Tek Parti CHP’si ile Adnan Menderes Demokrat Partisi’nin “bir elmanın iki yarısı”nı oluşturduğu konusunda yaygın bir kanaat var.
Demokrat Partililerin liberal karakterine karşı CHP’nin “Kadrocu Devletçilik”i, inanca yaklaşımları, geldikleri sınıfsal farklılıklar bu tartışmada formel bazda değerlendirilir. 1947 yılında CHP’nin hayata geçirdiği yedi maddelik reform girişimi, İnönü’nün ABD’ye “haber göndererek” yeni dünya düzeninde birlikte çalışabileceklerini ifade etmesi CHP’nin de, zorlansalar bile Demokratların programını uygulayabilecek kıvama eriştiklerini gösterir.
CHP ile DP arasında temelde modernleşme tercihlerinden kaynaklanan farklılıklar var; Menderes toprak ağası, yeni tip burjuva, Celal Bayar Mustafa Kemal döneminde de liberal kanadın temsilcisi, DP’nin tabanı eşraf ve hareket genel manada dışa açık karakterliyken CHP asker-memur-aydın seçkinlerden müteşekkil dışa kapalı yapıya sahiptir.
Görünüşte iki farklı ve birbirine zıt hareketten bahsedilse dahi her iki partinin de tözünü 1924 Statükosu’nun oluşturduğu, Demokratların bu statükoyu korumak için ciddi kanuni adımlar attıkları da bir gerçek. 27 Mayıs sonrasında gerek darbecilerin gerek başta Yön, TİP ve öteki Marksistlerin savunduğu gibi Menderes Hareketi’nin en baştan beri kabahati sınıfsal kökeni ve liberal politikalarıdır. Demokrat Parti bir taraftan “dörtlü takrir” ile CHP’den kopup Yalta’da 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ve başına ABD’nin geçtiği dünya sistemine intibak ederken öte taraftan Tek Parti CHP’sinin kopardığı milletle devlet arasındaki bağları yeniden tamir eden bir hareket olarak temayüz etmiştir.
Menderes ve Özal’ın İcraatları
Menderes ve Özal hareketleri sözde değil özde Amerikancıydı… Türkiye’yi “Küçük ABD” yapma bu tutumun adeta mottosudur.
ABD dünya sistemiyle iktisaden liberal, siyaseten küresel, dini yönelimlere mütemayil, siyasal alanda demokratik katılımcı bir modeli özellikle gelişmekte olan çevre ülkelere model olarak sundu. Demokrat Parti bu yeni modelin Türkiye’deki temsilcisini kabullenerek iktidara geldi.
Özal’ın ANAP Hareketi ise 1970’lerde doların rezerv para ve gümrük duvarlarının kaldırılmasıyla ortaya çıkan neo liberalizmin klasik bir taşıyıcısı misyonu çerçevesinde 12 Eylül Rejimi ile beraber iktidar oldu. Neo liberalizmle kapitalizm iktisaden ve siyasi yönleriyle küreselleşirken çevredeki hareketler, sınıflar merkezden “pay alma”ya başlamış, demokratik idare artık siyaseten de farklı mezhep, dini, etnik ve kültürel grupların kamusal alanda görünmesinin yolunu açmış, yeni dini cemaatleri ortaya çıkarmıştır.
Menderes Hareketi başta ezanın aslı gibi okunmasını sağlayarak milletin ilgisini çekmiş, her kesimden insanın inancını yaşamasını, dini eğitim almasını, entelektüel manada yayın yapmasını desteklemiştir. Özal ANAP’ı da 12 Eylül idaresinin gevşemesiyle “küçükleri muzır neşriyattan koruma kanunu” gibi muhafazakar ve dini değerleri öne çeken adımlar atmıştır.
Menderes döneminde silsilesi olmayan yeni dini cemaatler biraz da Kemalizmin tekkeleri yasaklamasından kaynaklı boşlukta zuhur ederek ciddi öbekleşmeler içine girmişken Özal ile beraber yine bu gayrı sahih yapılar sivil toplum kuruluşu, vakıf, medya organı başlıkları altında örgütlenmiş, yasal sahaya inmiş giderek şirketleşerek Müslümanların liberalleşmesine, seküler olana yönelmesine etki etmiştir.
Her iki hareketin de tabanlarının dindar orta sınıf eşrafa, Kemalist merkezden, kamusal alandan dışlananlara dayanması belirgin bir sürekliliği sağlar. Menderes ve Özal hareketlerinin Kemalist statükoyu yerinden çok da kımıldatmadığı, merkezdeki çelik çekirdeği çatlatmadığı de bir gerçek. Kamusal alanda dindarların yer bulması büyük oranda MSP’nin koalisyonları, MC Hükümetleri zamanında gerçekleşse, ANAP ile genişlese de bu kadrolar hiçbir zaman karar mekanizmalarına dahil edilmemiş, bürokrasideki genel yekûnu oluşturmamıştır. Dolayısıyla Menderes ve Özal dönemlerinde dini simgelerden, dindar yönetici prototiplerinden, kısmî muhafazakar politikalardan bahsedilse bile hiçbir zaman İmparatorluk dönemi İslami programlar, büyük ve otokton dindar kadrolar gündeme gelmemiştir.
Üstelik Menderes döneminde de Özal devrinde de halkı tatmin eden uygulamalar karşısında Kemalist statüko daha muhkem yasalarla kavileştirilmiştir. Ezanın aslıyla okunmasının, dini serbestliklerin ardından paraya Mustafa Kemal’in resminin konmasından Atatürk’ü Koruma Kanunu’na kadar çeşitli yasalarla matbuat ve sivil alan denetlenmiş, Kemalizme zırh giydirilmiştir. Aynı şekilde Özal döneminde de neoliberalizme bağlı inanç serbestlikleri gelse, dini gruplar şirketleşerek sisteme entegre edilse de yine 141, 142, 163, 301 gibi pek çok kanun işletilmiş, 1924 Statükosu’na eleştiri getirenler yargılanıp mahkum olmuştur.
Gerçi daha Özal iktidara gelmeden evvel askeri idarenin gerekli düzenlemeleri yapıp sınırları çizmesini, yasaklarla, yasalarla, YÖK gibi yeni kurumlarla Özal’ı rakipsiz şekilde seçimlere sokmasını, neoliberal program manasına gelen 24 Ocak Kararları’nı sorunsuz uygulatacak dikensiz gül bahçesini kendisine hediye etmesini de ayrıca dikkatlere sunmak gerekir.
Menderes’in DP’si solu Tek Parti içine itip milliyetçi-muhafazakar ve İslamcıları bünyesinde toplayarak yeni bir sentez oluşturmuştu. Soğuk Savaş’ın şiddetlenmesiyle “anti komünizm” devreye girerek bu güçlü öteki’ne karşı bir muhafazakar-sağ-dindar cephe inşa etti. 1960’larda ayrışmalar, birleşmelerle, 1970’lerde Milli Görüş’ün ortaya çıkışı, çeşitli ekollerin etkinlik kazanması, sağ-sol çatışmasının güçlenmesiyle farklı ve etkili bir güç olarak İslamcılar kendini gösterse de Özal ANAP’ının “dört eğilimciliği”, 12 Eylül İdaresi’nin Türk-İslam Sentezi Projesi Kemalizm’in yenilenmesini, rehabilite edilmesini İsmet Özel’in Cuma Mektupları’nda dediği gibi 12 Eylül’ün ANAP ile “yeni bir motor” takarak yoluna devamını sağlamıştır.
Menderes-Özal; Demirel-Erbakan Farkı
Menderes döneminde başta Marshall Yardımı olmak üzere dış sermayeye dayalı bir ekonomi programı uygulandı; Özal iktidarındaki gibi. Bu iki hareketin arasında ise ithal ikameci politika kendini gösterdi. ANAP neoliberalizmi ithal ikameciliği bitirdi.
Menderes ve Özal ülkenin özellikle yol, su, elektrik, iletişim ve finans gibi alt yapısını imar ederken Menderes-Özal arasındaki iktidarlar Süleyman Demirel-Necmettin Erbakan zihniyeti ağır sanayiye dayanıyordu. Özellikle Demirel’in güçlü iktidarlarında demir çelik, rafineri, barajlar, kağıt, şeker, çimento, lokomotif-motor-türbin fabrikaları gibi üretim ekonomisine dayalı bir sektörel gelişim yaşanmıştı. Dolayısıyla Menderes-Özal ile Demirel-Erbakan iktisadi modelleri birbirinden çok farklıdır.
Demirel-Erbakan’ın ağır sanayiye dayalı yapısal ekonomiyi oturtma anlayışına karşı Menderes-Özal daha çok iletişim-ulaşım-turizm-mülkiyete dayalı rant ekonomisi sektörlerinde değişime yönelmiştir. “İşten artmaz dişten artar” anlayışı yerine Menderes-Özal ekonomileri tüketime dayalıdır. Amerikan kültürünün, tüketim metaının ülkeye en çok girdiği iki dönem de zaten DP ve ANAP yıllarıdır.
Tabi AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın DP-ANAP, Menderes-Özal geleneğinin devamı şeklindeki yorumlar bir bakıma doğru ama eksiktir.
AK Parti iktidarının özellikle ilk on yılı aynen Menderes-Özal dönemi gibi iletişim-ulaşım-sağlık-eğitim-finans altyapısını çağdaşlaştırma, geliştirme ile geçerken ikinci on yılı ile beraber özellikle savunma sanayii üzerinden Demirel-Erbakan tarzına yöneldiği söylenebilir. Erdoğan hayat tarzı, dindarların kamusal alanda yer tutması, tarihi-kültürel değerlerin kamusallaşması anlamında Menderes-Erbakan-Demirel-Özal geleneğini başörtülülerin kamuda çalışabilmesi, Ayasofya’nın açılması, Taksim Camii, askeri vesayetin geriletilmesi gibi konularda çok daha ileriye götürmüştür.
Kabul etmek gerekir ki millet ne Menderes ne Özal’ın gelişlerini sorgulayacak siyasi-psikolojik-iktisadi ve manevi hassalara sahipti. Tek Parti ve sağ-sol-12 Eylül karabasanları karşısında nefes almak, asgari huzur ve güvenlik, manevi tatmin öncelikti.
Kemal Karpat Asker ve Siyaset kitabında halkın evvela, yol, vergi sistemi, iyi idareci, arazi taksimi yani milleti önceleyen bir düzen istediğini belirtir. Tek Parti CHP’sinin memur elitine, bürokratik oligarşisine karşı Menderes ve Özal hareketi halk popülizmi yapıyordu. Bu da milletin memur baskısından kurtulması için iyi bir fırsattı. Fransız tipi laiklik ve radikal modernleşme karşısında naif çağdaşlaşma ve dindar muhafazakarlık, “tutmayan devrimler”de inat etmeme Menderes ve Özal’a büyük bir hareket alanı açtı.
Açıkçası her ikisi de gerek dünya sisteminin desteğini almanın gerek milletin teveccühünü kazanmanın verdiği özgüvenle Kemalist sisteme değil ama statükoyu oluşturan sınıflara, askerlere, bürokrasiye küçümseyerek yaklaştığı için 27 Mayısçılarla 1990’ların “derin”lerinin hedef tahtasına çoktan oturmuştu.
Milli irade ve dünya sistemi desteği hatta her iki liderin tenkitlere tahammülsüzlüğünü artırmış, uçak kazasından kurtulan Menderes’i muhalefeti yok etme fikrine götürmüş, “aşırı özgürlük fazla demokrasi komünist yapar” gibi kanaatlere yöneltmiş, kendilerine karşı yapılan gösterileri küçümsemelerine neden olmuş, denetimsizlik ve keyfiliğe sevk ettirmiş, “Hilafeti bile getirebilecek güçtesiniz” söylemini üreten kontrolsüzlüğe iletmiş, kongre yapmayı zul addetmesine, kongreyi kazansa bile sinirli ve gergin ruh haline girmesine neden olmuştur.
Menderes öğrenci olayları, Özal eski liderlerin siyasete dönüşü, büyük madenci yürüyüşü karşısında aciz kalmıştır. Her ikisi de liberalizmi Türkiye’ye taşıyarak yerleştirmiş, ülkeyi dünya sistemine entegre etmiş, Kemalist statükoyu yenileyerek güncellemiş, en basit millileşme çabasında Menderes’in Rusya, Özal’ın Türk Cumhuriyetleri açılımlarıyla sistemden ciddi darbe yemişlerdir.
Takip Edilecek Yol
Menderes’i en sert eleştirenlerin başında Necip Fazıl gelir. Öğrenci olaylarını küçümsememesi konusunda Menderes’i ikaz eden Necip Fazıl, hadiselere ciddiyetle ve sertlikle mukabele edilmesi gerektiğini yazar. Hem süreç boyunca hem de 27 Mayıs’tan sonra Menderes’i yaptıklarından çok yapmadığıyla yargılar. Üstad, meseleye yapısal bakar ve Menderes’in elinde imkan varken CHP’yi tamamen tarihten silmek yerine onu karşısına muhalefet diye dikip meşrulaştırarak “orta”yı kuvvetlendirdiğini ifade eder.
Menderes’in CHP’yi muhalefet partisi görüp normalleştirmesi “Türkün ruh köküne inemeyip” statükoyu koruyup güçlendirmesi sonraki dönemlerde de kendini gösterir. 1945 sonrası yalnız DP değil İslamcı partiler ve yönelimler de beliriyor, sağlam bir dini reform bekleniyorken İslamcılar DP’ye kanalize edilerek etkisizleştirilmiş, statüko meşrulaştırılmıştır. Bu deneme sonraki yıllarda da kullanılmış, dindar-muhafazakar-İslamcılar kamusal alanda yer bulduğu anda Türkiye’nin ontolojisini belirleyen İslami varoluşu rafa kaldırmış, sistem içinde düzeni yenileyen basit aparatlar haline gelmeyi sorun etmemişlerdir. Bu tavır sürdükçe, kapitalist dünya sistemi ve Kemalist statükoyu güçlendirmeye matuf yenilikleri uygulayan Menderes-Özal çizgisinde kalındıkça değişim adı altında sürekli bize yabancı sistem rehabilite edilecek, Türkiye devamlı beka tehlikesiyle yüz yüze gelecek, geleceği, bize özgü düzeni inşa etme ihtimali ortadan kalkacak.
Menderes-Özal Türkiye için değil küresel kapitalizm ve yerleşik statüko için iyi bir model… Türkiye’yi büyütecek, ümmetin önüne düşürerek Batı ile hesaplaşmayı, insanlar için cazip bir sistem inşa etmesini sağlayacak model temel kaynaklara sadakatten geçer.