlamıyla bir düzen kurması şart.
1. Devlet Mekanizmasının Düzenlenmesi
Türkiye’nin modernleşme hareketlerinden, tımar sisteminin bozulup 3. Selim’in giriştiği yeniliklerden itibaren bir düzeni yok. Tanzimat bu düzeni kuramadı, Kanun-i Esasi, Meşrutiyet, Cumhuriyet bu nizamı teşekkül ettiremedi.
İmparatorluk gibi devasa bir makinanın çarklarından arta kalanlar bile bir ulus devleti iyi kötü döndürmeye yetti de arttı bile.
AK Parti ve İslamcılar iktidara geldiklerinde “bürokratik oligarşi”den çok yakındılar. Bürokrasinin Kemalist elitlerin elinde olması, merkezde dindar kimliğin yer bulamaması, millete tepeden bakan jakobenizm bu düzeneğin ihyasını şart koşuyordu. Başörtüsü serbestisinden İslami kimliğin merkezde temsiline kadar Erdoğan çok bariz bir başarı sağladı; 15 Temmuz sonrası kuvvet komutanlarıyla sabah namazı kılması, Ayasofya’nın açılması, yargının, güvenlik bürokrasisinin, yürütmenin ayağı bürokrasinin epey bir toparlandığını gösteriyor. Gezi sonrasındaki konjonktür, Suriye operasyonları, Doğu Akdeniz’den Libya’ya uluslararası müdahaleler, yeni sistem bürokratik oligarşiyi dizginlerken bu sefer varolan düzeneği bozdu, dahası yerine yenisi kurulamadı.
Gazete haberleriyle iktidar partisini, AK Parti’yi kapatmaya yeltenen Kemalist yargının süngüsü düşse de sağlam bir yargı düzeni de tesis edilemedi. Bunda darbe girişimi davalarından Fetö etkisine kadar sayısız hadisede kara cübbelilerin aktivitesini, bürokrasinin bitmeyen direncini ve eski Türkiye’de direten insan kaynağının tesirini aramalıyız. 2018 bu oligarşiyi dağıtsa da yerine yenisini getiremedi.
2023 seçimleri artık devlete yeni bir renk vermenin, organizasyonun, hiyerarşinin, kurumların yerli yerine oturtulmasının başlangıcı olmalı. Bu amaçla çok yapısal ve temelli çalışmalar yapılmalı:
- Öncelikle kurumların “insanlara bağlı olmadan” çalışabilmelerini sağlayacak sistemleşmeye gitmeli. Kurumların kendi işlerine bakıp başka kurum ve kuruluşlara müdahil olmasını engellerken yöneticilerin etkinliğine bağlanmayacak şekilde standart iş yapabilme pratiği kazanmalı.
- Üzerine vazife olmayan hususlara dalan kurumların yetki ve sınırları çizilirken denge-denetleme misyonlarının da üst düzeyde sürdürülmesi elzem. Siyaset özellikle Gezi sonrasında pratik iş yapabilmek için denge-denetlemeyi geri plana itmişti; artık bunu tekrar sağlamalı. Keyfilik, kamunun düşmanıdır.
- Radikal kamucu zihniyet ortaya koymalı. Kişilerin, kurumlarını millet adına çalıştırdığı düşüncesini öne çekmeli, “arkamda beni atayan Cumhurbaşkanı var” keyfiliğiyle hem kurum hem Cumhurbaşkanı zaafa düşürülmemeli.
Radikal kamuculuğun bir başka hususiyeti de ihalelerden her tür işe kadar milletin çıkarı, kamunun korunmasını öncelikli görmektir. Ranta, ayrıcalığa, seçkinciliğe, bölgeciliğe, ekipçiliğe düşmeden ideoloji üstü kalarak herkesleşebilmeli, her tür harcamada, faaliyette Hz. Ömer hassasiyetini gözetmeli.
Temsilde devleti ve kurumu zaafa düşürmemek kadar israfa gitmemek de esastır!
- Bu arada 2018 kabinesi gösterdi ki devlet şirket gibi yönetilmiyor. Zira yeri geldiğinde devlet kâr etmeden, kazanç sağlamadan da toprağın ve insanın selameti için faaliyette bulunur. Milletin devamlılığı biraz da yalnız bağlılığını bildirme karşılığında vermekten geçer.
- Kamusal alanın kuruluşunda hukukilik öncelikli meşruiyet sebeplerindendir. “Önce yapıp sonra kanunlaştır” tarzı tüm pratikliğine karşın çok da fayda sağlamadı, karşılık bulmadı. Yeni yönetim sistemi, Cumhurbaşkanının kararnameleri pratiklikle beraber hukukiliği bir nebze olsun eş güdümlü hale getirebildi. Devletin düzene kavuşmasında adalet, hukuk, kurumların etkinliği, denetim, pratiklik, çözüm üretme yanında meşruyu-marufu-makulü öne çekmek esas olmalı. Dolayısıyla makulle toplumsal birlikteliği, müşterekliği sağlarken maruf ve meşru ile kapsayıcılığı yerine getirmek mümkün.
2. Bürokrasi ve Kadro Teşkilinde Kriterler
İktidarın 2013 sonrasında ama özellikle 2018 seçimleriyle gelen yeni yönetim sistemindeki bürokrasi tercihleri kötü bir sınav verdi. Zaten Erdoğan bunu gördüğü için yeni kabineyi neredeyse eskinin tam zıddı bir anlayışla belirledi.
Düşük profilli memur-siyasetçiler belki “söyleneni sorgulamadan yaptığı için” tercihe şayan olsa da özellikle son beş yıllık karne gösterdi ki, liyakati, ehliyeti olmayanların sadakatleri beka sorununu katlıyor! O yüzden kaliteli, işinin ehli ama aynı zamanda radikal kamuculukla siyasi beklentileri özdeşleştirebilenler ideal.
Buna bölgeciliği de eklemeli… 2023 kabinesindeki tercihler gösterdi ki Türkiye’nin hemen her bölgesinden işinin ehli isimlerin seçilmesi aynı zamanda meşruiyeti ve memnuniyeti artırıyor. Liyakat-ehliyet-sadakat dengesinde mesele yalnız birkaç dil bilmek, yurtdışında eğitim görmek, pek çok kursa katılmak değil epistemoloji ile pragmatizmi kamu adına birleştirerek meseleleri hızlı, kârlı, herkesi tatmin edecek şekilde çözmektir. Bir vazifeye talip kişiler arasından en liyakatsiz ve düşük karakterlisini, kötüyü sırf “yetersizliğinden doğan sadakati” nedeniyle tercih etmek zamanla tüm kamuyu çürütür. Kendini yetiştirmiş, donanımlı ve ahlaklı kişiler de yükselmek için bir netwörk aradığından kendini bu düşük profilliler seviyesine çekme mecburiyetinde hissediyor.
Kadro tercihlerinde makamlar, kendilerine verilen görevleri yapmak yerine bir başka koltuk için, siyasete atılmak için basamak görüldüğünde de devlet aygıtında bozulmalar artar. Tabi işbilirliği yanında sadakati nedeniyle hiçbir zaman istediği yere gelmeyenlerin durumu da ayrı…
Bu anlamda özellikle gençlerin iktidardan soğumasına neden olan mülakat sisteminin revize edilmesi de lüzumlu görünüyor. Elbette yazılıyla yetinmeden sözlü sınav da gerekir fakat adrese teslim kadro, yazılıyla mülakat arasında açık fark, torpil gibi hususlara da adalet zaviyesinden yaklaşmalı. İstisnai memurluğu standart istihdam kapısı yapmadan, “adamına göre iş değil işe göre adam” tercihiyle adalet-eşitlik-ihtiyaç dengesi tutturulmalı. Atama ve yükselmelerde bürokrasinin kendi hakbilir ve hiyerarşik dengelerini bozmamaya, koskoca bakanlıkları 3-4 yakın bürokratla yönetmemeye, DPT gibi hantallığından şikayetçi kurumları ebter etmektense verimli kılmaya, kamu gücünü şahsi çıkara sevk etmemeye özen göstermek devletin nizamı açısından mühim. Başarısızları ve zayıfları vefa adına görevde tutmak, biraz dinlendirip yeniden sisteme sokmak da kamudaki hatta siyasetteki memnuniyetsizliği katlar.
Unutmamak gerekir ki sorun siyasetin ötesinde yapılıp edilenlerin bir şekilde Müslümanları temsil etmesinde…
İşi bilenlerin yetkisinin olmaması, nüfuz ve yetki sahiplerinin iş bilmemesi, tetikçilikle, işine gelmeyenleri hain ilan ederek trollük yapanların, çapsızlığıyla yüksek mevkiler elde edenlerin de bu camiadan sayılması, başkalarının beceriksizliği ve ahlaksızlığına iliştirilmek eleştiriyi, teklifi, denetimi zorunlu kılıyor.
Tuleka’ların, İslam’a en son girip en çok ahkam kesenlerin varlığı hiçbir dönemde eksilmiyor.
İslam, değişimi öncelikle kişinin kendisinden başlatarak halka halka etrafa yaymasını ister; kişinin kendini bilmesi-bulması ve kurması, sonrasında dünyayı tasarımlaması, ötekine teklif götürmesi ana metoddur.
3. Toplum Yapımız İdeal mi?
Aslına bakılırsa toplum yapımız meşruyu kabullenmeye çok da teşne değil… Devlet Baba’nın kendisine açılması, yalnızca devletten beslenme konularındaki köklü geleneği postmodern dönemde bile sürdürebiliyoruz.
Dikey mimariden, kentlerin sıkışıklığından, doğanın yok edilmesinden herkes şikayetçi ve fakat kendi arazisini-tarlasını, gecekondusunu müteahhide verip daha çok daire için daha çok katı talep eden de toplumun kendisi. Genel manada ayrıcalık ve ranttan değil de o ayrıcalığın veya rantın kendisine uğramamasından şikayetçidir insanımız. Haliyle kendi köyünün, kasabasının, şehrinin turizme açılışından, sitelerin yapılışından, modern kent konseptinden memnuniyet duyarken başka sahalardaki çevrenin korunması, yatay mimarinin gerçekleşmesi için ahkam keser insanımız. İnsan ve toplum zor zamanlarda kendini belli eder; iktisadi sıkışıklık dönemlerinde talana, stokçuluğa, karaborsaya yönelme oranı millet hayatının sıhhatini de gösterir. Nietzsche’nin bildirdiği gibi, insanın kendi’liği, eylemlerinde, yapıp ettiklerindedir.
Eğitimin bina ve alt yapı bakımından gelişmişliğine karşın sistemden şikayet ederken “ben çektim çocuğum çekmesin” gevşekliğinin, öğretmeni otorite görmemenin, Kemalist üsttenciliği aşma adına liberal gevşekliği bir karaktere dönüştürmenin, bırakın birim amirini kaymakama, valiye kolayca ulaşabilmenin sakıncalarını, problemlerini yeni yeni çekiyoruz.
Toplum geleceği, sonraki aşamaları göremez, varolanın sürmesini, ân’ın devamlılığını talep eder. Gidişatın gelecekte hangi bedelleri ödeteceğini uzmanlar, bilgeler, elitler kestirir, karar alıcılara iletir, onlar da “gereğini yapar.”
Kemalist statükoya karşı iktidarın, İslamcıların tek dayanağının sandık olması popülizmi yükseltti haliyle. Milli iradeye yaslanarak zinde güçlerden emin olan iktidar ve tabanı, yetişmiş kadroların manipülasyonlarına karşı yine popülizme sarılırken anti-entelektüalist, elit karşıtlığını yüceltti. Kemalist seçkinleri dışlarken kendi çevresindeki entelektüelleri, güzideleri de dışladı. Sol liberaller bir tarafa vicdanı, ideali, ilkeyi, marufu hatırlatan İslami kesimin güzidelerine karşı yalı trollerine yol verildi.
Liberal gevşekliğe alışan toplum, entelektüalizm karşıtı siyasi irade pragmatizm ve popülizmle bütünleşince sorunlar üst üste yığılmaya başladı. 2022 yılında Adalet Bakanlığı verilerine göre 9 milyon suç işlenirken şiddet, cinsel saldırı, en çok da dolandırıcılık artmış. Boşanmaların yükselmesi, aile teşekkülünün azalması ahlaktan çok ekonominin konusu esasında. Seccadeye basmama hassasiyetini radikal kamuculukta, rantta, kul hakkı yememede göstermeyen bir toplum tipi ile geleceği şekillendirmek çok da mümkün değil.
4. Ekonomi İlk ve En Büyük Sorun
21 yıl gibi çok uzun iktidarın nedenlerinin başında iktisat gelir.
2013 yılına dek küresel likidite fazlası tüketim imkanlarını artırdığı için hayatı kısarak, tasarrufla yaşayan toplum tüm seçimlerde Erdoğan’ın yanında yer aldı. 2023’e kadar hemen tüm seçimlerde olumlu ekonomi nedeniyle Erdoğan’ı destekleyen millet bu sefer hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon nedeniyle iktisadi bakımdan değil karşı ittifakın kimliği nedeniyle sandıktan Erdoğan’ı çıkardı. Muhalefet bu derece yıkıcı koalisyon kurmasaydı, bu sefer de “tencere” iktidarı devirirdi.
AK Parti iktidarlarının hiçbir döneminde “yapısal ekonomi” fikri teşekkül etmedi.
Dış yatırımlardan gelen parayı iletişim-ulaşım-sağlık-eğitim altyapılarında, tüketim ekonomisinde kullanan iktidar 2013 sonrası FED’in faiz yükseltmesi nedeniyle daralan likiditeyi karşılayamaz duruma geldi. 2018’de kriz ayyuka çıktı. Dönemin ekonomi yönetimi, klasik bürokrasiyi devre dışı bırakıp kapalı idareyi tercih edip dövizi tutmak için Merkez Bankası kaynaklarını kullanınca rezervler eridi. Sonraki dönemde küresel sermayeden umudunu kesen Erdoğan faizi nass’a bağlayarak Merkez Bankası politika faizi eksenindeki uygulamaları tersine çevirdi, faizleri düşürdü. Amaç ihracatı artırmak, yerli sanayiyi güçlendirmekti. Bunun için Kur Korumalı Mevduat uygulamasına geçildi; Merkez Bankası faizinden daha yüksek karşılıkların verildiği uygulama esasında bariz çelişkiler içeriyordu.
Yer yer Türk Modeli denen bu heterodoks politikalar salgın ve Rusya-Ukrayna Savaşı’nın, depremin etkileriyle bir tek istihdamı korumada, işsizliği azaltmada etkili oldu. IMF ve küresel sermayeden kesilen akışı Erdoğan Körfez Sermayesi ile kısmen yedekledi.
2023 seçimlerinden sonra Mehmet Şimşek’in göreve gelmesiyle “irrasyonel politikalar”a son verileceği ilan edilirken aslına bakılırsa eklektik bir modelin yürütüleceği belli oldu. Faiz karşıtı veya faiz merkezli ekonominin aynı kapitalist ilişki biçimleri arasında yöntem farklılığını içermesinden dolayı bize özgü bir modeli kuramamanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Ekonomi bakanlarının ve bürokratlarının yetersiz isimlerden belirlenmesi krizi derinleştirirken yeni model ağır sanayi kurmaya, teknoloji geliştirmeye hiçbir katkıda sağlamadı.
Neoliberal para bolluğunda sıcak parayı ağır sanayi, marka ve yüksek teknolojiye aktarmayan iktidar ihracatı artırma politikasında da aynı başarıyı sağlayamadı.
Ekonomi adına yapılması gereken ilk şey enflasyonu ve hayat pahalılığını hal yoluna koymak kadar ağır sanayi ve teknoloji ağırlıklı üretim alt yapısını kurmak, yapısal ekonomiyi inşa etmek olmalı. Bu haliyle Türkiye, 2010 öncesinin ucuz iş gücüne dayalı Çin olma yolunda ilerliyor. Daha kötüsü, konut, arsa, otomobil yatırım aracına dönerken, dövizi tutmak için Merkez Bankası rezervleri kullanılıyor; faize dayalı işleyiş bir türlü dizginlenemiyor. Duymak istenilenleri söyleyenlerin, reel dünya sistemi ve ekonomik düzenekten bîhaber kimselerin kendi ezberlerini tatmin gayreti buhranı daha da derinleştirdi.
İki karşıt modeli uygular, küresel piyasalardan kaynak girişine çabalarken güvenlik anlayışını aynı tutarak istenen refahı tekrar sağlayabilirse Türkiye, dünyaya da yeni bir model hediye edebilir.
Büyüklük fetişizmi, tekel-rant-aracılık-stokçuluk kanallarını tıkayamama, yem, gübre ve çimento fabrikalarını bir türlü çoğaltamama, İstanbul burjuvazisi ile KOBİ sultasını dizginleyememe, aksine güçlendirme, kalifiye eleman açığını kapatamama, yüksek iş kazaları ve işçi ölümlerini engelleyememe, piyasa gerçeklerini ve rakamları kurumlar vasıtasıyla çözme zannına gitme, sosyal devlet fonksiyonlarını ve kalemlerini günden güne artırma ekonominin geleceğinin pek de parlak olmadığını gösteriyor.
AK Parti iktidarı ve İslamcılar 21 yılda kendine özgü burjuva inşa edemedi. Demokrat Parti doğu tipi eşrafın partisiydi, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, ANAP ve nihayet AK Parti bu geleneğin ürünüydü. AK Parti ayrıca toprak rantına dayalı müteahhitlerin etkisini ANAP’tan devralarak geldi. MÜSİAD ile kesişse TÜSİAD ile çatışsa da bunlardan farklı bir burjuva ne ekonomik model üzerinde çalışmadı… böyle bir niyet bile taşımadı. Anadolu’nun KOBİ ağa-kapitalizmi, Karadeniz müteahhidi tavrı iktidarın geneline yayıldığından rafine bir zevk, estetik üretilemedi. Mesela İstanbul günden güne Türk İstanbul kimliğini kaybederek, doğu despot para babalarının, mafyanın, küresel sermayenin metropolüne dönerek medeniyet taşıyıcısı misyonunu bitirdiği bize özgü kültürü de üretemez durumuna geldi.
Türkiye Erdoğan iktidarıyla dünya sistemi içinde yaşayabilmek için Kemalizmin az gelişmişlik formülünü kırarak yüksek kalkınma hedefini devlet varlığının merkezine yerleştirdi. Bunu devam ettirebilmek Kültür Savaşı ile beraber bize özgü ekonomi modeli inşasına da ulaşmaya bağlı.
5. Kültür Savaşı ve Kültürel İktidar İçin Yol Haritası
Kültür Savaşı zihniyetler çatışmasıdır; kazanan taraf kendi yaşam biçimini, referans kaynaklarını, değerlerini “rıza imali ve cazibe oluşturarak” kamusal alana hakim kılar ki bu da Kültürel İktidar’dır.
Kültürel İktidarı dindar-muhafazakarlar Kültür Bakanlığı ve belediyelerin faaliyetlerinde arıyor! Bu “projeci kafa” , “kültür rantçıları” Kemalist modernitenin işgal ettiği yeri, etkileri dönüştürmek yerine “kültür için ayrılan kaynak”ları kullanmanın kavgasını veriyor. Dahası bu kaynaklar kendilerine emanet edilenler de imkanları dönüşüm sağlayacak temelli yerlerden çok şiir-şarkı gösterilerine, panayır kafasındaki festivallere, kimseye hitap etmeyen, düşünce dünyasına da seslenmeyen yayınlara “aktarıyor.”
Halbuki Kültürel İktidar, etkinlik düzenlemek değil kamusal alanı yönlendirmek, insanların zevklerini, ilgilerini, yaşam biçimlerini etkilemek, kendi öz kaynakların üzerinden cazip içeriklerle yönelimleri belirlemektir.
Bu açıdan Kültür Savaşı Kültür Bakanlığı ve belediyelerle değil başta siyasi iradenin dönüşüm iradesi, eğitim müfredatlarının şekillenmesi, yeni bir tarih yazımı, öteki’ni tanımlarken kendi’ni doğru konumlandırma, paradigma geliştirme, etkin ve çekici içeriklerle değerler sistemine başka’sını getirmekle yürütülür.
Kültür Savaşı’nın, kulturkampf’ın ilk şartı Kemalizmle, Batı modernitesi ve kapitalizmle sorunlu olmak, onu yerinden etme pratiğine girişmek…
Kültürel İktidar’ın ilk şartı ise bu paradigmaların yerine en kalitelisini koymak, arzu’ları, tutku’ları, ihtiyaçları, rıza’yı belirleyip yönlendirip karşılaşabilmektir.
Türkiye’de kültür adına konuşan, üreten, söz söyleyen, bu kaygıları dile getirenlerin pek çoğunun Kemalizmi, statükoyu, küresel kültürü tesirsiz kılma hedefi bulunmadığı gibi onlarla sorunu da yok. Kültür Savaşı verilen yerin meşruiyet zemini hala laiklik… bu, varlığını koruduğu sürece, asimilasyon devam eder.
Kültür Algısı
Türkiye’de kültür algısı, özellikle muhafazakar-dindar çevrelerde son derece hatalı ve tehlikeli…
Kemalist, sol-liberaller kültürü eko-teo-politik siyasal alanla özdeşleştirip, bu laik zemini korumak için yeri geldiğinde küresel burjuvanın acenteliğini yapmaktan çekinmezken; muhafazakar, İslamcı, milli-yerli kültür adamlarının pek çoğu da kültürü boş vakti hoş eğlenti ile geçirme, küçük burjuva zevki, entel uğraşı görmeye devam ediyor.
Kültürel İktidar kurulamadığı yakınmasının gerisinde bu anlayış yatıyor; sanatçıyı, yazarı koruyup kollama, onlara “iş verme”, kültür şölenleri, toplantılar düzenlemeyi kültür sayanlar, bu konuda politika belirleyenler, müteahhitlik hizmetleri ve arsa rantını kültürden mühim görenlerle aynı kafa yapısında.
Geleneği hamasetle görselleştirme, yazar ve sanatçıları yücelten içeriksiz programlar gerçekleştirme, kültür endüstrisinin mekanlarının reprodüksiyonlarını inşa etme kamusal yayın yapan “kültür televizyonu”nda alt yazılı yabancı film yayımlama, düşünce tarihini güncelleştirmeden, Türkiye’nin geleceğine yansıtmadan aktarma ile Kültürel İktidar kurulacağı zannediliyor.
Ne Yapmamalı?
Kültürel İktidar Yolu’nda yapılmaması gerekenler, en az gerçekleştirilmesi gerekenler kadar mühim. AK Parti’nin 21 yıllık iktidarına mukabil bu mevzuda etraflı bir ilerleme gerçekleştirilememesi şimdiye kadarki uygulamalarla ve bakış açısıyla ilgili. Bu açıdan başörtüsünün kamusal alandaki serbestiyetinden İmam Hatip Okullarının etkinliğine, Ayasofya’nın açılmasına dek pek çok hadise Kültür Savaşı’nın en etkili sonuçları arasında.
Bunları destekleyecek köklü programların tatbiki, paradigmaların kurulması evvela kültür adına şu tür işlerin sona erdirilmesine bağlı biraz da…
- Kamunun hassaten belediyelerin kültür, fikir, edebiyat dergileri çıkarmasına, “iliştirilmiş”, “ayrıcalıklı” edebiyatçı-yazar istihdam ederek komünal iktidar şebekeleriyle seviyeyi düşürmemelerine dikkat edilmeli.
Kamunun, siyasi kliklerin entelektüel alanı doğrudan destekleyerek, yetenekleri, üretimi, çağrışımı, çabayı ortadan kaldıracak tekelleşmelere son vermesinde fayda var.
Bunun yerine kaliteli ekiplerle belli kriterdeki herkesi, grubu desteklemesi, yol açıcı usul tutturması, kaliteli ile çapsızlar arasındaki tefrikin bu “serbest piyasa”da gerçekleşmesi, çoğulculuğun, çok sesliliğin sağlanması hayli mühim.
- Kültür yolu, şiir şöleni, edebiyat günleri gibi panayır tarzı aktivitelerin Kültürel İktidara yol vermeyeceğinin bilinmesi gerekir; bunlar şehirli orta sınıfın hafta sonu etkinliklerinden birini oluşturur sadece.
- Yüksek bütçeli yazı atölyeleri, yazar okulları da bir düşünce ortamı oluşturmak, kültür havzası açmak için elverişli olmadığı gibi, mikro cemaatler tesis ettiğinden daha menfi sonuçlara yol açıyor.
Bunun yerine okullarda, üniversitelerin ilgili bölümlerinde isteyen herkesin de devam edebileceği ciddi, müfredatı olan, kaliteli isimlerin hocalık yaptığı ama teorinin ötesinde pratiği de içeren müstakil dersler, bölümler açılabilir.
- Özellikle kamuda, masraflı, okunmayan ağır-kalın ciltli prestij yayıncılığına son verip dijital tekno-kültüre özgü içerikler, her tür okur tarafından erişilebilecek, okunabilecek eserlerin ortaya çıkması gerekir. ChatGPT kültüründe kağıt, matbu eser kadar tesirli dijital içerikler hazırlanmalı.
- Televizyonlarda hamasi, mitolojik, klişe tarih dizilerine, belgesellerine, gündüz kuşağı kaçırılma, aldatma programlarına müsaade edilmemeli.
- Kültür programları adına günümüzü, gençliği, yarını yakalayamayan, düşünce ve edebiyat tarihine saplanıp kalan, yalnızca ders notları anlatan, kültürün magazini denebilecek yayınlar da sınırlandırılmalı kaliteli, kuşatıcı, temellendirici, geleceği mayalayacak programlar ortaya konmalı.
Neler Yapmalı?
Sağlam bir kulturkampf için sağlam bir eko-politik gerekir.
Lenin, Ekim Devrimi’nin hemen akabinde paradigmalarını köylere kadar ulaştıracak bir dizi kültürel faaliyetle siyasi devrimi kültürel devrimle desteklemişti.
Mesele yalnız propaganda değil aksine öteki’ne karşı kendi’ni sarahaten gösterebilecek, temellendirecek, kabullendirebilecek bir ortam hazırlamaktır.
Max Weber mektuplarında 19. asrın son çeyreğinde “kültürümüz” dedikleri her şeyin esasının Hristiyanlığa dayandığını ifade eder. Bu açıdan Kültürel İktidar serbest etkinliklerle değil planlı, programlı, etraflı bir düzen teşkiliyle inşa edilir. En başta zihin dünyasının yaşayan hali kültürü benimseyecek insanların ekonomi-politikçe belirgin standartlara kavuşması gerekir. İktisadi, hukuki, kamu düzeni ve özgürlükler açısından rahatsızlıkların en aza indirildiği siyasal alan Kültür Savaşını başarıya ulaştırır.
Kültürel İktidar için şunların teşkili, kaliteli ve ciddi bir programla sonuna kadar yürütülmesi elzemdir.
a. Kadro
Sağlam bir Kültür Savaşı için buna inanan bir kadro, uygulayıcılar… Kaliteli, eko-politikten, uluslararası konjonktürden haberdar, neyin kültür, sanat, edebiyat, fikir olduğunu bilen, kariyer ve para karşısında şebekelere, kötüye teslim bayrağı çekmeyecek güçlü ruhlar gerekli.
Günümüzde iktidar çevresinin kültürünü yönlendiren, tink tank’lara, sivil toplum kuruluşlarına hükmeden, reklam kaynaklarını sevk ve idare eden karar alıcıların bazılarının yetersizlik, meseleyi yurtçuluk, ideoloji aşısı, basit düzey okur yazarlıkla eş değer gören çap sorunları…
Öteki bazılarının ise büyük kaynakları güçlü ve etkili yayın, kaliteli entelektüel sınıf teşekkül ettirme yerine kasten en alt düzey isimlere dergi çıkarttırıp, dijital tekno-kültür araçlarıyla yayınlar yaptırıp asıl meseleleri perdeleyecek, asıl yazması ve okuması gerekenleri ortadan kaldıracak şekilde çalışması Kültürel İktidar’ı engelliyor.
Dar klikler, şebekeler kendi aralarında bile bölünerek fikri, edebi üretim yerine yalnızca basit raporlarla iş yapıyor görüntüsü veriyor. Elbette buna kültür, eğitim bürokrasisinde işi bilenlerin sindirilmesi yahut muhalif cenahta yer alışı nedeniyle verimsizliğine ek, etkinliklerle, cazcıyla türkücüyü bir araya getirmeyi marifet bilen yüksek bütçeli panayırlarla esas meseleyi gözlerden kaçıranları da eklemeli.
Kabul etmek gerekir ki, Ayasofya’nın açılışından, Kemalizmin ana güzergahındaki uygulamaları kaldırışına kadar sahici Kültür Savaşı fikri yalnızca Cumhurbaşkanı Erdoğan’da var!
Erdoğan’ın Cumhuriyet’in 2. asrına girerken bu kazanımları koruma adına güvenlik siyasetindeki gibi temelli, sağlam politikalar için esaslı ve sahici bir
- Kültür aklı-tini,
- Vasıflı bir entelijansiya,
- Şûrâdan icraya, tesirli güzideler sınıfı,
- Gözüpek uygulayıcılar şekillendirmesi gerekiyor.
Bunun için öncelikle hali hazır tüm aktörlerin sahneden alınması icab ediyor.
Siyasetin güdümünde olmayan bu düşünür sınıfı, entelijansiya zamanın-tarihin-medeniyetin ruhunu geleceği şekillendirecek kanalların kendi mecraında verimli akmasını sağlayacak.
b. Paradigma-Program
Kültür Savaşı verebilmek, Kültürel İktidar kurmak için hayata-dünya sistemine-Kemalizme karşı bir sözünüzün olması gerekir.
21 yıllık iktidar döneminde milli-yerli, İslamcı, radikal, tarikat ve cemaatçileri bir araya getiren hikaye; Kemalizmin dindar, muhafazakarları dışladığı söylemi, merkez-çevre uygulaması artık nihayete erdi. Bir anlamda deniz bitti…
21 yıllık siyasi iktidara ek, 28 Mayıs’taki yeni başarı tüm “bize şurada burada yer vermiyorlar” yakınmalarını ortadan kaldırdı.
“CHP zihniyeti bizi dışlıyor” retoriğiyle 21 yılı üretmeden geçirdikten sonra moderniteye, kapitalist dünya sistemine, Kemalist kültür ve zihniyete mukabil dört başı mamur paradigma, program ve düzen kurma vakti geldi.
Cazip bir ekonomi, İmparatorluk demografisini, devlet mekanizmasını sürdüren Türkiye’yi ve millet bağını güçlendirecek bir adalet sistemi, radikal kamucu nizam, eğitim ve akademi tesisi de bu paradigmanın doğru kurulup eksiksiz yürütülmesiyle ilgili.
Liyakatsizlikten, yetersizlikten şikayet edip ahlak vurgusu yapan namlı-şanlı hocaların bile kendi çocuklarının tezlerini yazıp sisteme soktuğu, kişiye özel ilanlarla alımların yapıldığı, dini-seküler şebeke ve cemaatlerin yetenek öldürdüğü, başkasına hayat hakkı tanımadığı, tezlerde sadece aktarımlara müsaade edilen akademi, eğitim sisteminin yık-yap usulüyle yeniden inşası da bu kültür aklının, paradigmanın neticesinde şekillenmesi icab ediyor.
- Kültürel İktidar ve kulturkampf’ın yolu Milli Eğitim’den, yepyeni bir müfredattan… ders kitaplarından tüm eğitim materyaline kadar 1071’den sonra şekillenen zihniyet dünyasının çağdaş versiyonunu gençlere eğitim kanalıyla gösterilmesinden geçiyor.
Müfredat Kemalizmin yaptığı kesintileri, kopuşları kaldırarak Osmanlı’dan günümüze devamlılığı sağlamak, medeniyet unsurlarını dinamik kılmak, özellikle Tanzimat’ta ortaya çıkan İslam-laiklik ikiliğini net biçimde belirleyerek asıl yönümüzün Batılı kapitalizm olmadığını, Mekke ve Türkiye merkezli bakış açısıyla anlatmaya odaklanmalı.
- Müfredat dijital tekno-kültür gerçekleri ve enstrümanları üzerine şekillense de yeni bir tarih yazımı, tarih felsefesi ortaya koymalı.
Kemalizmin tarih tezi, tarih felsefesi ve yazımı tümüyle gözlerden ırak tutularak, özellikle 1071 sonrasındaki devlet, millet, değerler, toplum ve birey gelişimi sahih ve sahici biçimde elbette öncelikle eğitim kanallarında gözler önüne serilmeli.
Kemalist karalamalar, yok saymalar, çelişkiler, mitolojik ve İslamsız Türk vurguları, yersiz kahramanlaştırmalar, Kemalist kültçülük, hamasetler yerine hakikatleri dijital tekno-kültür gençliğine özgü bir aktarım biçimiyle yazmalı.
- Öteki ile etkin mücadele için kök-değerleri güncelleyerek tekno-hüman’a taşımayı başarmak gerek.
Bu amaçla günümüzde iletişim kanallarında çokça yer verildiği gibi Aristo ontolojisini, Yeni Platonculuğu yani felsefe ders notlarını anlatma yerine küresel kültürün enjekte ettiği ideolojiye karşı kendi değer sistemimizi dijital tekno-kültür felsefesiyle birlikte inşa etmeliyiz.
Feminizm, unisex birey, eşcinsellik, müphemlik, hiyerarşi-otorite karşıtlığı, açık uçluluk, post-truth, hazcılık, ego, tüketim, gayrı insani konfor, maaşlı burjuva, kendilik adı altında marjinal bireycilik, faşizm, göçmen karşıtlığı, relativizm, evden kaçmaya övgü gibi cari değerlerin karşısına…
Diğerkâmlık, çelebilik, düşeni kaldırma, imece, başkasının ayıbını örtme, nezaket, empati, Müslüman kardeşliği, iyinin kökeninin insandan değil Allah’tan geldiği, ilkelere, ideallere, büyük anlatılara sadakat, gibi pek çok erdemi dijitalin, görselliğin, sinemanın, uygulamanın eşliğinde propaganda etmeden “yaşatarak”, “tecrübi” mantıkla işleyebilmeli.
c. Uygulama Araçları
Kültür Endüstrisi’nin matbuattan sinemaya, tasarıma, oyuna, sosyal medyaya, gastronomiye, galerilere, müziğe dek etkili 11 aracı var. Günümüzde tesiri gittikçe azalanı ise selüloza dayalı matbuat… gazetelerin, kitapların, dergilerin takipçileri gün geçtikçe azalıyor. Dijital içerikler matbuatın yerini alıyor. Bu nedenle kültür kanallarının daha çok “içerik üretimi”ne dönmesi gerekiyor.
2000 öncesinde yaygın “adam adama ileti” yani yurtlar, okuma grupları, epistemik cemaatler yerine “tam saha markaj”a geçmek daha etkili sonuçlar verir.
- Tıptan genetiğe yazılımdan tasarıma çok büyük ve güçlü dijital kadrolar, birikimler oluşturulmalı.
- Belirlenen paradigma etrafında Kültürel İktidar için sinema-dizi, dijital içerikler ve günümüz okuma pratiğine uygun matbu eserlerin öncelikli kullanılması icab ediyor. Bilhassa sinema ve diziler hamasetten, propagandadan, ders vermekten, basitlikten uzak bize özgü erdemleri mihver alacak bakışla çok güçlü şekilde desteklenmeli, sektör büyütülmeli.
- Youtube, sosyal medya, oyunlar, bloglar, uygulamalar üzerinden kaliteli, sahih, çekici içerikler üretilmeli. Yeri geldiğinde yeni müfredatın unsurları bu dijital araçlara didaktik olmayan tarzda yüklenmeli.
- Kültür mekanları da günümüz anlayışına göre düzenlenerek artırılmalı. Ders çalışma alanları kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak gençleri kendisine çekerken dijital tekno-kültür kütüphaneleri, gerçek ve dijital galeriler, sergiler, festivaller, fuarlar, gösteriler, müzeler, arşivler teşekkül ettirilerek paradigma yaygınlaştırılmalı.
- Klasikler, temel yayınlar uygulamalar vasıtasıyla dijital kanallara aktarılmalı. Yalnız edebiyat ürünleri değil düşünce tarihinin ana gövdesindeki eserler de kapsamlı ve vasıflı uygulamalarda yerini almalı.
- Hasan Âli Yücel’in çevirileri hatta İstemihan Talay’ın ulaşılabilir yayımcılığı gibi yine bildik kitap üretimi, belli sayfa sayısı gözetilerek, önceliği elbette medeniyet kaynaklarımız olmak üzere gerekirse kısaltılarak gençlere ulaştırılmalı.
- Derinlikli, evsaflı entelijansiya oluşturma adına ciddi dergilerin yayımlanması gerekiyor. Siyasetin ve iktidarın bunu doğrudan belirlemesinden çok ön acıcı politikalar geliştirmeye önem vermesi elzem.
Mesela, yıllardır bize özgü bir iktisadi anlayış ve düzen geliştiremediğimiz açıkken bu açığı kapacak, Türkiye’ye yön verecek bir iktisat dergisi bulunmuyor. Eleştiriden çekinmeden temel referans kaynaklarımız üzerinden ihya ve inşa öncelikli ekonomi yayını, çevresi diğer tüm sahalardaki gibi teşekkül ettirilmeli.
Umran | Sayı: 347 | Temmuz 2023