Kitabınıza adını veren kavram ile başlayalım. Nedir Neoliberal İslamcılık?
Neoliberalizm 1970’lerde Keynesyen teorinin artık kapitalistler tarafından çok fazla kullanışlı bulunmamasından sonra ortaya çıktı. Kapitalizmin kendini yenilemesi haliydi. Neoliberalizm Türkiye, İran, Pakistan ve diğer İslam ülkelerini de etkiledi. Türkiye’de de 12 Eylül darbesi ile eski usul ortadan kalktı ve 24 Ocak Ekonomi kararları burada kritik önemdedir. Turgut Özal’ın yaklaşımından sonra İslamcılar güçlendi, güçlendirildi. Dindar, muhafazakâr kesim yükseltildi. Neoliberal teorinin iktisadi boyuttaki merkez-çevre ilişkisi sosyal boyuta da yansıdı. Özal ile birlikte çevredekiler Kürtler, Aleviler, İslamcılar, dindarlar, tarikat ve cemaatler merkeze yakınlaştı. Mesela o dönemde bir cemaat lideri ölmesinin ardından daha çok küçülecekken Özal’ın desteklemesiyle beraber televizyonları falan oldu, güçlendi, büyüdü.
Işıkçılar’ı mı kastediyorsunuz?
Evet onları kastediyorum. Vakıflar, STK’lar, İslami bankacılıkla beraber İslamcılar, dindarlar merkeze doğru yaklaşmaya başladı. 1980 öncesinde dindarlar, İslamcılar kendilerini sistemden soyutlayarak başka bir dünyayı en azından gündelik hayatlarında inşa etmeye çalışırken biraz Habermasçı söylemle kamusal alanın genişlemesiyle beraber -çünkü kamusal alanı neoliberalizm genişletiyor- merkeze gelmeye başladılar. Genişleyen alan içerisinde İslamcılar dediler ki; biz de bunun içinde yer alacağız. “Nasıl olacağız? Dindar kimliğimizle olacağız. Peki eski iddialar devam edecek mi? Hangi iddialardı bunlar? 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında özellikle tercüme hareketleri ile beraber Pakistan ve Mısır etkisindeki hareketlerin kurucuları yani Mevdudi’nin İslami Hükümet Programı, Seyyid Kutub’un İslam Devleti teorisi. İşte bunlar tamamen rafa kaldırıldı, eski dünyada kaldı. Neoliberal İslamcılık 1990’lı yıllarda post-modern teorinin de gelişmesiyle beraber çoğulculuk, bir arada yaşamak, çok kültürlülük kavramlarıyla beraber devletin sadece elit kesimlerinin nüfuz edebildiği alana gelmeye başladılar. Çünkü o dönemlerde Kürtlerle başka etnik unsurlarla anlayış birliği var, Kemalist elite karşı merkeze kayma savunusu vardı.
Kitabınızda Neoliberal İslamcılığı 1980-1994: Sistemin neferi Radikalizm, Seküler Sufilik, Taşralı Cemaatçilik, 1994-2001: İslamcıların Para, Kariyer, Devlet ile Buluşması ve 2011 Sonrası: Neoliberal İslamcılığın İktidarı olarak tarihsel bölümlere ayırıyorsunuz. 1994 yani Refah Partisi’nin belediyeler aracılığıyla adım adım iktidara tırmanma süreci var. Sonrası malum 2002 AK parti iktidarı. O dönemde nasıl bir dönüşüm yaşandı?
Özal’ın ölümünün ardından Neo liberalizm 1990’lı yıllarda Türkiye’de tavsadı. İslamcılar bir şekilde yola girmişlerdi ama 28 Şubat ile beraber İslamcılar aslında büyük bir rövanş hareketinin kurbanı oldular. Bu tamamen İslamcılarla alakalı bir şey değildi bu sistemin kendi içerisindeki farklı kesimlerin de bir kavgasıydı. Burada tabi ki dayağı yiyenler İslamcılar oldu. Burada İslamcılar’ın iktidara gelecekleri mukadderdi çünkü Türkiye’de 2001 yılında esnaf başbakana yazar kasa attıktan sonra devletle millet arasındaki bağ kopmuştu. Bunu sağlayacak tek unsur İslami bir hükümetti. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan aslında devletle millet arasında o bağı tesis etmiştir. Dolayısıyla hem devletin dinamik güçleri hem uluslararası güçler iflas etmek noktasındaki bir Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemeleri gerekiyordu.
Recep Tayyip Erdoğan’da neoliberal İslam sürdürücüsü değil miydi?
Neo liberal İslam’da zengin ve fakir arasındaki uçurum aşırı derecede açılır. Erdoğan neoliberalizmi aslında kırdı. Sosyal devlet, refah devleti anlayışıyla fakirlere karşı müthiş şeyler yaptı. Yardımlar, sağlık sistemi en güzel örnekleri.
Erdoğan 2002’de iktidara neoliberal İslam’a karşı çıkarak mı geldi?
Karşı çıkarak gelmedi. Siyasal anlamda neoliberal tezlerle beraber Türkiye’yi bütüncül kapsayacak bir söylemle geldi. İktisadi manada iktidara geldiğiniz zaman kaynakların kullanımı konusunda yer yer değişiklikler olabilir. Neoliberalizm sürdürerek vatandaşı hiçbir zaman mağdur etmedi dolayısıyla oylarını sürekli arttırmasının nedeni mesela sağlık sistemi oldu. Biliriz ki Neoliberalizmin ilk kurbanı hep sağlık sistemleri oldu.
Kitabınızda şu ifade var: “Neoliberalizm Türkiye’de 2002 seçimleriyle birlikte etkisini çok daha hızlı göstermeye başlamış, neoliberal dönüşümü Türk Milleti İslamcılar eliyle gerçekleştirmiştir.”
Evet. Bugünkü portre bu. Öncesinde Menderes sonrasında da Özal üzerinden gerçekleştirmiştir. Özal ve Menderes liberal açılım konusunda öncüldür. Erbakan liberal değildir Erbakan sanayici, kalkınmacı ama neoliberal değildir. Özal, Menderes ve Erdoğan daha hizmet sektörü menşeeli ulaşım ve iletişime dayanan bir zenginleşmeden yanadır.
Yine kitabınızda AK Parti ve Erdoğan ve için 2011’i kırılma noktası olarak tanımlıyorsunuz. Nedir kırılma noktası?
İslamcılar iktidara geldikten sonra devleti ve Türkiye’yi İslami manada dönüştürme işinin o kadar da kolay olmadığının farkına vardılar. Çünkü devletin içerisinde devletin kendi refleksleri içinde çok fazla kesim var 2007 yılını hatırlayın 27 Nisan’ı, Cumhuriyet mitinglerini, Danıştay saldırısını düşünün eğer Danıştay saldırısında suikastçı yakalanmamış olsaydı iş gerçekten zordu. Sonrasında MİT Müsteşarı’nın gözaltına alınmak istenmesi, Gezi Süreci, 17/25 Aralık’ı düşünün. Burada 2011 yılında Erdoğan daha İslami politikalar uygulamaya başladığı anda liberal sol kesim saldırıya geçti. Erdoğan o zaman liberal aydınlarla ilişkisini bitirdi. AK Parti ile ittifak yapmış olan sol liberal, Kürt milliyetçiliği ve Gülen Cemaati de ayrışmaya başlıyor. Buradaki temek kıstas İslami bir doku, renk devlette, kamuda sergilenmeye başlandığı anda sizi etkisizleştirmeye başlıyorlar.
Kitabınızdaki “2013 eşiğini geçerken İslamcılar” bölümü en ilginç kısımlardan. Burada Gezi Olayları ve ardından gelen 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının İslamcılar’ı Erdoğan’ın arkasında birleştirdiğini söylüyorsunuz. Neden oldu bu?
Gezi olaylarına, 17- 25 Aralık darbe süreçlerine baktığınız zaman darbeye karşı aynı şiddetle cevap verme ile 2013 eşiği aşıldı. İşin gereği yapıldı. 2013’de İslamcılar devleti tanıdı. İlk defa devlete nüfuz edip edememe konusunda irade ortaya koydu ve başarılı oldular. İslamcılar burada “devletlu” oldu.
Ne demek “devletlu” olmak?
Devlet idaresinde yer aldı demek. Daha önceki refleks neydi? Devlete gelirsiniz Erbakan’ın başına geldiği gibi Başbakan olursunuz devletin bazı kuralları vardır. Sınır çizilir siz onu aşarsanız indirilirsiniz ama Recep Tayyip Erdoğan bunu 2013’de kırdı. Özellikle Gezi olaylarındaki duruşuyla. Çünkü hatırlarsanız Erdoğan yurtdışındayken taviz verelim anlayışı vardı. 3-4 gün sonra Erdoğan yurda döndüğünde ver ve kurtul anlayışına biz ve ötekiler tarzını ikame etti. Bu sefer İslamcılar da Recep Tayyip Erdoğan’ın yanına gelmeye başladılar. Şimdi hem Gezi olaylarında hem 17-25 Aralık sürecinde hep söylenen şudur: Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı devlet 1990’lara döner ve biz bulunduğumuz alanları, imkânların hepsini kaybederiz. Dolayısıyla burada benim söylediğim şu: 2013 eşiği İslamcı bir irade ile kendisine karşı yapılabilecek hareketlerin hepsini bertaraf etme becerisini gösterdi. Bu da İslamcı kitlenin Erdoğan’ın arkasında durmasına karşısındaki kitlenin de daha sertleşmesine neden oldu. Burada artık psikolojik sınır şu: “Ya sen gideceksin, ya biz gideceğiz” İslamcılar 2013 eşiği ile yenilme ihtimalini zihinlerinden çıkardılar.
Kitapta “İslamcılığın 2015 Kırılması” başlıklı bölümde “Erdoğan 2002’de başlattığı hareketi tahkim ederken dolaylı olarak da İslamcılığı, Akif ve Necip Fazıl üzerinden yeniden İstanbul/Osmanlı İslamcılığı ile tanıştırıyor” demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Cumhuriyetle beraber İslamcı tezler, İslamcı kadrolar geriledikten sonra malum Demokrat Parti’nin açılımıyla beraber İslamcı tezler kuvvetlenmeye başladı. 27 Mayıs burada kırılma noktasıdır. Hem tercüme hareketleri ile beraber hem de İslam Devleti teorisi ve Türkiye’deki bütün tarikat ve cemaatler kendi içlerinde farklı kollara ayrışmaya başlıyor. İslamcılar farklı tez getirmekten ziyade farklı öbekler altında bir var oluş mücadelesine giriyorlar. Burada devleti İslami olarak görmedikleri için kendilerini devletten uzaklaştıran bir niyet oluştu. Bu İstiklal Marşı’nın kabul edilmemesine kadar geldi. Hatırlarsanız 12 Eylül’ün gerekçelerinden biri de MSP’nin Konya mitingindeki İstiklal Marşı protestosuydu. Oysa İslamcılar devletle milletle bağlarını güçlü tutmuşlardı. Milli ve yerli olan dendiğinde İslamcılar bunu otomatik olarak milliyetçiliğe MHP’liliğe kaydırıp sizi ötekileştirirdi. AK Parti iktidarı boyunca İslamcılık biraz milli ve yerli kavramlarından öte farklı boyutlarıyla tartışılmaya başlandı devlet, millet, bayrak, İstiklal Marşı kavramlarını kullandığınız zaman milliyetçi olarak tarif edilirken 2015 yılından sonra bu tamamen kırıldı.
2015’den sonra daha önce eleştirilen milli ve yerli İslamcılık 2015’den sonra artık iktidara oturdu mu diyorsunuz?
Evet oturdu. Bu da neyle oldu HDP’nin Türkiyelileşme projesi PKK’ın Temmuz Ayı sonrasındaki hareketinden sonra olmaya başladı. Aslında AK Parti’ye oyu veren kitleler tarafından böyle algılanıyordu zaten.
Yerli ve Milli İslam’ın mimarı Erdoğan mı?
Evet Erdoğan belirleyicisi oldu. Erdoğan olmasaydı 7 Haziran’dan sonra Türkiye nasıl bir şekil alabilirdi? 1 Kasım seçimleri olabilir miydi? 1 Kasım seçimleri olmazsa Türkiye’de İslamcılığın yönü nereye evrilirdi?
Yine aynı bölümde çarpıcı cümlelerden bir tanesi de Erdoğan önce sol liberalleri, sonra Gülen Hareketi’ni ihanet eden başka unsurları trenden indirmeyi trene devletin temel direklerini almayı başarmıştı” diyorsunuz. Kim bu temel direkler? Türk Silahlı Kuvvetleri mi?
Asker de var bunun içinde devletin güvenlik kurumlarını anlamak gerekiyor. Burada söylemek istediğim şu devletle millet arasındaki bağı Recep Tayyip Erdoğan kurmuştu. Bu anlamda Erdoğansız bir devlet ve millet hayatının kargaşaya gireceği konusunda devlet sistemi hem fikir. Dolayısıyla burada kimse ahengi bozma meraklısı değil. Şimdi bir Balyoz Ergenekon süreci yaşadık mı itham altındaki askerlerin hepsi beraat etti aklandı. İslamcıların 2013 eşiği de 2015 eşiği de devlete araçsal bakmalarının tamamen kırıldığı bir eşik oldu. Artık devlet ile İslamcılar arasındaki bağ birbirini kullanmanın ötesine geçti, varoluş tarzına girdi. 1980’li yıllarda aynı tezleri savunduğunuz Kürt hareketine karşı bugün operasyonların kayıtsız şartsız devam edilmesini savunuyorsunuz dolayısıyla iş bu raddeye geldi. İslami anlamda da İslamcılık anlamında da tezlerinizle devlette var olmayı başarabilecek misiniz? 2015 eşiği bunu gösterdi ki bu başarıldı. Bu da neyle oldu İstiklal Marşı ile bayrak ile barışarak oldu. Devletin güvenlik bürokrasisi İslamcıların haricinde başka bir siyasi yapının Türkiye’yi domine edemeyeceğini gördü. AK Parti iktidarı gidebilir ama bir sonraki aşama yine İslamcı tezleri barındıran başka bir siyasi hareket olabilir. Bunun haricinde bir şey olamaz. Denediler merkez siyaset ülkeyi domine edemedi. Devletin güvenlik bürokrasisin temel dinamiklerde pür İslami bir şey mümkün değil ama genel kanaat olarak İslamcıların olmadığı bir Türkiye’nin çok da yol alamayacağı aşikar. Onlarla ortada buluşuldu. Ulusalcı olamayan milli ve yerli hassasiyet askerlerle İslamcıları bir araya getirdi.
Peki bu İslamcılığın hedefleri ne?
Ben buna Türk İslamcılığı demeyi benimsiyorum. 27 Mayıs’tan sonra çok kaba bir ümmetçilik İslamcılarda savunulmaya başlandı. Yani Anadolu toprakları olsa da olur olmasa da olur tarzında içi boş bir ümmetçilik kavramı etrafında milli ve yerlilik mevzusu geriye atıldı. Hâlbuki Mehmet Akif şunu söylerdi önce İstanbul’u kurtaralım eğer İstanbul elden giderse İslam elden gider diyor. 2013 ve 2015 eşikleri tam olarak Anadolu merkezli bir İslamcılık düşüncesinin yerli yerine oturduğunu gösterdi. Türkiye’deki İslamcılar buna geldi. Bu anlayış şu an iktidar. Recep Tayyip Erdoğan bunun siyasal anlamda en görünen yüzü. Bu anlayış devletlu oldu. Önce Türkiye’nin güçlenmesi büyümesi ve bununla beraber de diğer Müslüman ülkelere bir koruyuculuk hamilik. Neoliberal İslamcılar 2011 e kadar içi boş bir ümmetçilik kavramı içinde çırpınıyorlardı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde yeni bir İslamcılık tanımlıyorsunuz oysa biliyoruz ki haklarında 600 sayfa kitap yazdığınız Neoliberal İslamcılar AK Parti’nin kuruluşunda etkiliydiler değil mi?
Etkilediler tabi. O zaman dünya öyleydi. Onların AK Parti kuruluşunda etkisi oldu. Kabul ediyorum. Kitapta “Bir gazeteci hareketi olarak İslamcılık” bölümü var. 1990’lı yıllarda Yeni Şafak gazetesi neoliberal İslamcılık için bir kırılmadır Yeni Şafak üzerinden bir İslamcılık okuyabilirsiniz. Orada İsmet Özel ile Ali Bulaç’ın karşılıklı atışmaları vardır. Barış içinde bir arada yaşama konusunda Ali Bulaç, Neoliberal İslami tezleri savunurken İsmet Özel karşı yazmıştır. İslamcı düşünce 2000’li yıllara geldiğinde artık kendi aydınını yetiştirirken büyük oranda yurtdışında doktora yapmış orada dil öğrenmiş bir kaç yıl kalmış insanlar tercih edilmeye başlandı.
Siz bu yurtdışında eğitim görmüş AK Parti içinde yer almış bu İslamcıları Neoliberal İslamcı olarak tanımlayıp eleştiriyorsunuz. Nedir onların ortak özellikleri?
Bunlar neoliberal İslamcılar. Yakın tarihi Zührer’den dünyayı Metis, İletişim ve Ayrıntı Yayınlarından dan takip ederler. Ermenicilik ve Kürtçülük yayını yapan yayınlara da meftuniyet içerdikleri için anne babalarının ibadet, itikat ve imanlarına saygılı oldukları halde Türkiye’nin bundan uzaklaşmasını önerecek kadar topluma yabancılaştıkları için bunlar neoliberal İslamcılar.
Ermeni açılımı, Kürt açılımı hep o neoliberal İslamcı aydınların dili miydi?
Tabi tabi. Onlar neoliberal politikalardı. Ermeni tehciri konusundaki açılımlar, Kürt açılımları bunlar hep liberal tezlerdi.
Bunlar artık tasfiye mi oldu?
Sınırlarına geldiler. İşte bu aydınların yabancılığı bu meseleleri bilmemelerinden kaynaklanan bir şey.
Bu bahsettiğiniz kuşak başta AK Parti olmak üzere AK Parti’ye yakın medyada hala etkin ama değil mi?
İslamcılığın kanaat önderleri hala bu neoliberal İslamcılar. Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren gibi isimler köşe yazarlığı anlamında varlıklarını devam ettirseler bile güncel aktüel olaylara fikirleri ile altlık hazırlama gayretindeki aydınlar hala neoliberal İslamcılar ve etkililer. Artık Neoliberal İslamcılığın sınırlarına gelindi. Yeni bir aşamaya geçmesi gerekiyor.
O zaman şu anda AK Parti çevresinde İslamcılık konusunda iki anlayış tarifliyorsunuz. Bir kısım dönüşüp yerli ve millileşiyor bir kısmı da neoliberal tezleri savunarak İslamcılık yapıyor diyebilir miyiz?
Evet diyebiliriz. Neoliberallikte ısrar edenler bunun bir çıkış olduğunu 90’lı yıllardaki düşüncelerin Türkiye’de bir imkânı olduğunu düşünüyorlar ama yerli ve millilik konusuna yelken açan ciddi bir çoğunluk var. Kürt meselesi bunun kırılma noktası oldu. Bunu Erdoğan da söyledi: Benden sadece olağanüstü halin kaldırılmasını istediler ben daha da fazlasını verdim. Dil konusu olsun diğer açılımlar olsun ama bunun sonu gelmedi. AK Parti içindeki tartışma da Türkiye’deki genel tartışmada aynı bunun ucu nereye gidecek? Neoliberal İslamcılar şöyle düşünüyorlardı biz Kürt hareketine, Kürt milliyetçiliğine bu kadar yaklaşmışken onlar da AK Parti’ye yakınlaşacaklar ama öyle olmadı. Artık bir karar vermeleri gerekiyor. Ciddi bir kesim ikna oldu. 7 Haziran seçimlerinden sonra bana çok fazla İsmet Özel’e haksızlık yapmışız diyen çok kişi oldu. Bununla ilgili yazı yazdılar. 2011 yılında İsmet Özel’e çıldırmış diyenler şimdi onu kutsayan yazılar yazmaya başladılar.
İrfan BOZAN – Al Jazeera Türk – 10.03.2016