Medeniyet Kurmakla mı Tevhidi İkameyle mi Yükümlüyüz?

0

Yazıyı PDF formatında okumak için…

Medeniyet kavramı son yıllarda hemen her alanda kullanılmaya başladığı gibi bağlamından çıkarılarak her tür meşrulaştırmanın da aracına dönüştü. Medeniyet, bilhassa Tek Parti sonrasında İslam’ın yerine tercih edilirken “güvenli liman” manasında adeta inşa edildi. Nurettin Topçu’nun Hareket dergisinde İslam’ın yerine milliyetçilik kavramını zoraki tercih etmesine benzer tarzda dindar, İslamcılar da medeniyeti İslam yerine ikame etti. 

Medeniyet kavramına enjekte edilen anlamları düşünürsek esasında bu seçenek gerçekte seküler ve laik bir düzende İslami olanı, İslamcılığı içermesinden ziyade gerçek bir muhafazakarlığı da içeriyordu. Hem Sezai Karakoç’un Diriliş mefhumuyla hem günümüzdeki siyasi iktidarın muhafazakarlığıyla örtüşecek şekilde medeniyet İslami düzeni karşılamaktan çok kapitalist modernitede  dindar kimliğiyle var kalmanın imkanlarını yoklar. 

Medeniyet bir hayat tarzını ifade eder, çoğunlukla da kültürle belirlenmiş bir zihniyeti. Günümüz Küresel Medeniyetinin en bariz özelliği kültürlere saldırması, kültürleri dönüştürmesidir. Bugün medeniyet kavramını ağzından düşürmeyen siyasi yapıya angaje olsun ya da olmasın dindarların, milliyetçi, muhafazakar ve İslamcıların Şeriat’tan uzak, gündelik hayata ilişkin fikirleri olmayan, teklif getirmeyen bir medeniyet anlayışını tekrarlaması, ileri sürmesi bir yanıyla medeniyetçilikle bağdaşır. Çünkü medeniyet zaten seküler olanın İslamileştirilmesidir. Dünyevîliği dini emir ve yasaklarla yaşamak isterken Şeriat’ı terbiye etme, kulluğu ve Tevhid’i ise olabildiğince kitabî kılmadır. 

Medeniyet kavramını dillerden düşürmeyenler aslında kaba muhafazakarlıkla beraber kapitalist ilişki biçimlerini Müslümanlar nezdinde daha çok geçerli kılmanın kavgasını verenlerdir. İslam’ın ekonomi ve Pazar anlayışını, hukuk düzenini, eğitim ve siyaset felsefesini geçerli kılmayı gözlerden uzak tutmanın en tesirli yolu medeniyetin dirilişi gibi öykünmeci tutumu canlı kılmaktır. Günümüzde medeniyet câri hedef oldukça İslam’ın “emir ve yasakları” merkezden uzaklaşır. Velev ki İslam medeniyeti tabiri hatta “vahiy medeniyeti” sentezi tercih edilse bile İslami düzenden değil Abbasi dönemi uçan halı fantezilerine, Batının, muasır medeniyetine erişmek temel arzudur.


Medeniyet, Civilisation, Hadarilik…

Medeniyet kavramının algılanışla ilgili çok farklı yaklaşımlar var. 

Medeniyeti din merkezli gören Arnold Toynbee’nin bu kanaatini Müslümanlar da paylaşır. Tabi eksik ve yarım alarak biçimde… Medeniyetleri Çin, Hind, Mısır, Yunan, Roman, Arap, Osmanlı, Batı, İslam, Yahudi, Hristiyan isimleriyle andığınızda merkezinde dinin yani aslında maneviyatın bulunduğu aşikar. Medeniyet eleştirisi getirildiğinde otomatikman medeniyeti maneviyatla denkleştirme gayretleri esasında bir bakıma Batı medeniyeti eleştirisinden kaynaklanır. Nietzsche’nin “Tanrıyı öldürdük” lafzı üzerinden Batı medeniyetini maneviyattan, dinden hatta metafizikten yoksunluk olarak gören Müslüman akıl, İslam’ı ve beraberinde İslam medeniyetini üstün telakki eder. Vahiy medeniyeti kavramı da bunu tamamlar. Oysa İlber Ortaylı’nın vurguladığı gibi bizde medeniyet ve İslam medeniyeti kavramları çok yenidir. 

Klasik İslam çağlarında Dar’ul İslam ve Dar’ul Harb iki farklı dünyayı tanımlamak için kullanılır. Batının üstünlüğü ele almasından sonra, Civilisation kelimesinin ortaya çıkardığı seviyeyi kimi İslamcı aydınlar medeniyetten ayırarak kullanır. Haliyle İslam medeniyeti ile Civilisation kavramı arasında farklılık olduğunu ortaya koyarak medeniyet üzerine getirilen eleştirileri de savuşturmak isterler. Halbuki ister bilindik manada Civilisation olsun ister merkezinde vahiy bulunan bir medeniyet telakkisi olsun dünyeviliği mutlaklaştıran, belirginleştiren, organize eden bir yaklaşımdır medeniyetçilik. Çünkü medeniyet yeme içmeden, giyinmeye kadar belirgin bir stili ortaya koymanın adıdır. Yemek bulmak, giysi tedarik etmek, iş bulup çalışmak, insan ilişkileri geliştirmekten çok maddi birikimin ürettiği yeni yaşam tarzını ifade eder. 

İnsanlar su içmek için sürahi kullanırlar. Sürahi şehirde yaşayan, asgari insani yaşamanın getirilerindendir. Fakat sürahiyi çoklu biçimlerde üretmek, malzemesini kristalden altın varaklara kadar farklılaştırmak Civilisationun ötesinde medeniyeti ifade eder. Su içmek insani, sürahi kullanmak kültür, sürahiyi zevke, maddi imkanlara, sınıflara göre üretmek medeniyete işaret eder. Kendi zenginliğini, baskınlığını ortaya koyma edimi burada öne çıkar. 

Bizde medeniyet kelimesinin ortaya çıkışı 19. asırdadır. (Ortaylı, 1995, 15; Görgün, 2020, 12) Üstelik 18. yüzyılda Avrupa’da bilhassa Fransa merkezli çıkan Civilisation kelimesinin karşılığı olarak alırız medeniyeti. Fransa ve İngiltere’de aristokratların, belli insan gruplarının, sonradan burjuvanın normal halkın yaşadıklarından farklı bir hayat tarzını, ritüellerini içerir. Sofra, selamlama, gezinti, toplantı gibi akabinde burjuvalaşmanın da getirdiği zenginliğin kendi kültürünü doğurduğu stilizasyonu kastededer Civilisation. (Görgün, 2020, 14-16) Özellikle emperyalizm vasıtasıyla Batının başka toplumları sömürürken aynı zamanda kullandıkları argümanlar da Civilisation ekseninde medeniyeti, medenileşmeyi, uygarlaşmayı içerir. Çünkü Latin Amerika’dan, Afrika ve Asya’ya hatta İslam coğrafyasına kadar buradaki toplumlar bırakın Avrupa aristokrasisi veya burjuvazisi, sıradan halkı gibi bir seviyede, yaşam tarzında olmadığı için onlara uygarlığı, bardak tutmadan, selamlamaya kadar belki İbn Halduncu Hadariliği de karşılayan “görgü”yü Batı medeniyeti vermektedir! Görgüden anlaşılan bütünüyle Batılı hayat tarzıdır artık.

Tanzimat’tan Kemalist modernleşmeye kadar bizde de Civilisation’un evrenselliği manasında alındığı için yalnız üst kesimleri değil “halkı da medenileştirmek” Civilisation’dan nimetlendirmek, Batılı gibi yaşatmak esasında zihniyet dünyasını değiştirmek asıldır. İslam âleminde medeniyet ve İslam medeniyeti kavramının kullanılmasının belirgin nedenlerinden biri bu muasır seviyeye ulaşmak kadar düşüklük kompleksini izale etmeye matuftur; “İslam medeniyeti Batı medeniyetinden ayrı ve düşük değil” kaygısı (Ortaylı, 1995, 16-17), denklik arayışı medeniyet vurgusunun nedenlerinden. Gerilemenin sebebini İslam’da değil Müslümanlarda görmek de medeniyet anlayışını ele verir, medeniyet İslam’ın değil Müslümanların eseridir. Ortaylı İslam medeniyeti terkibinin özellikle Araplar, Hristiyan Araplar arasında beğenildiğini, tuttuğunu, sahiplenildiğini belirtir. (Ortaylı, 1995, 16) Kabul etmek gerekir ki bu yaklaşımın, medeniyet üzerinden ayrışmanın, milliyetçiliğin, Osmanlı ve Türklerden bağımsızlık kazanmadaki rolü çok ciddidir. İngilizlerin Hilafet merkezli ayrılıkçı siyasetlerine Fransızların medeniyetçi tutumları çok bariz etki etmiştir. 


Düşünce Hayatımızda Medeniyet

Medeniyet ve İslam medeniyeti kavramları sonradan Batı kapitalizminin ilerlemesi, Müslümanların gittikçe gerileyip, yenilgiler alması, Osmanlı’nın yıkılması, milliyetçiliklerin neticesinde yeni ulus devletlerin inşasıyla “başıbozuk bir kavram” konumuna geldi. Artık özellikle kültür mefhumunun da devreye girmesiyle birlikte gündelik hayat, folklor, geleneksellik, töreler, evrensel ilkeler, teknik ve teknolojik üretimler sanki birbirinden ayrıymış gibi ele alınmaya başladı. Medeniyet İbn Haldun’un insanlık tarihi vurgusuna bağlı olarak kişinin dünya hayatında varlığını devam ettirmesini sağlayan asgari özel ve toplumsal varolma şartlarını belirleyen hususiyetlerin umumi adıdır. “İnsan tab’an medenidir” sözü üzerinden giden Haldun, içtimai hayatın insan için zorunlu olduğunu, bu sebeple toplanarak bir arada yaşanan yere “Medine” dendiğini ve bu toplum hayatının temel ihtiyaçları karşılayabilmek için “çanak, alet ve esbaba” muhtaç olup, Medine’nin bunu icat ettiğini ifade eder. (İbn Haldun, 1990, 100-101) Fakat İbn Haldun’un bu yorumu çok aşıldı.  

Türk düşüncesinde Ziya Gökalp’ın üzerine düşündüğü ve çoğunlukla onun yaptığı kavramsallaştırma ister takip edilsin ister karşı çıkılsın ana nehir olarak günümüze kadar akmaya devam etti. Gökalp medeniyeti farklı milletlerin müştereği sayarken harsı, kültürü bir medeniyetin her millette aldığı husûsî şekil olarak tarif eder. Onun Türk Medeniyeti Tarihi metnindeki on madde medeniyet ve kültür arasındaki ayrımı içerir. Medeniyeti beynelmilel, harsı milli gören Gökalp bir milletin medeniyet değiştirebildiği halde harsını değiştiremeyeceğini iddia ederek (Gökalp, 2007, 326) Tanzimat’tan Kemalizme Türklerin İslami düzen, İslam alemi dairesinden çıkmasına ve Batılılaşmaya meşruiyet sağlar. 

Onun takipçilerinden Mümtaz Turhan, belki milli biricikliği koruma, Batı medeniyeti atında erimekten kurtulma ve İslam dairesinde kendini ayrıştırma kaygılarına bağlı olarak kültürü itinayla medeniyetten ayrıştırmaya çalışır; üstelik 

“Hakikatte tek bir cemiyet veya milletin kültürüne ait unsurlarla medeniyete ait olanlar birbirine o suretle sıkı sıkıya bağlanmış, kenetlenmiş, kaynaşmış ve öyle bir bütün teşkil etmişlerdir ki bu umumî heyet içinde çok defa hangi kısımların medeniyete ve hangilerinin kültüre ait olduklarını ayırmak güçtür.” dediği halde! (Turhan, 1969, 43) 

Turhan’ı desteklemek, Gökalp’i de belli bir yere oturtmak, kültür vasıtasıyla erimeyi engellemek adına da Yılmaz Özakpınar, çağcıllık üzerinden yaklaşarak, asrî olanın teknik ve teknolojisinin alınarak “kendi kalma”nın imkanlarını “Türk milleti bir millet olarak kendini yeniden inşa etmek zorundadır” (Özakpınar, 1999, 46) diye izah getirir. Mehmet Kaplan mesela Osmanlı’yı İslam ve eski Türk kültürünün karması görürken (Kaplan, 2010, 88) yine medeniyeti kültürü değiştirmeyecek amir telakki etmeyi seçer. Düşünce hayatımızda Erol Güngör aslında medeniyet kavramını insanlığın genel birikimi, değer ve inanç sistemi şeklinde alarak menşelerle insanların yaptıkları arasındaki ayrımı belirginleştirir. Bu yüzden de tutarlı biçimde Batı medeniyetinin karşısına İslam medeniyetini değil İslam’ı koyar. Bize aktarılan ideolojilerden Batılılaşmaya kadar hiçbir doktrinin Batı medeniyetine mukabil başarı sağlayamadığını ifade ederek İslam’ın her şeye rağmen yaşadığını belirtir. (Güngör, 1998, 49) 

Zaten bu manada klasik literatürde olduğu gibi gerçekte de bir Hristiyanlık-Musevilik-İslam Medeniyeti yok ve olamaz; Hristiyan-Yahudi-Müslüman, Arap, Türk, Osmanlı medeniyetlerinden söz edilebilir. 

İslam dünyaya bir medeniyet inşa etmek için yani maddeyi mutlaklaştırarak dünyada bir yeryüzü cenneti kurmak için değil tam tersine insanın icat ettiği putlardan arınarak Tevhid’i, kulluğu yaşatmak için inmiştir. Medeniyetin kültürü de içine alan bütüncüllüğü konusunda Ahmet Ağaoğlu çok net fikirler barındırır. Avrupa veya Batı medeniyeti karşısında İslam ve Buda-Brahma Medeniyetlerinin yenildiğini hem de en ağır biçimde mağlup olduğunu ifade ederek medeniyetin bölünmez bütünlüğünü vurgular. Avrupa, Türk düşüncesinin, İslamcıların sığındığı gibi yalnız teknikte, ilim ve fende değil topyekûn zafer kazanmıştır. O yüzden de medeniyeti yani Batıyı teknik ve teknoloji bakımından değil her şeyiyle almalı: 

“kurtulmak, yaşamak, varlığımızı devam ettirmek istiyorsak, hayatımızın bütünüyle -yalnız elbiselerimiz  ve bazı müesseselerimizle değil- kafamız, kalbimiz, görüş tarzımız, zihniyetimiz ile de ona uymalıyız. Bunun dışında kurtuluş yoktur.” (Ağaoğlu, 1972, 13) 

Ağaoğlu çöküşü İslam’a değil Müslümanlara bağlar; “Canlı bir din, cansız, ölü, kuru adetlerden ibaret bir takım resmî formüller halini aldı.” diyerek. 

Avrupa demenin üstünlük manasına geldiği fikrinden yola çıktığı için Batıcı olarak da anılan Abdullah Cevdet, İslam hükümetleri ile medeniyeti ayırırken varolan tek medeniyetin üstün Batı olduğunu kasteder. Cevdet, İslam ile Müslümanları ve haliyle medeniyeti ayırarak “gerçek Müslümanlığı” medeniyet kaynağı şeklinde telakki eder: 

“Müslümanlar yalnız isim ve kıyafetle değil, ruhen, aklen, ahlâken Müslüman oldukları vakit Endülüs medeniyetini, Bağdat Medeniyetini, Şam Medeniyetini, Hint Medeniyetlerini meydana getirdiler ve şimdi adeta koruma ve hamiyetleri altında bulunduğumuz Avrupa’ya irfan dersleri verdiler.” (Abdullah Cevdet, 2008, 73, 102, 190) 

Cemil Meriç kültür veya medeniyet kelimeleri yerine umranı kullanırken (Meriç, 1974) Said Halim Paşa bölünmüş bakış açısına itibar etmez, o asabiyenin, dinin, milliyetin hatta kültürün bütüncüllüğünü savunur. Batı medeniyetini de emperyalizm, sömürü üzerinden okur: 

“Bu medeniyet, fevkalade gelişmiş bir tekniğin eşsiz bir eseridir. Bu teknik insanlara, şimdiye kadar görülmemiş bir mükemmellikte olarak bütün vasıtaları hazır etmiştir.” (Said Halim Paşa, 1993, 209) 

Paşa, böylece medeniyet olarak cari Batı medeniyetini alırken onu da kültür bağlamında da dönüştürücü görür. Ömer Seyfettin de medeniyete yine toptancı yaklaşır ama oradan bize intikal ederken kültürü ayırmayı kesin şart koşar. O Batıyla karşılaşma halimizle ilgili üç kavramı öne çıkarır; kültürü kendimize, medeniyeti ise Hristiyanlığa özgü sayar, medeniyeti de kesinlikle Avrupa’dan almayacağımızı ama Batının ürettiği temeddünü beynelmilel yani insanlığa ait saydığı için kabulleneceğimizi ifade eder. (Ömer Seyfettin, 2001, 367) Bu sayede Hristiyanlıkla özdeş Batı kimliğinin medeniyetini ve kültürünü reddederken insanlığa ait kılınan teknolojiyi getirmeyi salık verir, tekniğin kendi medeniyeti ve kültürüyle geldiği anlayışını kabullenmemiş görünür. Aslına bakılırsa Ömer Seyfettin’in kastettiği temeddün bütünüyle pratik el altındalık manasındaki alet edevattır. 

Aleti, tekniği üreten zihin yani rasyonel, Kartezyen ve doğaya mütehakkim özne merkezli medeniyet Akif için “tek dişi kalmış canavar”ken, onları üstün kılan araç gereçler artık insanlığın malıdır. Müslümanlar bunları bile almaktan imtina etmişlerdi. Onun medeniyet anlayışı ve aslında vatan-ümmet ütopyası “teknoloji-makine merkezli”dir. Akif’in şu mısraları medeniyet tahayyülü bakımından hayli mühimdir: 

“Bakın mücahid olan Garb’a şimdi bir kerre: / Havaya hükmediyor kani olmuyor da yere. Dönün de âtıl olan Şark’ı seyredin: Ne geri! / Yakında kalmayacak yeryüzünde belki yeri! / Nedir şu bir sürü fenler, nedir bu san’atler? / Nedir bu ilme tecelli eden hakikatler? / Sefineler ki yarar kıt’a kıt’a deryayı; / Şuun ki berka inip seslenir durur ovada; / Balon ki rûh-ı kesifiyle yükselir havada…” 

“Sayısız mektep açılmış; kadın, erkek okuyor; / İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor. / Gece gündüz basıyor millete nâfi’ âsâr; / Âdetâ matbaalar bir uyumaz hizmetkâr. / Mülkü baştan başa i’mâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni cem’iyyetler, / Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor; / Gemiler sâhile boydan boya servet taşıyor…” (Akif, 1994, 165)


Medeniyet Eleştirisi

Batı medeniyeti özeline girmeden medeniyet formunun kendisinin menfi karakterde olduğu, sömürüye yatkın, icbar edici ve dönüştürücü gücü zaman zaman eleştirilmiştir. Medeniyet kavramı esasında kapitalizmle beraber güçlenen yeni düşüncenin, zihniyetin, yöntemin kalıbı mahiyetindedir. Buna göre; 

“ticari toplum aynı zamanda ‘medeni’ toplumdu: Bu toplum sanatların ve bilimlerin serpilmelerini sağlamış ve insanların kendi aralarındaki farklılıklara saygı göstererek, kentli, incelmiş ve barışçı bir tarzda etkileşimde bulunabilecekleri koşulları sağlamıştı. ‘Medeniyet’ sözcüğü hem süreç hem de başarı olarak modern hayatın bu yanını göstermek için icat edilmişti. (…) Medeniyet kavramı baskı ve sömürüyü meşrulaştırmak için kullanılsa da…” (Poole, 1993, 40-41) 

aslında bu postmodern rıza ve hegemonyayı karşılayacak bir “cebirsiz şiddeti” içeriyordu. Aktif medeniyetin kaidelerini bilmeyen, içselleştiremeyen ticari toplumun dışında kalacağı için her halükarda dışlanmış, geriliğe mahkum edilmiştir. Oswald Spengler medeniyetin bu karakterini net biçimde izah eder. Gelecek medeniyetin yani Batı Medeniyetinin “maddi karakteri” (Spengler, 1997, 252) aynı zamanda tahakkümcü, yönlendirici, şahsiyet bozucu ve kişiyi, kendine, tarihe, dinine, varoluşuna yabancılaştırıcı etkide bulunur. 

İsmet Özel’in Üç Meselesi de esasında Heidegger’den Spengler’e Batı içi eleştiri ve muhalefetin, Tek Parti sonrası Türkiye’deki medeniyetçi furyaya uygulanmasıyla bağlantılıdır. Yabancılaşma, sömürü, tahakküm kadar İslami olanın nasıl cereyan edeceği Özel’i çok yakından ilgilendirmiştir: 

“İslâmi ilkelerin savunulması, bir medeniyet savunması ölçüsünde ele alınamaz. Bu takdirde İslâm kaynaklarının bir medeniyet kurmayı öngördüğü iddia edilmiş olur ki böyle bir iddia abestir. Kur’an ve Sünnet insanlığa nasıl yaşanması gerektiği konusunda yol göstermektedir. Bunun medenî veya gayri medenî olmak gibi bir ölçüye vurulmasına hiç gerek yoktur. Medeniyet, Avrupa’ya has değildir; Müslüman toplumlar da onun kadar hatta ondan daha fazla medenîdir gibi bir yarışmaya girmek, herşeyden önce medenî olmanın geçerli bir ölçü olduğunu kabul etmek demektir. Çağımızda böyle bir tavır İslâm’ı başka toplum düzenleriyle -burjuva veya sosyalist- kaynaştırıp o düzenlere destek olabilecek bir dolgu düşünce durumuna getirmek isteyenlerin işlerini kolaylaştırır.”  (Özel, 1996, 139 – 140) 

Elbette Seyyid Kutup ile olan etkileşimi, toplumun İslamiliğini öne çekmesine neden olmuştur. Onun Cemaatleşme yazısı bir bakıma millet bağının İslam toplumu ile organize edilmiş halidir. İslâm devleti kavramının yoğun olarak kullanıldığı bir dönemde İslâm Medeniyeti fikri onda İslâmi bir ulus devlet kavramıyla birleşir; fakat bu toplum ya da devlet medeniyetin sadece maddi boyutlarıyla belirmez; Kutup’ta medeniyet öncelikle tevhidi, akideyi, aileyi, insanın yeryüzündeki halifelik görevini hakkıyla yerine getirmesi gibi idealist ve manevi yönleri ağır basan niteliktedir.

“Evet, önce İslâm şeriatının, İslâm ilkelerinin egemen olduğu bir İslâm toplumu çıkarın ortaya!” (Kutup, 1990, 93)

İsmet Özel kadar bariz sayılmasa da Nurettin Topçu’nun Amerikanlaşma başta gelmek üzere medeniyeti, Batı medeniyeti kılan değerlere itirazı yüksektir. Batı Medeniyeti’nin ürettiği teknik ve bilimin insanın fıtratını bozduğunu söyleyen Topçu, Batının tamamen makine medeniyeti olduğunu, ülkemizde milli kültürün elden gittiğini, “kendimize ait tekniği oluşturmanın zevkini yaşamadığımızı” belirtir. Topçu’nun medeniyet algısı İslâmcıların bilim ve teknolojiye kilitlenmiş yapısından uzakta; dil, sanat, musiki, mimari, şehir ve ahlak unsurlarını öne çeken, Dede Efendi, Fuzuli gibi isimlere dayayan kimliktedir. (Topçu, 2004, 12 – 27)

Farklı medeniyet yaklaşımları içinde meseleye aslında Türk gerçeği, Osmanlı bütünü içinde bakan isimler de bulunur. Toynbee tüm menfiliklere rağmen kapitalist medeniyetin Osmanlı’yı bitirmesini adeta kutsar. Toynbee bugünkü Batı Medeniyetinin “insanlık dışı” olduğunu kabul eder. Peki Batılı entelektüeller de bu sistemi, bu insanlık dışı Medeniyeti niçin kabul edip devamlılığı için çaba harcarlar; Toynbee bunu  Osmanlı – Türk tehdidine bağlar: 

“Modern teknoloji bizi insan tarafından vücuda getirilen insanlık dışı bir çevreye sürüklemektedir. İnsanlık dışı bir çevrede ise, varlığımızı sürdürmek, eğer gayri insanî bir hayat tarzına razı olmazsak, bizim için imkânsız hale gelebilir. İnsan toplulukları anarşiye düştüğünde, pek gaddar bir rejime, çoğu zaman ehven  -i şer olarak razı olagelmiştir.” (Toynbee, 2006, 45 – 49; 2011)

Türkiye’de medeniyet ve İslam medeniyeti üzerine yazan isimlerin başında Sezaki Karakoç gelir. İslam medeniyetini Hind, Çin, Yunan, Mısır, İslam ve Batı medeniyetleri zincirindeki halkalardan biri gören Karakoç, İslam medeniyetinin biricikliğinden çok vahye dayalı medeniyet silsilesinin devamlılığından yanadır. Bu manada Batı medeniyetine yalnız bu zincirdeki aynı hikmet çevrimini kesintiye uğrattığı için karşıdır. Dolayısıyla İslam medeniyeti dediğinde İslami bir toplum, İslam devleti ya da Şeriatın ve Hilafetin bütüncül bir inşasından çok materyalist dünyada vahyî ve hikmete dair olanın İslam tarafından temsiliyeti vurgusunu yapar. Onun medeniyeti ve İslâm’ı Hz. Âdem’den başlatması, coğrafya olarak Ortadoğu’yu belirlemesi, kadim Mezopotamya kültürünü öne çekmesi medeniyet anlayışının Ortadoğu merkezli olduğunu gösterir: 

“tıpkı Batı’nın medeniyeti, Doğu’nun medeniyeti gibi, Ortanın Medeniyeti vardır. Bu medeniyetin adı İslâm Medeniyetidir. Ve Mezopotamya Medeniyetleri bu medeniyetin temelidir. Yalnız, Mezopotamya medeniyetlerini bizim kitaplarda okuduğumuz tanımlar ve tasvirlerle anlamamamız lazımdır. Onları Peygamberler kurmuştur. Bir hakikat medeniyetidir Mezopotamya.” (Karakoç, 2002, 57) 

Batı, bu hikmeti ve hakikati artık kendilerinin ele geçirdiği iddiasındadır. Medeniyetler İttifakı’ndaki devamlılık zinciri, Doğu ile Batı arasındaki akıntının sürekliliği bir dönemin diyalogculuğuyla paralel işler.

 

Medeniyetin Zorbalığı ve Yıkımlar

Medeniyet kavramı son yıllarda içi boş şekilde tarihi olanı manivela gibi kullanıp varolanı meşrulaştırmaya yönelik dolaşıma sokuluyor. Halbuki medeniyet tektir, cari olandır, kavramları belirleyen, tekniği üretip kültürü evrenselleştirendir. Bu açıdan esasında Huntington’un metni Kültürlerin Çatışması adını taşırken bizde bu Medeniyetlerin Çatışmasına dönüştürülerek çevrilerek İslami kültür ile küfrün kültürü arasındaki gerilim böylece izale edilmiştir. 

2000’lerin ortasında İslam düşmanlığıyla kendini gösteren entegrasyon karşıtı tutum, Breivik ve Torrent’e eylem yaptıran ruh, Müslümanların kendi kültürlerini yaşama dirayeti göstermesinden ileri gelir. Umberto Eco Yengeç Adımlarıyla metninde bunu Müslümanların kıta Avrupasındaki varlığının devam etmesinin tek şartının sofra adabından başlayarak Batı medeniyeti değerlerini kabul etmesine bağlar. Immanuel Wallerstein, medeniyet mefhumumun icadının Batı ilerlemeci felsefesinin ve esasında Tarihin Sonu’na götüren bencilliğin yüceltilmesi görürken Braudel döngüyü bütünüyle Rönesans, Reform, Aydınlanma, Modernite ve elbette Kapitalizm ile tamamlar. 

Freud medeniyetin oluşturduğu baskılar nedeniyle insanların ruhi rahatsızlıklar geçirdiğini, psikolojilerinin bozulduğunu iddia eder Uygarlığın Huzursuzluğu’nda. Medeniyet, kültüre nüfuz etmektir; bunu en iyi Küresel Medeniyet başarmıştır. Bugün yeryüzünün en ücra köşesindeki bir topluluk bile Batı medeniyetinin kültürünün araçlarını kullandığı gibi yeme içmesinden giyim kuşamına kadar pek çok değerini içselleştirir. Özellikle iktisadi ve tüketim kültürüne dair formlar tüm toplumları hakikaten “insanlık” denen ortak bir paydada birleştirir. Salgın konjonktüründe ihtiyaçların, isteklerin, lüksün, gündeliğin tanımlarına tüm küresel birimler katıldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline gelen yaptırımlar, Rusları kendi devletleriyle karşı karşıya getirebildi. Yalnızca kredi kartlarını kullanamama değil zincir fast food ve kahve mağazalarından sosyal medyaya, ev mobilyası mağazasından kot ve spor giyim ürünlerine kadar geri çekilmeler Rusların psikolojilerini bozdu. Çünkü medeniyet, devlet mekanizması, ekonomik hayatı değil başka’sının kültürünü tahakküm altına almaya, insanı ihtiyaç ve istek dengesini bozarak yeni istekler icat ederek teslim almaya çalışır. Günümüz küresel kültürü bunu büyük oranda başarmıştır. Batı medeniyeti tarihte hiçbir medeniyetin yapamadığı kadar kültürünü evrenselleştirdi. 

Medeniyet toplumunu ve öteki’ni homojenleştirir. Herkesi merkezinden ürettiği kültürün dairesi içine almaya çalışır; bu da beraberinde zihinleri kontrole götürür. Bilindiğinin aksine medeniyet çok kültürlü, çoğulcu değil kapsayıcı ve tektipleştiricidir. Egemen medeniyeti hiçe sayarak kendi kültürünü yaşayanları ciddi tehdit olarak kodlar. Kültürler veya Medeniyetler Çatışması, İslam kültürünü bir türlü dönüştürememenin acısıyla ortaya çıkmıştır; Batıda milenyum sonrası entegrasyonu bitirip Avrupa’da Müslüman avına çıkılsa bile, Müslümanlar en azından Avrupa’nın istediği temel İslami kültür ögelerini korumayı sürdürdü. 

İlk Müslümanlar, Dört Halife Dönemi medeniyetleşmekten uzak, ideal bir dönemdir. Raşid Halifelerin İslami olanı bozabilecek medeni unsurların nüfuzuna direnç gösterdikleri pek çok örnek vardır. Salebe kıssası özelinde zekattan kaçınılmasından namazı terk etmeye kadar Müslümanlar büyüyüp güçlenip zenginleştikçe yaşam formunu yeni adetlerle, maddi ölçülerle değiştirmeye yöneldi. Emevilerle birlikte kendinden olmayanı red, dönüştürme ameliyesi Abbasilerde zenginliğin uzlaşmaya götürmesine, küfrü hoşgörmeye kadar sevk etti. Büveyhilerin tahakkümüne girmek medeniyetin açtığı gevşeklikle ilgili… Buna tabi Endülüs’ü de eklemeli… Varolan şaşaayı, güzellikleri, iktisadi, mimari büyüklükleri muhafaza etme akabinde küfürle bir arada yaşamayı, uzlaşmayı formüle edince Reconquista ateşi kendilerini buldu. Medeniyet aşkı, kafir kılıçlarına yenik düştü. 


Müslümanlar İçin Yeni Varoluş İmkanları

Medeniyetçiler, İslam medeniyetinin Uzak Doğu, Hind ve Çin’den Batı medeniyetine kadar uzanan silsilesi içinde bulunmasından, Yunan’dan aldığını Batıya aktarmasından kıvançla söz eder. Günümüzde fikri ve siyasi sahada Batıyı Batı yapan değerlerin İslam medeniyetinden aktarıldığı böbürlenmesi sıklıkla yapılırken Batının bu bilgiyi değiştirip dönüştürüp hatta İslam’a mugayir hale getirerek medeniyetini inşa ettiği akıllara gelmez ya da getirilmek istenmez. 

Varlık anlayışından metafiziğe, doğa tasavvurundan epistemoloji ve insan tanımına kadar Batının önceki hemen tüm medeniyetlerin ortaya koyduğu bilgi ve yapıyı adeta tersine çevirmesi nedeniyle belirtilen medeniyet zinciri de hatalıdır. İslam biriciktir; bugünkü medeniyetçiler Müslümanın ayrıksılığını, kendine özgülüğünü ortadan kaldıracak tezler ortaya atar. İslam kültürü bu manada ciddi bir imkandır; medeniyet bir şekilde asabiyeyi kalgıttığı, milliyetçiliği öne çıkardığı için Müslümanın aslî kültürü müşterekleri oluşturup, ümmeti de toparlar. İslam kültürü üzerinden oluşturulacak bir siyasal alan ümmet fikrini diri tutar, o biricikliği, İslam davasını dinamik sahaya taşır. 

Medeniyeti İbn Halduncu hadarilikle, şehirlilikle aynı görmek son derece yanlıştır; İslam, Müslüman şehir hayatında var olur gelişirken medeniyet ufkunda silinir. Bu açıdan Asr-ı Saadet sonrasıyla bilhassa Kanuni ertesi birbirine çok benzer; İla’yı Kelimetullah’ı, Tevhidi hedeflediği için zaferler kazanan Müslümanlar bunları korumaya, tebaayı kontrol altına almaya, yönlendirmeye, hali hazır iktidarı perçinlemeye çalışırken Müslümanın asıl amacını, dünyadaki varlığını unutur, unutturur. 

Müslümanlar devletsiz var olabilir mi? Özellikle günümüzde devletsiz varlık göstermek imkansız olduğu için Müslümanlar devlet mekanizmasını sağlamlaştıracak adımları atmakla mükellef esasında. Devlet-ümmet ekseni-millet bağı günümüzde varoluşsal güvenlik sahasının en önemli bileşenlerini oluşturur. Devlet, millet hayatı medeniyet inşa etme azmi ile uyuşmaz. Örgütlü yapılar Müslümanın dünyadaki hayatını, misyonunu güvenceye alır ama medeniyet onu saptırır. 

Devlet ve millet hayatı Müslümanların bu dünya için yaşama felsefesini ortadan kaldırırken medeniyet aşaması bu dünyayı mutlaklaştırmaktır. 

İnsanlar yeryüzünde hayatlarını idame ettirmek için gayret gösterir; medeniyet içinde yaşayanlar ise hayatını zevke çevirir, her ortamda konfor arar, güzeli Allah’ın varlığı etrafında temaşa için değil öte dünyada hesap verme kaygısı gütmeyen bir estetik keyfe odaklar. 

Allah insanlara aslolanın ahret, “dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret” olduğunu bildirirken medeniyet bu oyun ve eğlenceyi inşa eder, büyütüp geliştirir.

Vahiy medeniyeti kavramını kullananlar ne medeniyet kelimesinin evveline, gelişimine bakıyor ne İslam’ın bağlamını önemsiyorlar; pratik ve pragmatik olarak İslam’ı araçsallaştırarak kendilerine yer yapmaya çalışırken İslami düzen fikrini de imha ediyorlar. 

Allah vahyinde, kelamında, İslam’ında medeniyet kurmayı değil Tevhidi ayakta tutmayı emreder. 

Medeniyet yüksek binalar, mızrak ucuna Kur’an sayfaları taktıran iktidar kavgaları, kitlesel ölüme yol veren nükleer bomba yapma iradesi, tohum ıslahı, kimyasal gübresi, her gün güncellenen yeni sürüm teknolojileriyle Sünnetullah’a isyandır. Bu açıdan İslam medeniyeti olmaz; İslam Allah’a savaş açan, sömürüyü, tahakkümü, ezmeyi, oyun ve eğlenceden ibaret dünya hayatını vazgeçilmez kılan medeniyeti hedeflemez. Müslümanların medeniyeti olur. 

Kur’an ve Sünnetten uzaklaşan, dünyadaki varoluşunu anlamlandıramayan Müslümanın aslî olandan saptıktan sonra kurduğu yapı, medeniyet olur. Medeniyet putlar üretir, kültler icat eder, Müslüman ise Tevhidî ikame eder. 

İnsanı Allah’tan uzaklaştıran, Allah’ı unutturan, şaşaalı binalar kudretli şahıslar-idareler inşa eden medeniyete-medeniyetçiliğe karşı biz Türkler, Müslümanlar Tevhîdi yaşatmanın derdinde, idesinde olmalıyız.


Kaynakça

Abdullah Cevdet (2008) İçtihad’ın İçtihadı. Lotus Yayınevi.

Ağaoğlu, Ahmet (1972) Üç Medeniyet. Milli Eğitim Basımevi. 

Ersoy, Mehmet Akif (1994) Safahat. Akçağ Yayınları.

Görgün, Tahsin (2020) Medeniyet Meselesi. Endülüs Yayınları.

Güngör, Erol (1998) İslam’ın Bugünkü Meseleleri. Ötüken Neşriyat.

İbn Haldun (1990) Mukaddime – 1. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. 

İbn Haldun (1991) Mukaddime – 2. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.  

Karakoç, Sezai (2002) Çıkış Yolu – I. Diriliş Yayınları.

Kutup, Seyyid (1990) İslâmî Etüdler. Arslan Yayınları.

Meriç, Cemil (1974) Umrandan Uygarlığa. Ötüken Yayınevi.

Ortaylı, İlber (1995) İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı. Hil Yayın.

Ömer Seyfettin (2001) Makaleler – 1. Dergah Yayınları.

Özakpınar, Yılmaz (1999) Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 

Özel, İsmet (1996) Üç Mesele. Şule Yayınları.

Poole, Ross (1993) ahlak ve Modernlik. Ayrıntı Yayınları. 

Said Halim Paşa (1993) Buhranlarımız. İz Yayıncılık.

Spenger, Oswald (1997) Batının Çöküşü. Dergâh Yayınları. 

Topçu, Nurettin (2004) Kültür ve Medeniyet. Dergâh Yayınları.

Toynbee, Arnold (2006) “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Tarihindeki Yeri”. Osmanlı ve Dünya. Derleyen: Kemal Karpat. Ufuk Kitap. 

Toynbee, Arnold J. (2011) Uygarlık Yargılanıyor. Örgün Yayınevi. 

Turhan, Mümtaz (1969) Kültür Değişmeleri. 1000 Temel Eser. Milli Eğitim Basımevi.

 

Umran. Nisan 2022. Sayı: 332

 

Önceki İçerikKemal Tahir’e Çıkan Yollar
Sonraki İçerikRadikal Kurucu Eleştiri, Tasarım Siyaseti, Varoluş Dinamikleri
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.