Türk modernleşmesinin en büyük sentezi 2013 yılında FED’in faizleri yükseltip dünyadaki likiditeyi, dolar bolluğunu, Türkiye gibi ülkelerde yaşanan sıcak para girişine dayalı ekonomiyi bitirmesiyle gerçekleşmeye başladı!

17. yy devlet adamı tımara dayalı eski düzenin iltimasla, “bir kereden bir şey olmaz” diyerek yasaları delme gibi dejenerasyonlarla bozulduğu tespitini yaparken düzelmenin “aksaklıkların” giderilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyordu.

18. asrın sonuna kadar Osmanlı devlet adamı, uleması Batıda dinî, iktisadî, felsefi, ahlâki yeni bir düzenin doğduğunun farkına varamadı.

Coğrafi keşiflerin neticesinde Avrupa’ya altın, gümüş akıp bilhassa askeri teknolojide yeni silahların İmparatorluğu meydanlarda yenmesinden sonra kapitalizmin, Reform ve Rönesansla birlikte Aydınlanmacı Modernitenin doğduğunu anlayabildi. İmparatorluk aklı kerim devlette, mülkü Allah’ın sayan anlayış nedeniyle feodalizme alternatif tımar sistemi üretmişti. Bu sefer üretim araçlarını, ticareti, finansı eline alan burjuva kapitalizminin özerkliği, kerim devleti ürküttü, bu sistemi de bütünüyle İmparatorluğa taşımaktan imtina etti. Faiz, tefecilik, tekel, komisyonculuk, stokçuluk, manipülasyonla beraber şahsî girişimle yatırım içeren kapitalist ekonomiyi devlet varlığına tehdit saydığı için reddetti. Tabi kul hakkını, rantla, haramla azınlık zenginleşmesini de İslami inanca mugayir görüyordu. Bu açıdan Lale devri ve akabinde 3. Selim ile gelen imalata dayalı üretim çabasını da ekonomiyi ellerinde tutan İstanbul’daki tekeller Patrona ve Kabakçı vasıtasıyla bitirdi.


Tanzimat ve Cumhuriyet Sentezleri

Tanzimat Türk modernleşmesinin ilk büyük sentezini gerçekleştirdi. Kapitalizmin ve Aydınlanmacı Batı zihninin sadece üst yapı değerlerini İmparatorluğa taşıdı. Yeni küresel ekonominin hukukunun, yaşam tarzının, Sanayi Devrimiyle patlayan seri üretim ideolojisi tüketim kültürünün önünü açtı. Fakat fabrika, sermaye, demiryolu, deniz taşımacılığı gibi asıl konularda çaresiz kaldı. Bir yandan mirastan ticarete tüm Batılı hukuku getirirken öte taraftan Şeriat’a yani İslam hukukunun uygulanmasına ve İslami kültüre ilişmedi. Memlekette ikili hukuk, ikili yaşam tarzı doğsa da azınlık elit hariç millet hayatı İslami referanslarda devam etti. 

Tanzimat yalnız kamusal sahada sentez gerçekleştirmişti; 2. Abdülhamit bilhassa “kızlı erkekli eğitim”, kadınların çalışma hayatına girmesi gibi reformlarla tabandan, kendiliğinden gelişen bir modernliği ve elbette sentezi gerçekleştirdi. İttihatçılar ve Kemalistler 1908-1924 statükolarıyla yine fabrika, üretim, küresel ticaret yapıları kurmaktan kaçındılar; Türk milletinin zihnî, kültürel yapısının ve gündelik yaşamının Batılı olmasını, maddi altyapı ve sanayiden daha önemli gördüğü için modernlik politikaları uyguladılar. İnkılaplara rağmen Batı zihniyeti elitleri aşarak topluma ulaşamadı; cebrî, cezrî radikal politikalara karşın İttihatçı Kemalist sentez kamusalı aşamadı, kitleselleşemedi, millet hayatını kapsayamadı.

Adnan Menderes ve Özal idareleri Türkiye’yi sanayi ve finans kapitalin imkanlarıyla buluşturmadı; ithal ikame ve montajcılık bile bir seviye oldu fakat kapitalizmin, ticaretin, Batıda üretilen tüketim mallarının “Anadolu içlerine kadar yayılması” için gerekli alt yapıyı inşa ettiler. Sınırlı sanayi dışında Türk ekonomisi hala rençper karakterliydi fakat millet hayatı modernlikle karşılaştı, liberalizmin imkanlarından tattı, ilk sentezleri de oluşturmaya başladı. Özellikle Özal döneminde… 

1970’de şekillenen neoliberalizm ülkeye 12 Eylül ile giriş yapıp Özal politikalarıyla hayata geçirildi. Türk milleti, faizsiz bankacılıkla faizi, paradan para kazanmayı, kerim devletten hayali ihracatla, emlakla rant elde etmeyi öğrendi, finans sektörü köylerdeki, varoşlardaki insanları da kucakladı. Modernite ve kapitalizmle sentez başlamıştı; fakat insanlar kerhen, mecburen, maslahat gibi mazeretler üreterek dar alanda sistemi uyguluyordu. 

2000 sonrasında neoliberal politikalar FED’in, küresel sermayenin sıcak para imkanlarının tesiriyle en güçlü dönemini yaşadı. Kredilendirme ve faizlerin enflasyondan yüksek olması ilkesi neoliberalizmin doğasını oluşturur. Milenyumda dindarlar, alt orta gelir grubu krediler vasıtasıyla ev, araba ve öteki lüks tüketimle tanıştı, tanışmanın da ötesine geçerek bunu bir hayat tarzına dönüştürdü. Ne de olsa “Müslüman her şeyin en güzeline layık”tı. Bir ev için cevaz verilen krediler, enflasyon oranının altında mubaha, akabinde sistemin böyle kurulduğuna, kimsenin, insanın kardeşinin bile borç vermemesi gibi meşruiyet argümanlarına dayandırılarak tam da kapitalizmin telkin ettiği “sermaye temerküzü”nü sağladı, tüketim metaı stoklamaya evrildi. 

Fakat İslamcılar, dindarlar, muhafazakarlar bu sıcak para bolluğunu “üretim aracı”na evriltmeye yanaşmadı. Tarım ürünleri mi, sanayi üretimi mi… ne gerek var, Çin’de her şey bol ve ucuzken, çiftçinin, sanayicinin kahrını çekmenin manası olmadığı gibi üretim maliyeti, Çin’den getirmekten pahalıydı… 

Deniz 2013’te FED’in küresel dolar bolluğunu bitireceğini ilan etmesiyle tükendi.


2013 Eşiği

Küresel şirketlerin sıcak paraları Gezi, FETÖ darbe girişimleri, terör, Kobani olayları, hendek çatışmalarıyla ülkeden çıkmaya başladı. 

Gezi ile beraber küresel düzen Türkiye’den neoliberal siyasallığı mutlaklaştırmasını istedi; çok kültürlülüğü siyasal ve anayasal zemine taşıma, müphemliği yaygınlaştırma, Türkiye’nin Nomosu, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza-İslami kültür ve düzen bilincini yok etmeye yönelen İstanbul Sözleşmesi gibi kültürelliğin kamusal garantiye alınmasını dayattı. Fakat bu politikalar beraberinde siyasi sentezleri zorunlu kılıyordu; ulus devlet mekaniği terörle, neoliberal siyasallıkla uzlaşmaları reddetti; darbe fırtınası ister istemez güvenliği, huzuru öne çekti. 

15 Temmuz sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm kuvvet komutanlarını Millet Camii’nde sabah namazına götürdü. Siyasi zeminde 7 Haziran seçimleri sonrasındaki CHP ile ittifak girişiminin Erdoğan tarafından akamete uğratılması “iki kutuplu siyaset”in yönetim sistemi haline getirileceğinin işaretiydi. Öyle de oldu… İttifaklar sistemi yeni bir siyasal alan kurarken iktisadi vaziyet alışılmış AK Parti konforunun gerisine düşmeye başladı. 

Çünkü Cumhur ittifakı, küresel şirketlerin Türkiye’de yatırım yapma tercihlerini büyük oranda bitirdi.


Yeni Bir Sentez mi, Ekonomi Modeli mi?

Sıcak para ekonomisinin özellikle yeni sistemle bir daha gelişmeyeceği anlaşılınca “üretim merkezli” anlayış güç kazanmaya başladı… fakat geç kalınmıştı. 2018’de FED likidite politikasına geçip ülkeye de dış kaynak girince, hükümet KOBİ’leri büyütmek ve genişletmek için ciddi yatırım yaptı. Yeni bir ekonomi modeli, One Minute ile başlayıp Dünya Beş’ten Büyüktür ile gelişen ve Transatlantik-Avrasya dengelemesiyle devam eden küresel siyasette yol ve yön arayışının bir versiyonu, biraz da “mecburiyeti” olarak gelişti. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politika faizlerini düşürüp üretim ve ihracatı artırmaya yönelik ekonomik kararları, salgın ve salgının yol açtığı küresel enflasyon, ABD-Çin arasındaki Ticaret Savaşları konjonktürüyle birleşince epey sıkıntıya yol açtı. 

Geçtiğimiz aylarda kur korumalı lira vadeli mevduat hesabı ile Türkiye’de insanların kapitalizme ne kadar eklemlendiği çok bariz biçimde görüldü. 2020 haziranında hükümetin salgında gerileyen ekonominin canlanması için bankaların 0.64 kredi vermesinin önünü açınca laik-dindar ayırt etmeksizin kredileri çekenlerin ikinci, üçüncü araba, dolar, altın almasıyla başlayan süreçte alt gelir grubundakilerin bile çılgın gibi “nereye yatırım yapacağı”na takması, kazancının değerini koruma, hayatını devam ettirme, çocuklarının geleceğini düşünme gibi doğal hayatın reflekslerinden öte rantiye gibi davranması artık kapitalist zihniyete büyük oranda eklemlendiğimizi gösteriyor.


Faizi İçselleştirmek

Kur korumalı politikadaki mevduatın faiz olduğu ve politika faizini düşürme ile çeliştiği de bizdeki sentez ve melezliğin ayrı bir göstergesi.

İslamcıların bir kısmı kur korumalı mevduat sisteminin faiz olmadığını iddia ederken bir kısmı onun da faiz sayılması gerektiğini belirtirken mesele faizin azı veya çoğunun haram olup olmamasına geldi. Neoliberal modeldeki enflasyonun üstünün faiz görüldüğü, enflasyon oranının altının tolere edilebileceği, riba ile faizin ayrı olduğu yaklaşımlarına karşı, cılız “azı, çoğu farketmez hepsi haram” çıkışları gelse de millet hayatının faizle, krediyle, spekülasyonla, asimetrik bilgi elde edip kurdan zengin olmayla meselesinin olmadığı kesinleşti. 

İster yeni bir model olsun ister sentez, cari finansal işleyiş dışı bir model üretilemediği gibi tartışılmıyor bile… Bu da bizde kerim devletin yalnızca devlet merkezli kazanma, rant, kısa yoldan zengin olma, talan kültürünün bir şekilde devam ettiğinin de belirtisi. Açıkçası milletimizin, üretim odaklı ekonomiyi taşıyabileceği de şüpheli… Protestan ahlakını içselleştiremeyen milletimiz, zenginleştikten sonra üretimi kesip emlak rantı üzerinden yaşamayı, “kefenin cebi yok” gibi kanaatlerle köşesine çekilmeyi ister. Yabancının, göçmenin üretime katılmasını, angarya işlerde çalışmasını talep ederken onların kazanmalarını, kendilerine ait hayat kurmalarını ise kıskanır, tahammül edemez. Haliyle küresel likidite ile alışkanlıkları ve davranışları borçlanarak yaşamaya, konfora göre belirlenen insanımızın, hizmetler sektörüne bile sıcakken üretim bantlarına hep mesafeli durması üretim ekonomisinin geleceğini sorunlu kılıyor.

İslamcıların sentezde, melezlikte kendini bulmalarının temellerinin başında kamusal alanı, devlet mekanizmasını dönüşümden ziyade ele geçirilmesi gereken saha olarak görmeleri geliyor. Anlaşılıyor ki bunca zaman içinde aydınından münevverine, bürokratından siyasetçisine bir ekonomi programı ve fikri, toplumsal hayat ile kamusallık ve dünya sistemi ilişkisi düşünmemişler. 

Gündelik yaşamanın, vartayı atlatmanın, imkanları değerlendirmenin, verili bekaları pragmatize etmeyi esas almışlar. İslamcılar temas ettikleri Milli Görüş geleneğinde Erbakan’ın İslami dinar, Adil Düzen, D-8 çabasını sol-liberallerin gözüyle somut olmayan ütopyacılık şeklinde değerlendirme ukalalığıyla esasında toptancı, bütüncü, kapsamlı bir dönüşüm fikrine hiçbir zaman yatkın olmadıklarını da göstermiştir. 

Yeni ekonomi programında Erdoğan’ın etrafındaki destekleyici kalabalıklara karşın aslında yalnız yürüdüğü İslamcıların aşırı gerçekçiliklerinden, somut arayışlarından belli.


Türkiye Merkezli Sentez

Gezi ile başlayan darbe fırtınasından sonra geliştirilen bir başka kalıcı sentez ve melezlik özcü icraatların eşliğinde gerçekleşmiştir. Ayasofya’nın ibadete açılması, Taksim’e cami yapılması, AKM’nin inşaatıyla Suriye ve Libya’dan Karabağ’a operasyonlar, doğu Akdeniz’deki etkinlik alanıyla Trans-Atlantik’e yönelik çıkışlar Türkiye merkezli bir yönelimin uluslararası platformda bilhassa Müslümanları kuşatmaya yönelik gelişeceğini de gösterir. 

Çok kutuplu yeni Soğuk Savaş düzeninde Türkiye’nin bölgesinde ve Müslüman hinterlandında denetimi ele alma kapasitesi Ayasofya iradesine eklenebilecek bir Hilafet esvabıyla gerçekleşebilir. 

Kapitalist ilişki biçimlerine entegre edilmiş, neoliberal Türk milleti, bünyesindeki seküler ve laik damarın daha güçlenmesiyle ikame edilen melez doktriniyle İslam dünyasına yeni bir rol modellik getirebilir. Suudların kısa süredeki aşırı modernleşmeleri, Arap Baharı’ndaki toplumların siyasi taleplerini hayata geçirememeleri, istikrarsızlık ve çatışmadan uzak kalma eğilimleri “müphem melezliğimizin” öncülüğüne vesile olabilir. Bu elbette paralelinde Türkiye’yi iki blok arasında, iki farklı modelin sentezi uğruna yalnızlaştırabilir de!

Sentezciliğin, müphemliğin, melezliğin gelişiminde ülkedeki laik reflekslerin payı büyük. İslamcılar hala sol-liberallerin yaftalamalarının, ithamlarının etrafında kendilerini şekillendiriyorlar, İslamcı bilinçdışında iktidar hala CHP zihniyeti… 

Statükonun bu derece güçlü kalması İslamcıların yönlerini belirlemesinde çok etkili. Gezi ile başlayan evreden sonra milli-yerlilikle Cumhur ittifakına eklemlenmenin temel müsebbibi sol-liberal statükoculardır. İslamcılara yeni bir 28 Şubat’ın imkansız olmadığı kanaatini veren atmosfer 90’lardaki ittifak gibi İslamcıların kendi tezleriyle varolamayacağı en fazla ulusçu-ülkücülüğün yanında yer bulabileceği telkinini de gerçekleştirdi. Bu açıdan Diyanet İşleri Başkanı’nın açılışlara katılıp dua etmesi, kılıçla hutbe vermesi melezliğin gücünü anlatır; buna açılışlardaki Anayasa Mahkemesi Başkanının da Diyanet Reisiyle bulunmasını da ekleyebiliriz.

 

İslamcılar Ne Yapmadı?

Türkiye’de İslamcılık düşüncesi ile İslamcılar arasındaki makas son yıllarda iyice açıldı. İslamcılık İmparatorluğun umumi vasfı olarak hem dönemin Batı, küfür düzenine karşı bir kendilik kurgularken hem Hilafet etrafında Müslümanları özneleştirmeye çalışıyordu. Tabi bunları yaparken çağın getirdiklerini kendiliğe entegre etmeye, bir zihniyet, hukuk, ve kültür manasındaki Şeriat’a uyumlu kılmaya çalışıyordu. 

İslamcılar İmparatorluk döneminde “asrî’nin gövdeye intibakı” peşindeyken, Cumhuriyet’te “kendilerini dünya sistemine entegre etmeye” geçtiler. Sentez, melezlik genellikle simgeler üzerinden sağlanıyordu, özellikle Cumhuriyet’te… Başta namaz, ezan ve ibadetler, maneviyatı yaşama, sentezdeki en etkili ve asıl talepleri oluşturuyordu. Finans, faiz, kredilendirme, rant üzerinden entegrasyon ve sentez çok yeni ama en etkilisi, en tamamlayıcısı…

Eklektizmlerin başında liberalizmin İslami kavramlarla karşılanması, meşrulaştırılması geliyor… 

İslam ekonomisi uygulanmıyorsa liberalizmi, dünya sistemini İslamileştirerek var kılmanın ceremesi, Kemalist statüko altında yaşamaktan daha büyük. Belki de melezliğin normalleşmesi “düzen bu” argümanından hareketle kapitalist usulleri dinî kavramlarla ifade ederek eylemlere haklılık getirme çabasıyla vuku buluyor. Pürİslami bir eko-politik yaratılamıyorsa varolanın kötülüklerin kaynağı olduğunu her fırsatta işlemek, belirlemek gerekir. Böylece iyi ile kötü, küfür ile İslami olan dikotomisinde tercih alanları netleşebilir. Paradan para kazanmanın, emlak merkezli rantın hüküm sürdüğü ortamı ideal göstermek stratejik bir yanlış aynı zamanda. 

İslamcılar kaybetmenin acısıyla yalnız İstanbul Belediyesini öteki görüyor. Bu derece sığ, bu derece zavallı bir söylemle Türkiye’nin geleceği, ümmetin akıbeti şekillenemeyeceği gibi  eko-politik inşa edilemez. 

İslamcılar anti komünizm nedeniyle, verili “komünistler dininizi, namusunu elinizden alacak” propagandası yüzünden hiç bir zaman kapitalizmi, dünya sistemini karşılarına alamadılar, iktisadi yapıyı çözümleyerek alternatif bir ekonomi geliştiremediler. Amerikan dünya sisteminin demokrasisi İslamcıları statüko karşısında koruduğu için İslamcılar bunun diyeti olarak kapitalizme cepheden karşıtlık geliştirmedi; yeşil sermaye, faizsiz bankacılık ile kendilerine sunulan melezliğe, eklektizme boyun eğdiler. 

Bir toplum modelini, ekonomi politikasını, devlet ve kamu düzeni fikrini düşünmeden, bunu oluşturmadan yalnız pratik ve pragmatik usullerle önüne çıkan engelleri aşmaya odaklandı İslamcılar. 

Tek Parti ve 28 Şubat korkusuna, Gezi-Fetö-terör-darbe eksenli yeni “beka”ların eklemlenmesi, yeni sentezlere, melezliklere götürdü. Statüko ve vesayetin burçlarını kırma adına esasında devlet mekaniğindeki dişliler yerinden oynatıldı, bürokrasinin ve kurumların iddiasız özneleri etkisizleştirildi. Kerim devlet, tebayı bir mutabakat etrafında toparlayabilme yetisiyken, kaynakların dağıtımı gibi algılandı. Bu da bütünlük fikrinin yerine kötü bir Schmittçiliğe, millet bağının temellerini çatlatan dost-düşman dikotomisine götürdü. 

Kapitalizm insanların süfli isteklerini mutlaklaştırıp tüketim ideolojisine ekleyerek devam eder, büyür. Pragmatizmin, popülizmin insanlardaki düşük ahlaklı beklentilerini yüceltmesini İslamcılar bir veri, olgu aldı. Yüksek iyi, Müslüman etik, lümpenleşmeyen-retorikleşmeyen ideallerle de millet hayatının sürdürülebileceği hakikatine yaklaşmadan hareket ettiler. Bu da bir düzen, nizam fikrini hiçbir zaman şekillendirmedi. 

Eski düzeni tümden etkisizleştiremese bile yeni bir nizamın temel ilkelerini, ahlakını, güzidelerini, eko-politik bileşenlerini belirleyebilirdi İslamcılar.

Önceki İçerikYaşamak Varolmaya Yetmez
Sonraki İçerikTarihi Erkek Aklı Değiştirir
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.