Milli-Yerliliğin Z Raporu

Dünyada Tevhid’den başka hiçbir değerin, kişinin, normun, dönemin kalıcı olmadığını, olmayacağını İslam ve zaman bize öğretti. Doğa, müthiş değişim ve yenilenme dinamiğiyle insana sabitenin, donukluğun tükeniş manasına geldiğini de gösterir. Döngü aynı zamanda geliştirmekle kendiliğin korunabileceğini anlatır. Hiçbir döngü aynı seviyede, aynı nitelikte olmaz. Doğa muhafazakar değildir, sadece insanlar kör korumacı olabileceği zannına sahiptir. 

Türkiye post küreselleşme, neoliberal siyasallığın arızalarının ardından milli-yerli sürece girdi. 

Üç olay, Gezi-Hendek-15 Temmuz uzun 90’ları, Soğuk Savaş kültürünü, postmodern siyasetin tükenmişliğini “ifşa ederek”, küresel güçlü devlet arayışlarına Türkiye’yi de erkenden dahil etti. Birbirini nakzeden iki dönem belli konularda devamlılığı sağlasa da ciddi kesintiler, kopuşlar da getirdi. 

Milli-yerlilik özellikle 1960’lardan itibaren siyasal alana, düşünce hayatına dahil olmuş ve daha çok tavır, duruş, tepkisellikle kendini belirginleştirmişti. Milli-yerlilik ilk kez bir söylem, doktrin, ideoloji hüviyeti kazandı. Sol-liberal muhalefetin rejim diye sunduğu iktidar yapısının, Cumhur dönemi söylemi tam manasıyla bir ideoloji hatta resmi ideoloji diye tarif edilebilir mi… Parti-devlet bütünlüğünün sağlandığı Cumhur ittifakı iktidarının, doktrini, “resmi ideolojisi” milli-yerliliktir diyebiliriz. 

Milli-yerli doktrin, resmi ideoloji bu evrede pek çok spesifik adıma imza attı. Bunların ne kadarının kalıcı, hangilerinin dönemlik olduklarını kestirmek güç. Kabul etmek gerekir ki, Kemalist statükonun ana argümanlarını koyultan hatta güncelleyen faaliyetlere mukabil Türkiye’nin İmparatorluk köklerini de yenileyen, öne çeken uygulamaları da tuhaf bir eklektizmi şekillendiriyor. Bu açıdan görece müspet ve menfi yönleriyle milli-yerli doktrinin, resmi ideolojinin hasılası, muhasebesi ve z raporu yapılmalı ki gelecek daha kontrollü, sahih ve sahici bir inşanın konusu olsun!


Milli-Yerli İdeolojinin Olumlu Yönleri

Milli-yerli resmi ideolojinin benimsediği temel doktrin güvenlik.

Beka söyleminin eşlik ettiği bu güvenlik fikrinin aslını temel fay hatları etnik-mezhep-dini-hayat tarzı toplumsallığının ötesinde sınırların oynaması, Türkiye’nin bölünmesi riski şekillendiriyor. Arap Baharı’nın dinamitlediği çözüm sürecinin Rojava modeli üzerinden bağımsızlık provası içermesi açıkça toplumda da devlet mekanizmasında da “travma” yarattı. Hendek çatışmalarındaki karşı direnç bu travmayı büyüttü. Suriye operasyonları, Gezi ve 15 Temmuz’a verilen tepkiler güçlü devlet talebini, güçlü iktidar ile birlikte rızaya dayalı modelle artırdı. 

Hendek ve Suriye operasyonları ulus-devlet ve millet bütünlüğünü ilgilendirirken Gezi daha çok siyasi iktidarı, Fetö darbe girişimleri hem siyaseti hem ülkeyi ilgilendiren hadiseler olarak anlamlandırıldı. Bu açıdan bu üç olay aynı zamanda devlet ile iktidarın bir resmi ideoloji ve rejim dinamiği etrafında bütünleştirilmesini icab ettiriyordu. 

Merkezine güvenlik ve huzuru alan milli-yerli resmi ideoloji konforu, refahı, adil bölüşümü, demokratikleşmeyi, sivilleşmeyi ikinci plana alırken hukuk ve adaleti bu kıstasların yerleştirilmesine münhasır kıldı. Salgın, Çin’in iktisadi Rusların askeri ve siyasi yükselişi, Rusya-Ukrayna Savaşı, temiz enerji ideolojisi ve enerji savaşları gibi pek çok çatışma dinamiğine, post küreselleşme evresine, küresel burjuva ile ulus devletler çatışmasında Avrupa ülkelerinin bile güçlü devlet arayışına, Türkiye bu doktrin ile “hazır girdi.”

Elbette bu yeni resmi ideolojinin dış politika tercihi Türkiye’nin İmparatorluk hinterlandındaki çatışma sahalarına, Türkiye’nin menfaatlerine zarar verebilecek dinamiklere zamanında tepki getirebilme üzerine kuruluydu. Bu nedenle Libya’da, Karabağ’da, Doğu Akdeniz egemenlik sahasında, Afrika’ya yönelimde, Kıbrıs’ın konumunda, Ortadoğu’da varını yoğunu ortaya koyacağı iradesi görece bağımsız tutumu kavileştirdi. Bu konjonktür savunma sanayiinin güçlendirilmesini zorunlu kılıyordu. Yerli üretim trendiyle beraber silah teknolojilerine, özellikle siha gibi araçlara yine hazırlıklı girilmesi bu dönemin neticelerindendir. 

Esasında dış politika tercihlerinin salgın ve küresel iktisadi kriz sonrası Türkiye’deki ağır ve derin ekonomik buhran nedeniyle değişmesi güvenliğe dayalı harici kararlılıktan sapmayı getirirken bir bakıma dünya sisteminin merkezindeki ülkelerin yaşadığı bunalımla da ilgili. Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel güçlerin büyük zafiyete düştüğünü “diplomatik manevra”ları, pazarlıkçılığı, ittifak siyasetinden denge politikasına esnek yönelimleriyle gösterdi. 

Kuşkusuz Ayasofya’nın açılması dönemin en bariz ve aslına bakılırsa tek reformu. Türkiye’nin ikinci yüzyılını Ayasofya’nın açılmasıyla başlatmak gerek. Ayasofya hamlesi Türkiye merkezli bakışın güçlenmesini de tetiklemiş, Türkiye’nin bölge ve İslam alemindeki rolünü ve bilkuvve gücünü hatırlatmıştır. Türkiye’nin başsız İslam aleminde öne düşebilecek yegane potansiyel özne olduğu gerçeği her bakımdan tazelenmiş oldu. İktisadi kriz ve ülkedeki hayat pahalılığının artışı, millet bağını zedelediği gibi mesela Gazze katliamında İsrail’e, küresel aktörlere daha ciddi yüklenmeyi engellemiştir. 

İktisat her şeydir tüm üst yapıyı da belirir. 

Gün geçtikçe kötüleşen ekonomik tablo Türkiye’nin İmparatorluk mirasını daha çok sahiplenmeyi, pratiğe geçirmeyi zorlaştırdığı gibi Kemalizmi daha fazla öne çıkardı. 

Her ne kadar laik, ulusalcı ataklar nüksetse de bunlar geri çevrilebiliyor, her şeye rağmen hala yeni merkezin unsurları, muhafazakar camia “eşit statü”de biraz daha pozitif muamele görebiliyor. Kaydetmek gerekir ki yer yer çete, mafya, asimetrik güç odakları etkinliği canlansa dahi sivillik, vesayet güçlerinin gerileyişi ve azalışı, millete muamele biçimi hiçbir zaman milenyum öncesine dönmemiştir. Bu bakımdan güçlü devlet pratiği daha güvenlik görevlileri marifetine bağlı kalsa bile neoliberal siyasallık döneminden miras “insan hakları” zemini korunabildiği kadar korunuyor. Bu açıdan güçlü devlet, devlet mekanizmasının “rıza” üreten boyutta güçlenmesini anlatmıyor kesinlikle, yer yer zaaflar, idari problem ve açıklar, üç olaylı konjonktürün afazilerinden.

Tüm menfiliklere karşın milli-yerli resmi doktrinin İmparatorluk köklerini, Türkiye merkezli bakışı, Ayasofya eksenli irade beyanını, tüm Kemalizmlere rağmen ümmet diyebilmesini, Türkiye’nin Nomosu olan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasını korumayı bilmesini, tüm yönleriyle İslami olanın laikliğe galebe çalmasına yönelik hiçbir gayret gösterilmese bile Müslüman kimliğinin kamusal alandaki hareket serbestisini mühim bir kazanım, geleceğin inşası için “temel” görmek mümkün.


Milli-Yerli Doktrinin Menfi Tesirleri

Devlette, kamuda yer tutmayı “kızıl elma”, “ütopya”, “devrim” gören bir İslamcı, muhafazakar taban hatta Anadolu irfanı var! 

Devletin sadece terörle mücadele edip kendisinin de iyi bir mevkiye gelmesini yeterli gören kariyerist formalistlerle dolu ülke. Milli-yerli resmi ideoloji selefi, radikal ile milliyetçi-muhafazakarı statükonun konforunu sürdürebilme konformizminde ortaklaştırdı. Geleceği kurabilecek temellendirmeleri kendi şahsi ikbali için donduran insan havuzu, kendini elit, yazar, kültür ve dava adamı göstermeyi başarabiliyor. 

Milli-yerli doktrinin ana sorunu, elinin altındaki konformistleri çalıştıramamasında… Kendisinin liyakat ve ehliyetli olduğunu “netwörklere” dahil edilmediği için potansiyelinden faydalanılmadığını ifade edenler zamanla o şebekelere girip kariyer basamaklarını tırmandıkça sadece milli-yerli değil 1924 Statükosu’nu bile meşrulaştırmaya, “hepimiz bu toprakların…” edebiyatını yapmaya başlıyor. Bu toprakların, Anadolu insanının, milletin, değer ve inançlarına değil isteklerini karşılayanlara sadakati, üstün medeniyet ve düzenle çatışmayı ve kendiliği bırakıp teslimiyeti seçmesini tersine çeviremedi milli-yerli ideoloji. Bu anlamda bütünleşik bir millet yaratmayı da… 

Toplumdaki farklılıkların siyasi kutuplaşması iyi ve güzelin tekamülü açısından gerekli. Halbuki milli-yerli doktrin savunma sanayiinden uzay çalışmalarına müşterek bir millet hedefi, iradesi de geliştiremedi. Bu açıdan yüksek iyi ve kalite, etik-politik, milli ahlak, üst seviye, ideal düzen ve yaşama biçimi, ilke-tutarlılık gibi zihni, kültürel, kamusal standartlar ve uygulamalar da ortaya koyamadı. Radikal kamucu bakış açısı milleti devlete bağlayan en mühim siyasal davranış iken milli-yerli resmi görüş bunu geliştirmekten yana durmadı. Rant, ayrıcalıklılar, arkasında güç olduğu vehmiyle hareket eden hiçbir zaman bırakın güzideyi elit bile olamayan yeni seçilenlerin davranışlarıyla ilgili iddiaları dizginleme çabası da görülmedi. Yeşil Türk, Ak-kurt, bölgecilik, çete-mafya ve gayrı meşru gruplar gibi oluşumların etkinliklerini düzenleme hususunda herhangi bir gayret de gözlenmedi. 

Haliyle milli-yerli resmi ideoloji, millet bütünlüğünü, kaliteli gruplarla ikame, güzideler ve vasıflı entelijansiya ile kurma yerine Kemalizmin Falih Rıfkı, Kemalettin Kamu tipi yetersizleri güçlendirerek söylem üstünlüğünü ele geçirme tarzını benimsedi, dahası bunu kültürel iktidar zannetti. Sonuçta insan ve düzen bütünlüğü sağlanamadığı için her şeyin yorgunluğu başladı; din yorgunluğu, yurt, simgeler hatta milli-yerli yorgunluklar… 

Milli-yerli resmi doktrin yapısökümü terk etti. 

AK Parti iktidarının yoğun Kemalizm ve Cumhuriyet dönemi eleştirisi bırakıldı bunun yerine kabullenme, devamlılık hatta sentez ve entegrasyona meyledildi. Kemalistlerin hiçbir zaman yanaşmadıkları İmparatorluk-Türkiye bağlantısı ve sürekliliğinin aksine milli-yerli resmi ideoloji Kemalizm ile kopuşu değil devamlılığı yerleştirdi. Bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin yenilenme, değişim, reform ve kalkınma yönünü törpüledi, eritti. 

İktidarın remzi olan ekonomik iyileşme, yatırımlar, refah ve konfor gitti, yerine yüksek enflasyon ve ekonomik kriz geldi. Milli-yerli dönemin başlarına kadar şekillendirilen geniş orta sınıf dağılarak sınıflar arası fark açıldı. Üst kesim Cumhuriyet tarihinin en varlıklı dönemini yaşarken alt sınıflar da genişlemeye başladı. Bu iktisadi sorunlar beraberinde sosyal meseleleri tetikledi, yabancı düşmanlığı, din yorgunluğu, deizm tartışmaları, İslamsız Türklük, faşist ve laik yeni ulusalcılık, mensubiyetsiz gençlik, maaşlı burjuva çabasındaki yeni kuşaklar milli-yerli doktrinin hasılası. 

Milli-yerli resmi ideolojinin z raporunda “düzen tesisi” yok. Başta ekonomi, eğitim, hukuk, devlet mekanizması hususlarında “yasa sahibi” değil doktrin. Hemen tüm politikalar el yordamı ve reflekse bağlı kaldığından “denedik tutmadı” usulü en yaygın gerekçe. 

Yeni bir anayasadan yeni bir iktisadi düzene, müfredata, tarih yazımına dek sadece milli-yerli doktrinde değil en baştan bu yana kurucu düzen tesis edilmedi.

Milli-yerli tavır zaman içinde resmi ideoloji kategorisine yerleşti. Bu doktrinle çok ciddi temellendirmelerle birlikte menfi eklektizmler de geliştirildi. Kemalizmle kopuş değil devamlılık anlayışı gibi radikal hatalar, İmparatorluk, Türkiye merkezlilik, ümmet bilinci gibi kavrayışların kamusal alana da yerleşmesi, güçlendirilmesi ve geleceği kurmasıyla izale edilebilir ancak.