İÇİNDEKİLER
Önsöz
Yeni Dünya Sisteminin Kodları
Kapitalist Dünya Sisteminin Kısa Tarihi
Küresel Salgın Düzeni
Avrupa Merkezci Tezlerin Çöküşü
Sistemin Ulus Devlet Çıkmazı
Çok Kutuplu Soğuk Savaş ve Devletçi Neoliberalizm
Neoliberalizm Çökerken Kapitalizm Ölümsüzleşirken
Yükselen Kıyametçiliğin Gölgesinde Post Neoliberal Dönemin İzleri
Dünya Sisteminin Kurucu Kararsızlığı
Akdeniz’e Sahip Olan Dünyayı Alır!
Mülteci Yaratarak Var Olmak
Amorf, İmitasyon, Bitkisel Et
Dünyayı Savaşlar, Salgınlar, Felaketler Değiştirir
Sistem Karşıtı Hareketlerin Çıkmazı
Dünya Sistemi Üzerinde Osmanlı Hayaleti
Yeni Dünya Sistemine Karşı
İndeks
ÖNSÖZ
Dünya sistemi krizlerle varolur, güncellenir, yenilenir. Avrupa zihniyetinin belirginleştirdiği kapitalist dünya sistemi ekonominin yönlendirdiği siyasal, kültürel, toplumsal dönüşümleri ifade eder. 17. yüzyılda dünya sistemi özelliği kazanan kapitalizm, modernite 19. asırdan bu yana tüm etnik-dini-kültürel yapıları, devletleri, milletleri istediği gibi şekillendiriyor. Dünya sisteminin kavramları, eko-politiği, araçları, felsefesi bir şekilde yeryüzündeki tüm insanların gündelik hayatını belirliyor.
Feodalitenin çökmesinden bu yana kapitalist dünya sistemi farklı evrelerden geçti.
Osmanlı İmparatorluğu, biz Türkler uç vermeye çalışan kapitalizmi kıta Avrupası’nda 400 yıl tutmayı başardık. Ulus devletleri, küresel ticareti, finans kurumlarını, Rönesans ve Reformu… toptan bir medeniyeti şekillendiren burjuva zihniyeti sanayi kapitalizmi, finans kapitalizmi, refah devleti, neoliberalizm aşamalarından geçerken her bir dönemde kendine özgü teknik ve teknolojik gelişmeleri, felsefi ve dini düşünceyi de üretti.
Neoiberalizm postmodern düşünce, küreselleşme ve dijital devrim ile siyasal alanı, dini düşünceyi, yeni kuşakları, kültürel sahayı “eski dünya”dan tamamen kopardı. Dünyada yeni yeme-içme kültürleri, yeni epistemolojik kanalları, yeni gündelik hayat pratikleri, insan ilişkileri; haliyle yeni kaygıları, korkuları, endişeleri, talepleri ve savaşları doğurdu. Bu ortamda neoliberalizme dayanan dünya sistemi doktrini, insanların ihtiyaçlarını karşılayamadığı gibi memnuniyetsizlikleri artırdı.
Soğuk Savaş’ın nihayete ermesine rağmen merkez ülkelerin başındaki ABD tek kutuplu sistem kurmaya çalıştı fakat başarılı olamadı. 11 Eylül rejimi çok kutuplu sistem taleplerini ortaya çıkardı. 2008 krizinden sonra artık küresel şirketlerle ulus devletler arasındaki çatışma orta ve alt sınıflarla savaşa dönüşünce ortaya neo faşizmler, popülist siyasetler çıktı.
Avrupa ülkelerinde bile “güçlü devlet” talebi belirginleşince mülteci, yabancı, İslam düşmanlığına dayalı zihniyet yeni düzeni kurmayı bırak varolan görece istikrarı bile bozdu. Üzerine Doğu Akdeniz potansiyel çatışma alanı da gelince tam bir fetret dönemine girdik.
Çin ihracata yönelik ekonomisiyle kutup başı gibi davranınca Trump’ın Ticaret Savaşı’na maruz kaldı; dünya Çin’in üretim gücüne muhtaçtı ama Çin’de dünya pazarına… Neoliberal küreselleşmede üretim her sahada arttı fakat ücretler yerinde saydığı için kapitalizmin klasik çelişkisi devreye girdi ve tüketim azaldı. Likidite fazlalıkları yatırımlara, sosyal yardımlara, sağlık politikalarına, istihdama değil yine kredilere aktarılınca sistem kangren oldu. Trump BM kürsüsünde açık açık çok uluslu şirket mantığını ve düzenini bitirdiğini ilan etti. Neoliberalizm çöküyordu.
Eski dünya sistemi ölemedi, yeni dünya sistemi doğamadı…
Liberal Batı, Tarihin Sonu ile “bundan daha iyisi olmaz” dese de neoliberalizmden bıkan Polonyalılar güvenlik kaygısı, garantili bir hayat, sürekli huzursuzluğa karşı rutin, belirsizliklerden kaçmak için “kapitalizmden kapitalizme geçişin zor ve zahmetli yolu” olarak gördükleri sosyalizme yeniden dönmek istediklerini açıkça söylüyorlardı.
Bu aşamada dünya sisteminin imdadına korona virüsü yetişti.
Virüs salgın boyutuna gelince refah küreselleşemedi ama hastalık küreselleşti. Bu konjonktürde sadece Batı medeniyetinde değil dünyada “anlam” kaybı yaşandı. Huzurevlerinde ölüme terk edilenler, yaşlıları kendi haline bırakan Darvinci doğal seleksiyon politikası, sağlık güvencesi olmadığı için hastaneye alınmayan ve korona yüzünden ölen çocuklar, AB’den gerekli yardımı alamayan İtalya, İspanya, Balkan devletleri, tüm dünyanın bir anda eve kapanması, bomboş sokaklar, tüm dünyaya hayatın anlamını, “doğaya tahakküm” etme hastalığının yanlışlığını, acziyetimizi, zayıflığımızı, sadece kendini düşünen jiletli teller ören bireysel çıkarcılığımızı sorgulamaya götürdü.
Değişimler, dünyadaki dönüşümler “yaratıcı yıkım”lar bunalımların değil “travma”ların, büyük savaş, salgın, felaketlerin sonucunda gerçekleşir. Biz şu an bir şey “vuku bulurken” hayatta olmanın şahitliğini yapıyoruz. İnsanları harekete, korkuları, kaygıları geçirir. Cengiz Han’ın almadan önce Buharalılara “Ey Buhara şehri, hangi büyük günahı işlediniz, hangi Tanrıya inanıyorsunuz bilmiyorum ama O Tanrı beni sizin başınıza bela olarak gönderdi.” dediği rivayet edilir, bu bela şimdilerde korona virüs gözükse dahi aslında kapitalizmin kendisidir!
Dünyada insanlar olaylardan, şahıslardan, yönetimlerden şikayet etse bile “bütün modern kötülüklerin anası” kapitalizmi, sistemi eleştirmeye girişmez. Görece konfor insanların gözüne mil çeker.
Müslümanlar, biz Türkler kapitalizme en fazla düşman olması gerekenleriz, İslam’ın, Peygamber Efedimizin, Kerim Devlet’in tekelleşmekten, kul hakkı yemekten, stokçuluktan, faizcilikten, karaborsacılıktan, manipülasyondan, sermaye temerküzü için yaşamaktan uzak hayatı ve uygulamaları, postkorona döneminde bizim için en büyük referans. Bu yolda öncelikle kapitalist dünya sistemini iyi analiz etmek, doğmakta olan doktrini ön görmek gerekir.
Bu kitaptaki çabam Allah’a, doğaya, İslam’a, safiyete, fıtrata, insana savaş açan bu sistemi tanımak, bir hassasiyeti büyütmek, Müslümanlara ve insanlığa “tepenin arkasındaki”ni gösteren Nebevi ikazı yeniden hatırlatmaktır.
Keçiören – 31.03.2020