Küresel Salgın Düzeni

Küresel ekonominin yan tesirleri yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.

Her fayda, nimet beraberinde külfetini ve yan tesirini doğurur; buna teknolojiyi ve modern kapitalizmi de eklemek gerek. Teknolojinin, tekno kültüre açtığı uçsuz bucaksız saha insan-oluşun boyutlarını da değiştirip yenileyebiliyor.

Kabul etmek gerekir ki dünya 1970’lerden sonra neoliberalizm ve küreselleşme ile farklı aşamaya geçti. Tekno kültür, yoğun üretim, yaygın ulaşım, aşırı tüketim, tedarikteki rahatlık, fabrikasyona bağlı bolluk ve ucuzluk dehşet bir konformizmi doğurdu.

İnsanlar insani varoluşlarına “ihtimam göstermek” yerine “olmayı” “sahip olmaya” evriltince küreselleşmenin yan tesirleriyle karşılaşmaya, tekno medeniyetin salgınlarıyla yüz yüze gelmeye başladı.

Salgınlar küreselleşmenin, tekno medeniyetin, neoliberal iktisadın yan tesirleri olarak 21. asra damga vuracak anlaşılan. Dünya sistemi Soğuk Savaş sonrasında çok farklı doktrinler geliştirdi, liberal hakimiyet beraberinde yeni düzen getirmese de yeni teknolojiler, üretim bolluğu, tüketimdeki aşırılıklar “dünyanın varoluşu”nu değiştirmeye girişti; buna ister doğanın bozulması, iklimlerin dejenerasyonu, çevre felaketleri, küresel ısınma ister laboratuvarda üretilen gıdalardan kanserojen etkili kimyasal katkı maddeleri, salgınlar deyin.

 

Tekno Medeniyetin Yan Tesirleri

İnsanlar artık akıllı teknolojilerle, yapay zekayla, gen teknolojisindeki yaratıcı buluşlarla olduğu kadar virüslerle, bakterilerle, salgınlarla birlikte varolmayı öğrenmek zorunda.

Tekno bilimin dehşetengiz yaratıcılık, yenilik, sürekli güncelleme ve üretim kapasitesi salgınlara çözüm olabilecek panzehirleri, aşıları geliştiremiyor.

Salgınların, virüslerin, hastalıkların öncelikle tanınması, bir tarihe kavuşma süreci panzehirlerin istenen sürede bulunmasını engelliyor.

Giorgio Agamben’in vurguladığı “zoe ve bios” yaşamları git gide birbirine karışmaya iç içeliğe gidiyor. Salgınlarla başlayan karantina süreci ve “kolonya-makarna” denklemine sıkışan temel ihtiyaç maddeleriyle birlikte yalıtık varolma aşaması, farklı tür bioslar, yaşam tarzları inşa eden neoliberal tekno insan için elbette hayli zor. Kendi kendine karantinaya girenlerin zoe’ya yatkın sadelik ve izolasyon çabaları, salgının sona ermesiyle yine eski bios’a evrilip küresel akıntıya karışmayı getirir. Bu gel git 1990’ların ortasından itibaren gündelik hayatlarımıza ufak ufak yerleşti.

Ozon deliğinin yırtıldığı, cilt kanserlerinin yaygınlaşacağı söylentilerinden hakikaten dünyada obeziteden şekere, kalp yetmezliğinden kansere kadar hızlanan hastalıkların tekno medeniyetin ürünü olarak belirginleşmesi akabinde salgınların da doğmasını getirdi.

Aids, ebola, modern veba, kolera, İspanyol Gribi, Asya Gribi daha lokal, küresel boyutlara ulaşmayan, spesifik hastalıklarken yavaş yavaş küresel gripler peydah oldu. Hong Kong gribi, Sars yine lokaldi, Kuş Gribi ile beraber virüs salgınları küreselleşti.

Sars, salgınların küresel yaygınlığından toplumları ve siyasal alanı etkilemesinden ziyade ekonomik tesirleriyle konuşuldu fakat Kuş Gribi, sonrasındaki domuz gribi virüslerin artık küreselleşeceğinin ipuçlarını veriyordu. Gergedan gribinde telaffuz edilen virüs, viral salgınların yeryüzüne yayılacağını, çeşitleneceğini, demografinin tümüne etki edeceğini, geri dönüşün söz konusu edilemeyeceğini açıkça belirginleştirdi.

İlk defa korona yaklaşmakta olan küresel virüs tehdidini gerçeklik sahasına çıkardı.

Bu saatten sonra virüslerin küresel tehdit olmasının önüne geçemeyiz; tekno medeniyetin günahları kendini küresel salgın düzeniyle gösterecek.

Şimdiye dek dünyada sayısız afet, saldırı, küresel yıkım gördük; virüs salgınları doğanın tekno medeniyete karşı artık savunmadan saldırıya geçtiğini de anlatıyor.

Afetler, kasırgalar, çığlar, heyelanlar, nükleer felaketler hep lokal kaldı; hiçbir güç insanları aynı anda, aynı zaman diliminde, aynı etkilerle teslim almamıştı. Buna belirli bir mıntıkada vuku bulduğuna artık icma edilen Nuh Tufanı bile dahil!

 

Küresel Salgın Versiyon 5.0

Milenyumun ontolojik tehdidi enfeksiyon aynen bir bilgisayar uygulamasının yeni sürümlerinin çıkması, teknoloji ve sanayinin 4.0’dan 5.0’a geçmesi, internet bağlantılarının 3G’den 4.5 ve 5G’ye evrilmesi gibi sürekli güncellenecek, yenilenecek.

Teknoloji ve tekno kültür kendini yeniledikçe, küreselleşme yeryüzünün en ücrasındaki fakir fukarayı bile etkisine almayı sürdürdükçe salgınlar da çoğalarak, çeşitlenerek artacak.

Dünya savaşlarında, yerel çatışmalarda, gıda krizlerinde, iklim felaketlerinde, çevre şartlarında, kapitalist düzenin kendi gündeliği içinde yaşamın Darwinci felsefeyle aktığı tezi etkinliğini yitirmez.

Sadece avcılık ve toplayıcılık, Ortaçağ Avrupasının karabasanı, kapitalist endüstri ve finans çağlarının acımasızlığı “güçlü olanın ayakta kalacağı”nı getirmişti; bu, bünyevi güç kadar moral desteği de anlatır. Korona ile öteki salgınların “bağışıklık sistemi güçlü olanları etkilemeyeceği, zayıf olanları öldüreceği” tezi neo Darwinciliğin bir türü. Elbette bazı doktorların korona ile genler arasında kurduğu ilişkiyi de buna eklememiz gerekir; koronanın veya tipine göre diğer virüslerin bazı genlerde baskın bazılarında pasif kaldığı göz önüne alınırsa “ayakta kalacak yahut çökecek” insanlar ve milletler bu süreçte çeşitlenebilir.

Dünya Soğuk Savaş sonrasında bir düzene geçemedi… Dünyayı insanlar mı değiştirir, sorusunun cevabı daha çok küresel yıkımlarda aranabilir.

Dünyayı insanlar değil; doğa, depremler, salgınlar, afetler, dünya savaşları, tufanlar değiştirir… 

Doğanın kendiliğini belirginleştirdiği her durum değişimin ve yeni bir düzenin, insan gerçekliğinin, toplum yapısının, iktisadi modelin başlangıcıdır.

Kapitalizmin yenilmeyeceği, insanların kapitalizm üzerinde ittifak ettiği konuşulurken sistemin kendi içini yemesi, çelişkiler, virüsler üretmesi, üretim aşamasından tüketim ve tedarik zincirine kadar ciddi aksaklıklar göstermesi sisteme büyük darbe vurdu.

Korona dünya sisteminin embolisidir. Akışı, işleyişi tıkadı. Dünya sistemi emboli yaptı ama şimdilik ur çıkmadı.

Çünkü sistemin yerine ikame edilecek bir yapının kurulması şu şartlarda mümkün değil. Fakat kapitalist dünya sistemi, modernizm gibi tezlerini, vaatlerini bir bir yitiriyor.

Kapitalizm neydi, sermaye ve kâr temerküzü, özgür tüketim, demokrasi, bol ve ucuz tüketim, seyahat özgürlüğü, yeryüzü cenneti, uzun yaşam süresi, korkusuz ve endişesiz bir ömür… Şimdiye kadar savaş dönemlerinde, fiili çatışmalarda bütünüyle Soğuk Savaş’ta bazı hususlarda bunlar yerine getirilemedi ama korona virüs modernizmin ve kapitalizmin insanlığa taahhütlerini, alıştırdıklarını bir bir geri alıyor.

Korona ve salgın düzeni 70 yaş üstünü neredeyse yok sayıyor!

Dünyanın pek çok ülkesi kendini izole etti, kapıları kapattı, hava trafiği gün geçtikçe azalıyor, insanlar evlerine kapandıkça üretim azalıyor, korku-endişe yüzünden rahat yaşam hayalleri suya düşerken pimpirikli bir gelecek insanlığı bekliyor. Kapitalizm ve modernizm insanları dışarı çıkarmıştı, şimdi eve kapatmaya çalışıyor, evleri açık hava hapishanesine çeviriyor; başta Çin insanları köle gibi çalıştırıyordu gün geçtikçe çalışanları eve gönderme, “home Office” yaygınlaşıyor.

 

Korona Göstergeleri

Korona virüsün, salgının küreselleşmesiyle “insanoğlu”nun derinliğini, sığlığını, sınırlarını belirginleştiren pek çok gösterge doğdu. İnsan var olma-yok olma dikotomisinde hakikatini ifşa eder. Varoluşsal emniyet sahası tehdit edildiğinde, krizde, kaygı-endişe-korku uçlarda yaşandığında “İnsan”ın mahiyetinin ne derece nazik, paylaşımcı, merhametli, vicdanlı, kardeşlik hukukunu gözeten, ahlaki umdeleri ve etik değerleri sonuna kadar zorlayan karakterde olduğu anlaşılabilir. Bu pratiği yaşadığımız günlerde korona göstergeleri çok farklı meselelere de işaret ediyor:

. Korona salgını neo Platoncu, metafizik çıkarımları, illiyet bağlantılarını ikinci plana itti. Hastalıkların, afetlerin, salgınların ilahi yahut şeytani güçler tarafından insanlara salındığı izahı hem Doğu hem Batı mitolojilerinden örneklerle sunma geleneği, bizde sık sık dillendirilen “insanların kötü yollara düştüğü için başlarına bu felaketlerin geldiği” kanaatleri, hazır formülleri tek meşru izahat olmaktan çıktı. Bunun yerine somut açıklamalar, gıda ve hijyen vurgusu daha çok kullanıldı.

. Savaşlarda, krizlerde ilk akla gelen stokçuluk, yağma, fırsatçılık korona virüs meselesinde de kendini gösterdi. Batı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de fırsatçılar fiyatları fahiş düzeye yükseltirken rahmeti kendinde görenler marketleri evlerine taşıdı. Bu aşamada en azından yakınma düzeyinde sınıf çatışmasını izledik; “Parası olan stok yapıyor, olmayan ne yapsın?” sızlanmasındaki öykünme alt gelir grubunun stokçuluğa etik karşı duruştan çok imkansızlığına vurgu yapar. Sekülerin hayata, geçime, kadere karşı tutumundaki korku haliyle dindarın arasındaki fark zaman zaman kapanabiliyor.

. Stok yapanlar kadar fırsatçılık, karaborsacılık, tekelleşme de kapitalist sistemin bir unsuru. Kerim devlet hiçbir şekilde haksız kazanca, kul hakkına izin vermez; vatandaşın ve kamunun hukuku, huzuru, güvenliği burjuvanın kazancının önündedir.

. Türkiye’deki sekülerleşmenin boyutları korona salgınında çok daha görünür hale geldi. “Allah’ın takdiri ve kaderi” anlayışının geri plana itildiği salgında, pozitif bilim, rasyonel tutum, hümanist erk öne çıktı. Koronaya karşı dualar, niyazlar yerine hijyen nizamnameleri yayımlandı. “Tedbir kuldan takdir Allah’tan” itikadı tekrar edilse de “takdir” kısmı çok da zikredilmedi. Bu manada modernleşmeyle birlikte Müslümanların geri kalmasının nedeni diye sunulan tevekkül anlayışının büyük oranda terk edildiği de gözlendi. Artık insanların bilimin öğrettiği tedbirleri alarak salgınların önüne geçebileceği fikri daha da güçlendi.

. Bu manada Cuma namazının kılınıp kılınmayacağıyla ilgili tartışmalar da yaşandı. Avm’lerin, kafe, kahvehane, çarşı pazarın açık hatta Avrupa’ya uçak seferlerinin yapıldığı ortamda Cuma namazının, cemaatle namazın kılınmamasına ilişkin ciddi teklifler de geldi. Sekülerliğin doğasıdır meseleleri dinin değil modern bilimin, ilmin hakemliğine bırakmak… Bu manada Türk toplumunun modernleşme ve sekülerleşme yolunda epey mesafe kat ettiği bilhassa kentlerde alenen gözleniyor.

. Sadece Batı değil biz Türkler ve Müslümanlar da “temizliği”, çağdaş terimlerle söylersek hijyeni hatırladık… Korona virüsün en çok kirli ellerle bulaştığı tespiti, bilhassa tuvalet temizliğini gündeme getirdi. Camilerde ibadete mesafeli bakan dindarların Batıya yine temizlik dersi, hijyen dersi vermesi bize özgü modernleşme çelişkisinin bir türevi.

. Panik, telaş, kargaşa… modern insanın en zayıf, kırılgan noktası. Panik uzadığında rahatlıkla kaosa sürüklenebiliyor. Seküler ilahiyatın parametrelerinden biri paniğin paganist teslimiyete evrilebilmesi.

. Büyük kapatılma… Foucault’nun iktidarın kapatma, gözetim altında tutma üzerinden okuduğu modernleşmenin yeni bir sürümünü salgında tecrübe edebiliyoruz. Yaşlıların evden çıkmaması, karantina tedbirleri, bir şehrin tamamıyla evlerine kapanması toplumu yatalak, canlı cenaze haline getirdiği gibi ölüme hazırlama misyonuna da dönüştürür. Bu da ister istemez bireyin ruhi yapısını önemseyen, en küçük harici etkide kişinin psikolojisini öne süren Batı medeniyetinin en bariz çıkmazlarından birini gösterir.

. Radikal demokrasi ve tam liberalizm salgınların önüne geçmeye yeterli mi? Umursamazlığın, boş vermişliğin nasıl yıkıcı sonuçlar doğurduğu en net İtalya örneğinde gözlendi. Devletin de, bireylerin de korona tehdidini “ciddiye almaması” ülkenin tümden kapanmasına neden oldu. Bu da ister istemez liberal özgürlükçülük ile umursamazlık, boş vermişlik arasındaki yakınlığın eninde sonunda disipline mecbur ettiğini ifade ediyor. Çin’in koronadan kurtulduğu esnada tehlikeyi önceden görmesine rağmen tedbir almayan ABD ve Avrupa’nın sorumsuzluğu, korona istilasına neden oldu. Haliyle şimdi siyasal alanda tartışılan ve öne çıkan görüş bu tür salgınların, küresel ve kitlesel tehditlerin güçlü devlet ve disiplinli mekanizmalara ihtiyaç duyduğu yönünde.

. 2000’lerin ortalarından itibaren küresel şirketlerle ulus devletler arasındaki gerilimde, 2008 krizinin alt ve orta gelir grubuna yüklenmesinden doğan siyasi açığı mültecilere, göçmenlere ve Müslümanlara düşmanlıkla yamayan sistemin merkez ülkeleri korona salgınıyla bu düşmanlıkları unuttu. Dahası merkezdeki ağır kapitalizm nedeniyle sağlık sistemine alınmayan milyonlarca kişinin potansiyel bir tehdide dönüşmesi; onları hastalıklarıyla yeri geldiğinde ölümle baş başa bırakan zihniyetin bu sefer onların eliyle tehlikeye düşmesi neoliberalizmin çelişkisi ve zaaf noktası.

Özgüveni yüksek, egoist Batıyı yakarsa kendi haline bıraktıkları zayıflar, garibanlar, mülteciler, fakirler yakacak!

. Çin’in nüfusunun azaltılması, dünyadaki dengesiz demografinin yerli yerine oturtulması, Çin ve İran’a korona ile biyolojik savaş açılması gibi pek çok komplocu izah Avrupa ve ABD’deki vakalarla birlikte yerini “kendiliğinden açıklamalar”a bıraktı. Kontrollü savaş mı yoksa başa çıkılamayan bir tekno kültür salgını mı olduğu münakaşa edilse de artık küresel felakete küresel savaşla karşılık verilip verilemeyeceği tartışılıyor.

 

Korona Yeni Bir Düzen Getirir mi?

Küresel müşterek kader fikri ulus devletlerde doğar mı, bu şimdiden anlaşılamıyor. Fakat dayanışma, ortak mücadele gibi konularda yeni bir küreselleşme akımının uç vermesi çok da mümkün görünmüyor.

Sistemin merkezindeki ülkelerin çevreye göre daha çok etkilenmesi, yıkımın kat kat fazlalığı meseleyi dayanışmadan çok merkezin kendini kurtarıp yeniden tahkimine yöneltecektir.

Bu da beklenen ve yenilenmesi istenen neoliberal siyasallığın geri gelmesinin imkansızlığı demek. 2008 sonrasında küresel şirketler karşısında siyasi bakımdan içe kapanan ulus devletler virüs salgını vesilesiyle iktisadi bağlamda da izolasyonu doğuracak. Burada virüsün çıktığı yerin, Çin’in, küresel ekonomide oynadığı rol kritik hale geldi.

Çin dünyaya yalnızca koronayı havale etmedi, üretimi, ihracatı düşürdüğü için tedarik zincirlerini de kırdı, resesyonu artırdı, küresel durgunluğu bu sefer farklı kalemlerde çatışmalara sevk edecek biçime getirdi. Çin’in çok ciddi biçimde verdiği korona savaşı, karantina tedbirleri pek çok küresel şirketin işleyişini bozdu, tedarikler aksadı, fiyatlar yükseldi. Çin’deki durgunluk enerji ihtiyacını azaltınca arza bağlı petrol fiyatlarında düşüşü peşinden getirdi. Petrol fiyatlarının düşürülmesi durgunluğu kısa vadede çözmeye adayken bu sefer Ortadoğu ile Rusya’nın arasını açtı.

Küresel durgunluk dünyadaki iktisadi serpintileri yavaşlatacağı, farklı vadilerdeki sürekliliği keseceği için küresel savaşları kızıştıracak. Neoliberal iktisadı yükselten, güçlendiren, destekleyen Çin aynı ekonomik yapıyı bozacak. [https://ercanyldrm.com/cok-kutuplu-soguk-savas-ve-devletci-neoliberalizm/]

Kimin kimle savaştığının netleşmediği ortamda koronayı yenen Çin’in bu aşamada yeniden üretim artışına gitmesi, koronaya çok ciddi yakalanan Avrupa ve ABD’nin ise hem ticaret hem korona savaşında yenilmesi küresel dengeleri alt üst edebilir.

Avrupa zaten ekonomik, siyasi bakımdan ABD ve Çin arasında epey gerilemişken korona ile iyiden iyiye sarsılacak. İtalya, Almanya, Fransa, Japonya iktisadi vaziyetlerini yarışa çevirme aşamasında salgının maliyetini, vatandaşlarının gıda tedarikini, sağlık giderlerini karşılayamayacağını zaten en başta hissettirmişti. Çin virüs salgınını çok ciddi yaşamasına, karantinada milyonlarca insan bulunmasına karşın onlara gıda ve temel ihtiyaç maddesi sağlayabildi; ABD ve Avrupa’nın bunları temin edemeyeceği anlaşılıyor.

Kapitalist dünya sisteminin merkezi psikolojik ve siyasi olduğu kadar iktisaden de “karizma sarsıntısı” içinde…

Belki küresel durgunluğu aşmak için ABD’den Çin mallarına uyguladığı gümrük tarifelerini normale getirmesi istenebilir fakat nihayetinde ABD “İmparatorluk gururu”ndan ötürü epey ayak direyecektir.

Korona’nın bir küresel dayanışma getirmesinden çok izolasyonist politikaları, ulus devlet çatışmalarını, sistemin merkeziyle çevresi arasındaki güç ve oligopol kavgalarını artıracağı kesin… bu da beraberinde yeni bir dayanışma rejimini değil tam tersine 2008 sonrasında girilen popülizme dayalı güçlü devlet arayışının neo faşizan biçimini zorlar.

Bildiğin sert, güçlü, disiplinli devlet ve toplum modellemeleri zaten nihayete ermeye başlayan liberal siyasallığı geride bırakacak. Belki de toplumlar işin ciddiyetini fark edip demokrasinin, radikal özgürlüklerin, liberalizmin salgını durdurmadığı tam tersi azdırdığını tecrübe ettikçe güçlü otorite arayışını yükseltecek. Bu da 2. Dünya Savaşı’dan sonra tesis edilen düzenin genel geçer ilkelerinin nihayete ereceğini ifade ediyor.

Yalta ve Bretton-Woods düzenini ne Soğuk Savaş ne Medeniyetler Çatışması ne İslam tüketiyor; dünyayı değiştirse değiştirse insanların felsefi, psikolojik ayarlarını bozan, dünya sisteminin iktisadi ve siyasi yapılanmasını sarsan salgınlar değiştirecek gibi gözüküyor!