İslamcılık hareketi sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde “post İslamcılık” evresinden geçiyor.

Burada hemen belirtmek gerekir ki, “post” ile “İslamcılık sonrası” değil, “İslamcılığın değersizleştirilmesi” kastediliyor.

Post İslamcılık yerine “post İslamcılar” teklifi de getirilebilir. Türkiye’de İslamcılık ne zaman “iktidar oldu” denebileceği için post İslamcılar evresi daha gerçekçi.

Post kavramının “sonra”yı anlatmasından ziyade değersizleştirmesi, önemsizleştirmesi hatta “etkisizleştirmesi” kastı son yıllardaki post truth atmosferinden kaynaklanıyor. Alternatif gerçeklikle birlikte Nietzsche’nin “değerlerin değersizleştirilmesi”ni kastettiği nihilizm, ulusların yeni dünya sistemi konseptinde popülizm tesiriyle, kriz korkusuyla, güçlü ülke ve lider arayışı nedeniyle her şeyi kendi gerçeklik taleplerine uyarlama tavrına göre yaygınlaştı. Devletlerin ve ulusların post küreselleşme aşamasında içe kapanması kendi gerçeklik algılarını genişletti. Bilhassa “dolaşımdaki” değerler, kavramlar ulusların ve devletlerin anlık, konjonktürel ihtiyaçlarına göre yok sayıldı yahut göklere çıkarıldı.

Trump’ın “yeniden büyük Amerika” için, Amerikan halkının kazancı için her türlü ilkeyi, değeri küçümsemesi, alaya alması, gerektiğinde düşmanlığa dönüştürmesi “post” kavramını itibarsızlaştırma anlamına getirdi.

 

Hatalar İslamcılara Değil İslamcılığa Yazılıyor!

Post İslamcılık artık başka ülkelerde başta Cezayir ve Mısır deneyiminde olduğu üzere Arap Baharı’nın da tesiriyle ortalamaya yerleşti; İslamcılık her sorunun sebebi sayıldığı, her hata İslamcılar değil sadece, İslamcılık hesabına kesildiği için itibarsızlaştırma çok ciddi ivmede ilerliyor.

Türkiye’de mesela gençlerin deist olması tartışmasından kadın cinayetlerine, başörtülülerin kariyerlerinden bir takım tarikat ve cemaatlerin gayrı İslami tutumlarına kadar her görüntü, bilgi kırıntısı, yorum, haber post İslamcılık için, İslamcılığı kötülemek, değersizleştirmek için kullanılıyor.

Son yıllardaki sekülerleşme eğilimleri, dindar gençlerdeki dünyevi hassasiyetler, 31 Mart seçim sonuçları bile İslamcılığın “kendi kendini rezil ettiği”ne yoruluyor…

2011’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “trenden indirdiği” sol liberaller “biz hiçbir şey yapmadan İslamcılar kendilerini bitiriyor, sokağa çıkacak yüzünüz kalmayacak” yorumlarıyla ellerini ovuşturuyor! Tayfun Atay ve Murat Belge meseleye kıyısından temas ederken Ruşen Çakır daha ziyade siyasal alanla irtibatlı yorumlar getiriyor.

Sol liberallerin yanında AK Parti karşıtı, laik-seküler çevrelerin hemen tamamı toplumda meydana gelen herhangi bir menfi durumu, iktidar ile beraber İslamcılığa yazıyor. Buna Ülkücü çevreler de dahil…

Siyasal alandaki olumsuzluklar için tek sorumlu İslamcılar bile değil İslamcılık gösteriliyor. Siyasi ortaklığın ötesinde Millet ittifakıyla Ulusçu, Kemalist milliyetçi, Ülkücü zihin İslamcılık karşıtlığında birleşmiş durumda. Hesaplaşmayı siyasi partilerle yapanlar bile faturayı İslamcılığa kesmekte beis görmüyor.

Anti İslamcılık cephesinde siyasi alanda etkili, iktidarla yakın bazı gruplar da var; işin enteresan tarafı her olumsuzluğu İslamcılığa yazanlar, İslamcılığı bitirmek isteyenlerin yaptıklarını da İslamcılığın hanesine kaydediyor.

Böylece ittifak müthiş bir alışverişe evriliyor; bu gruplar İslamcılığı itibarsızlaştırmak için mahallede cürümde bulunurken aynı zamanda bunları ifşa ediyor, aleyhe malzeme imal ve icat ediyor!

Trol zihnin bu malzeme üretimi ile Ruşen Çakır’ın post İslamcı, İslamcılığı itibarsızlaştırma söylemi karşılıklı paslaşmayla sürüyor.

 

İslamcılık Tek Yerli ve Milli Düşünce!

Türkiye’de İslamcılık düşüncesi sıradan, sekter dar grup, cemaat düşüncesi biçiminde lanse ediliyor. Halbuki İslamcılık Osmanlı’nın son dönemindeki “resmi ideoloji”si…

İslamcılık Batı karşısında yenilgi ve İmparatorluğun dağılmasına, İslam düşüncesinin Batı felsefesine yenilmesine karşı çağdaş gelişmelerle paralel yürüyen tecdid, ihya, reform çabalarından müteşekkildir.

İslamcılık, Türkçülerin yahut Batılıların yaptığı gibi Türk milletini dar bir alana sıkıştırmaz, pasifize etmez, tam tersine İslam dünyasının ve ila’yı Kelimetullah-nizam-ı alem öğretisi eşliğinde dünyanın “merkezi” görür.

İslamcılık Türkiye’yi merkez alır, zihni işleyiş ilmin, siyasetin, kültürün, İslam düşüncesinin İstanbul’dan başlayabileceği fikrine dayanır. Bu nedenle ümmetçilik veya hilafet kavramları doğrudan küresel boyutlarda Türkiye’yi öne çıkarır.

Hilafeti zapturapt almak isteyen İngilizler, “Arap Hilafeti” kavramını getirirken ABD dünya sistemi Türkiye’yi “denetimli serbestlik”le idare eder.

Son yıllardaki tüm gelişmeler “Türkiye’nin merkez rolü”nü itibarsızlaştırma girişimlerinin sonucu; İslam ülkeleriyle, toplumlarıyla bağlantılar koparılırken, başta iktisadi ve siyasi tüm olumlu bakış açısını “gözden düşürme”ye çalışma girişimlerini buna ekleyebiliriz. İmparatorluğun son yıllarındaki ulusçu akımlar, Osmanlı’ya İstanbul dışından gelen “Türkçüler” ile son yıllarda Arap Baharı, Gezi-15 Temmuz süreci Türkiye’nin “merkez vasfını” sona erdirmeye yönelik.

Sosyalizm Alman Spartakistlerinden Rus kolhozlarına kadar dayanan etkilere, Türkçülük yine Rus hinterlandındaki aydınlara, liberalizm kıta Avrupasına dayandığı halde İslamcılık İstanbul’dan çıkmış, İmparatorluk ufkunun resmi ideolojisidir.

İslamcılığın öncüleri gibi sunulmaya çalışılan Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi isimler “ulusçu-milliyetçi” görüşleri İmparatorluğa taşımak istemişlerse de çoğunluğu devlet adamı, ulema olan İslamcılar, Said Halim Paşa, Tunuslu Hayreddin Paşa, Hüseyin Kazım Kadri, Mehmet Akif, Babanzade Ahmet Naim, İsmail Hakkı İzmirli, Mustafa Sabri Efendi gibi isimlerin hiçbirinden yüz bulamadılar.

İslamcılık İstanbul merkezli karakteri nedeniyle ideolojilerin en yerlisi, en millisidir!

 

İslamcılık Çuvalı

İstiklal Harbi sırasında Akif’in biraz meylettiği Afgani ve Abduh’un İslamcılığın önderi haline getirilmesi Milliyetçiliği ve milliyetçileri birkaç parçaya bölüp MHP’de kurumsallaştıran; İslamcılığı tarikat ve cemaatlere üleştirip, siyasi İslam’ı, Milli Görüş’ü kamusallaştıran; silsilesi ve geleneği bulunmayan 1950’li yılların memurlarından cemaatler kurduran; sosyalizmi yerli ihtimalini bozarak onlarca fraksiyona ve marjinal şiddete yönelten 27 Mayıs zihniyetinin sonucudur.

O tarihten sonra ne var ne yok, nerede marjinal, birilerinin imal ve icat ettiği hüdayi nabit grup varsa “İslamcı çuvalı”nın içine yerleştirildi.

Tek Parti’nin İslam’ı dar sahaya, vicdanlara sıkıştıran uygulamaları karşısında “dip akıntı” halinde dinini yaşayan Anadolu insanını kasten dışarıda tutup kimin finanse ettiği bilinmeyen “aktivist”leri, radikal, şiddet meyillisi, Onur Yürüyüşüne de başörtüsü eylemine de birlikte katılanları, sahtekar şeyhleri İslamcı çuvalı içine atma, Türkiye’yi rayından çıkarma girişiminin bir sonucu.

Kemalist statüko bile ülke zor duruma düştüğünde İslamcı düşünceyi gevşeterek millet bağını yeniden tesis etmeye çalışmıştır. Millet bağının İslam ile kurulduğu Türkiye’de İmparatorluğun ana akımı her daim bu ülkenin yörüngesi oldu. İslamcılığın varlığını sürdürmesi, Kemalist Batılılaşma projesinin iflasını gösterir; devlet ve dünya sisteminin desteğiyle hegemonya unsurlarını kullandığı için Türk toplumunun ortalamasını teşkil ettiği zehabı gelişiyor.

Türkiye’de İslamcılık, İmparatorluk düşüncesi vasfını Kemalizmle “kurumsal” manada kaybettikten sonra “devlet bizim idareciler değil” fikri etrafında geliştirirken ABD dünya sisteminin-27 Mayısçıların tesiriyle “içi boş ümmetçilik”, “marş-bayrak” dışı bir yönelime girdi.

2000’li yıllarda bu etki neoliberal İslamcılıkla sürdü fakat bilhassa Gezi olaylarıyla İslamcılar tekrar bayrakla, İstiklal Marşıyla buluşmaya başladı. İktidar deneyimi, devletin merkezindeki mesuliyet sahası İslamcıları daha merkezde yer tutmaya yöneldi; 31 Mart ile beraber “kazanımların kaybedilmesi” korkusu, “kendini hiçbir zaman İslamcı diye tanımlamayan AK Parti’ye” İslamcıların, MHP’ye rağmen destek vermesini getirdi. Bu süreçte İslamcılık ile İslamcılar arasındaki ayrım, makas açılırken refleksler İmparatorluk görüşü olan İslamcılıkla kesişmeleri de beraberinde getirdi.

“Merkezkaç”a uğrayan İslamcılar da bu sefer “sorgulama-muhasebe” evresine geçti.

Halka-ların daralması, çevreden merkeze yığılan geniş kitlelerin tekrar çevreye geçmesi, Kemalist Cumhuriyet’te öne çıkan beşinci sınıf İttihatçılığın zaman zaman nüksetmesi İslamcıların “kulvarın dışına çıkıp nerede hata yaptıklarını sorgulayıp geleceği şekillendirme” evresini açmalarını sağladı.

Bu safha siyasal alanda fakat aktif siyasetin uzağında gelişiyor; eleştiri konularının bizatihi kendilerinde de temayüz ettiği eleştirenlerin, yeni parti kurmaya çabalayanların İslamcı saiklerden meseleye bakmadıklarını belirtmeye gerek bile yok!

 

Hatalar, Kayıplar…

Post İslamcı merhalede kuşkusuz Cumhuriyet İslamcılığının, aşama aşama tecrübeleri iyice rafineleşti. Kazanımların yanında hatalar yeni bir İslamcı yönelimi uç verecek cinsten belirleyici…

Öncelikle kayıplara, hatalara bakmak gerekir…

. İslamcılar belki de en çok 15 Temmuz’dan sonra başlarına geldiği gibi halkanın dışına çıktıkça “idealleri, ilkeleri” hatırlamaya başladı.

Burada kritik konu İslamcıların Kemalistleşmesi… Sadece çokça dillendirildiği gibi “ben” duygusunun kibire evrilmesinden ziyade, İslam’ı anlama ve anlatma düzeyi de önemli.

İslamcılar İslam’ı aynen Kemalistler gibi “vicdan”larda görmeye başladı. Dinin inanç ve ibadet kısmını biraz da zamanın ruhu gereği kamusal dindarlıkla çoğaltırken eğitimde, hukukta, iktisatta İslami olanı bütünüyle unutup, yeni modellemeler geliştirmekten berî kaldı. Neoliberal siyaset ve iktisadı uygulamayı, kısa günün kârını, dünya sisteminin ihsanını kâfi gördü.

. 27 Mayıs sonrasındaki İslamcıların yönetim modelleri Soğuk Savaş’ın diline uygun “güçlü, otoriter-disiplinli” mekanizmalara dayanıyordu. 1980 öncesinin gençlik yapıları, teşkilatlı örgütlenmeler, Necip Fazıl gibi isimlerin tasarımları, anti komünizm ve Yahudi karşıtlığının ürettiği dış güç komploculuğu İslamcıları “tarih dışı”na, zaman dışına çıkardı.

80 sonrası neoliberalizmle beraber Türkiye’nin Nomosu, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasına karşı neoliberal siyaseti, çokkültürlülüğü, çoğulculuğu, hoşgörüyü savunma 2015 yılında sona erince İslamcılar Kemalist statükonun şablonik yerliciliğinde saplandı.

. Para ve kariyeri, “devlet bizim yöneticiler değil” anlayışını bağlamından çıkarıp sadece yer tutmaya hasretti İslamcılar. Misal eğitim sahasında kamu kariyerini makamda bulunmaya endekslediler, bu toprakların ruhuna uygun modellemelere girişmediler, eklektik ve görünmeye dayalı dindarlıkla geçiştirmeyi yeterli gördüler.

. Liyakat ve ehliyet yakınmasında bulunanlar da kendi grup aidiyetinin dışına çıkmadı; güçlü gruplar güçsüzleri aştığında ilkeler, idealler konuşunca parodi sonuçlar çıktı.

. İslam düşüncesinin “zamana ve nizam-ı âlem”e tesir edecek ihyasına girişilmedi.

FETÖ ile ayyuka çıkan haşhaşiliğin başka versiyonları 27 Mayıs cemaatlerinde hala kuvvetli şekilde yaşıyor. Silsilesi olmayan tarikat-cemaatler 31 Mart’ta Millet ittifakına oy verdi. Siyasal alanda çok aktif rol alan yapılar mesiyanik, batıni, liberal, operasyonel düşünceyi zihinlere kanıksattı.

İslam düşüncesi IŞİD – FETÖ arasında sıkıştı kaldı.

. Vartayı atlatma anlayışı statükoculuğu getirdi, haliyle her varta bir yenisini doğurunca İslamcılar İmparatorluk aydınlarının Batı aydınları karşısındaki durumuna düşüp, “savunmaya çekildi.”

Savunma korumacılığı, korumacılık içe kapanmayı, o da gelecek ufkunu, idealleri, ilkeleri, dönüşüm fikrini örttü.

. Necip Fazıl Menderes’e, “görevin CHP’yi muhalefete yerleştirmek değil, onu tarihten silmek” demişti. Bu aynı zamanda Kemalist düşüncenin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu; İslamcılar bu tarafa çalışmak yerine rehabilitasyona girişti.

Sonuçta CHP bırakın muhalefette kalmayı, yepyeni ittifaklar kurabilecek, siyasi yönlendirmeler yapabilecek, savunmadayken karşı tarafı savunmaya itecek gücü, söylem üstünlüğünü kazandı.

. Küresel medeniyet, küresel kültür ve onların Türkiye’deki distribütörü sol-liberal-Kemalist kültür kompetanlarıyla “eser vererek”, “yeni sahalara açılarak” kurulan kültür cephesiyle kültür savaşı vermek yerine “gelenekseli güncelleme” yoluna gidildi; hafta sonu etkinliği olarak tezhip-hat kurslarıyla geleneksel spor etkinlikleri kâfi görüldü.

. Kültür cephesi ve kültür savaşında en etkili saha sinema…

Diriliş gibi yapımlar, yeni mensubiyet kanalları açmada çok başarılı oldu. Fakat ilerleyen sezonlarda Malazgirt öncesine dönülüp, özcülük yapılınca İslamsız Türk anlayışının simgeleri gençlere tesir etti. İslami olanı dillendirenler Göktürkçe Türk yazısı etrafında kültler oluşturmaya başladı.

Bilhassa sinema, illüstrasyon, resim gibi yeni alanlara destek istenildiği gibi verilmediği için gelişen potansiyel heba olmak üzere! Reprödüksiyon, replika, imitasyon işler yerine temel atıcı yönelimlere gidilmeli.

. Dini kavramları, siyasal alana taşırken köklü ve yapıcı, yasaya tesir edici kılmayınca retorik önce trajediyi sonra parodiyi doğuruyor.

Kendi tezlerimize Kur’an’dan kanıt bulma hastalığımız, kamusal alanda yapıp edilenleri dini ıstılahla doğrulama, yüceltme, övmeye evrilince İslami olanı değersizleştirmek, İslamcılığı itibarsızlaştırmak isteyenlere malzeme çıkıyor.

. Bilhassa kadın, gençlik, aile, feminizm gibi konular İslamcıların ötesinde İslamcılığın da değersizleştirilmesine katkı sağlıyor.

 

İslamcılık ve Kerim Devletin İhyası

İslamcıların hatalarının İslamcılığa yüklendiği bu süreçte mühim kazanımlar da yok değil… Bunların başında İslamcıların devlet yönetimi, vatan-millet-bayrak-marş gibi sembollerle buluşması, Malazgirt terkibini öne çekmesi Cumhuriyet İslamcılığının devletten dışlanan, çevreye saplanan yönünün artık tersine döndüğünü İmparatorluk İslamcılığının merkez vasfını ihtimallerin arasına aldığını söyleyebiliriz.

Tabi düşük seviyeli ittihatçıların oyunlarına gelmediği sürece “darbe savuşturma beceresi” de İslamcıların hanesine kazanç diye kaydedilebilir.

İslamcılık hiçbir zaman insanların karşısına İslamcı parti programıyla çıkmadı.

Hiçbir kurumsal yapı İslamcılığın hanesine yazılmaz, yazılamaz.

İslamcılar çok farklı siyasi tercihlerde kendilerine sistem içinde yer buldu.

İslamcılık İmparatorluğun resmi ideoloji, İstanbul merkezli tek düşüncemiz olduğu için yeniden üretilmesi gerekir; liberalizmin, dünya sisteminin ve Kemalist statükonun iğvalarına, yönlendirmelerine, baskılarına kapılmadan, onların şubesine dönüşmeden millet bağını güçlendirecek ve tarih sahnesine çıkacak yollar aramalı, çaba sarf etmeli.

İnsanlar İslamcı program nedeniyle değil ihtiyaçları karşılansın diye oy verir; İslamcıların bu süreçteki kazanımları, tecrübeleri, İmparatorluk dönemi İslamcılığının güncellenmesi mümkün olabilir.

İslamcıların vakti verili kamusal alanda biterken İslamcılığın başlayabilir; bunun tek yolu kerim devletin ihyasını İmparatorluk ufkuyla gerçekleştirmekten geçer!

26.08.2019

Önceki İçerikSiyasal Alanın Meşruiyet Kaynakları
Sonraki İçerikSoğuk Savaş İslamcılığının Üç Silahşörü: Kadir Mısıroğlu, Mehmet Şevket Eygi, Şule Yüksel Şenler
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.