Radikal Kurucu Eleştiri, Tasarım Siyaseti, Varoluş Dinamikleri

0

Uzun AK Parti iktidarı soldan sağa, milliyetçilikten İslamcılığa kadar hemen her kesim için ciddi bir tecrübe sahası, deneme platformu, sonuçları kesinleşmiş teoriler ve kurama geçmemiş pratikler içerdi. İdeolojik yönelimlerin hemen hepsi AK Parti döneminde kamusal alanda göründü, yerini aldı.

Sol-liberallerin erken dönem güçlü konumları, AB’cilik, tarikat ve cemaatlerin özerk sahaları, son dönemki ülkücü milliyetçilik, İslamcılık değil ama İslamcıların aktif rolleri, Milli Görüş’ün farklı tezahürleri, Doğu ve Güneydoğu ağırlığından sonra Karadeniz ve Balkan ekolleri, liberalizmin farklı uygulayımları, geleneksel ve modern muhafazakarlıklar, ümmetçilik-Turancılık-NeoOsmanlıcılık andırmaları, eşcinsel ve başörtüsü haklarını bir arada yürütmeyle, İstanbul Sözleşmesi taraftarlığı ve akabindeki karşıtlık, 1960’larda şekillenen “zincirler kırılacak Ayasofya açılacak” sloganı etrafındaki reflektif, savunmacı, rövanşist eylemlilik, Gezi-Fetö darbe girişimleri ve Hendek etrafındaki çatışmaları “Neoİttihatçı usûl”lerle verip kazanma, 31 Mart seçimlerinde ulusalcı-ülkücü-Kürtçü-Alevi-sosyal demokrat ittifakına şahitlik…  Bütün bunların tamamı bütüncül okunduğunda, devlet mekanizmasında her tür “paralel devlet” kurma, istihbarat operasyonları, dış bağlantılı hareketlerle birlikte düşünüldüğünde devasa bir tecrübe arşivi işlevi görüyor.

 

İmparatorluk İslamcılığına Yönelim

AK Parti dönemindeki olaylar, fikirler, eğilimler bağlantılarıyla birlikte incelendiğinde ciddi bir gelecek perspektifi ve ideal devlet modellemesi geliştirmeye müsait durumda. Dindar nesilden deist muhafazakarlara, Z Kuşağı’ndan genişleyen orta sınıf Batı medeniyeti yaşam tarzına kadar birey-toplum-devlet dizgesinin eş zamanlı değişim ve dönüşümünü de bunlara eklemek gerek. Gelinen noktada iki ittifaklı siyasal alanda her iki taraf da “endişeli dindar”lık, artık iyiden iyiye İmparatorluk İslamcılığının tonlarının yükseldiği zihniyet dünyası üzerinden politika geliştirmeye çalışıyor.

İslamcılık,  27 Mayıs’tan 1980 ortasına kadar vatan-devlet-toprak ile kavgalı eğilimlerinden sıyrılarak 18. yüzyılda Avrupa medeniyetinin İslam’ı, Müslümanları ve Osmanlı’yı yenmeye başladığı dönemde “ne yapabilir de tekrar Batıyı yakalayıp geçebiliriz” sorusu etrafındaki İmparatorluk İslamcılığına avdet etmeye yüz tuttu. AK Parti döneminin İslamcılığa yaptığı en bariz katkı bu zeminin tesis edilmesidir. Cumhur ittifakıyla bu eğilim Kemalist-mitolojik milliyetçilik, kaba ulusalcılık ve seküler yurtseverlik ile stabil duruma geçse de İmparatorluk İslamcılığının Türkiye’nin geleceğini inşa edebilecek yegane zihniyet, yönelim olduğu gerçeğini güvenlik bürokrasisinden muhalif siyasete kadar herkesin kabullendiği de bir gerçek.

AK Parti iktidarında İmparatorluk İslamcılığı ve kapitalizmi hoş görmelerine rağmen İslamcılar kamusal alanın içine girse, özne olsa da hiçbir zaman kamusalın sahibi-kendisi olamadı. Bu “kazanım” beraberinde inşacı bir dönemi getirmedi.

Zaten Cumhuriyet İslamcılığı, Tek Parti ve 28 Şubat Sendromları üzerine kurulu olduğundan sembollere dayalı rehabilitasyonlar, siyasal ve kamusal alanda ötekini kısıtlama haricinde yapısal değişimi neoliberalizmle bıraktı. Çevreden merkeze gelme telkinini kabullenen İslamcılar İmparatorluk köklerine mugayir davranarak İslam-Türk-ehli Sünnet-gaza ve İslami düzen omurgasına dayalı Türkiye’nin Nomosu’na salvo yapan küresel kültür ve sol-liberal akıntının önünde kaldı.

Gezi ile başlayan süreç bunu kesintiye uğratsa da bu sefer refah ve konfora dayalı iktidar deneyiminin sekteye uğramasıyla “kazanımları koruma” muhafazakarlığına dönüştü. Bu korumacılık, korkulan kayıpları beraberinde getirecek bir pasifizmi tetiklediği için İslami kesimin, İslamcıların “sol-liberal-Kemalist” eleştirileri temellendirmeden, görmeden kendi büyük ve radikal özeleştirilerini, yaratıcı yıkımlarını, tasarım siyasetlerini ve nihayetinde varoluşlarını ortaya koymaları gerekiyor.

İmparatorluk İslamcılığına yaklaşmış, kamusal merkezde vücut bulmuşken yapıcı kritiklerle siyasal alana yön verme mecburiyeti İslamcılar için adeta “farz-ı ayn” durumuna geldi.

Siyasal alanın şu görünümünde “her şey bitti” konformizmi ve pasifizmine karşı yapılabilecek pek çok şey hala var ve mümkün:

 

Yeni Siyasal Alan: Meşru-Maruf-Makul’ün İnşası

• Necip Fazıl ve Carl Schmitt’in dost-düşman dikotomisiyle kurulu siyasal alanda yalnız Kemalist statüko ve Batı medeniyetini öteki olarak alıp, cesaretlenme ve palazlanmalarına müsaade etmeyecek bir ilkesel tutarlılıkta mücadele seviyesi tutturulmalı.

• Siyasal alanı 3M, Meşru-Maruf-Makul üzerinde inşa etmeye girişmek mümkün.

Meşrudan hiçbir zaman feragat etmeden eyleyebilmenin sınırlarını çizmeli. Referansları İslami olan, Nomos ve Yasa’ya dayanan, ahlakçılıktan çok etik tutarlılığı ilke edinen bir Meşru, aynı zamanda yerleşik hukuk düzeninin kaos üreten, çifte standarda yol veren boşluklarını ortadan kaldırır.

Çete, mafya, asimetrik eylemlere müsaade etmeyen, şahısların aktivitelerine bel bağlamayan, sorunları düzenin çözdüğü bir nizamı öncelikle kabullenmekle işe başlamalı. Meşru’nun sınırlarını şiddete tahvil etmeden temel kaynaklar, kitabî olanın ilke ve idealizmini amelde şekillendirerek, praksisi kurmak gerekir.

Meşru aynı zamanda bize emredilen “emri bi’l maruf ve nehyi ani’l münker” ilkesi uyarınca sorumsuz ve keyfî bir münkeri engelleme tutumundan çok marufu emr ve tatbike götürecek anlayışı kurmalı. Ulus devletlere özgü “her şeyi kötü-düşman görme” vasfından İslami olanın ve İmparatorluğa yatkın iyiliği emsal kılmanın felsefesini tartışmak, siyasalda şekillendirme üzerine düşünmek elzem.

Meşru ve maruf ancak makul ile değer ve zemin kazanır. Meşrutiyet’ten 1950’lere, oradan günümüze uzanan irrasyonel, retorik, duygusal ve romantik mason-komünist komplosu, dış güçler, üst akıl, anti, hain dilemması yerine dünya sisteminin yekpare bir öteki olarak varlığını öngörüp şuursuz, fevri, retorik, duygusal, idrak ve mantık dışı, reflektif tutum geliştirdiğini kabul edip tam tersine rasyonel, makul bir düzenle mukabele etmeyi seçmeli. Her durumu meşrulaştıran araç görmekten çok makulü millet hayatının idamesini sağlayacak, müşterekleri çoğaltıp genel kanaat ve iradeyi belirleyecek bir ontolojik ilke ve metod olarak benimsemeli.

• Tüm angajmanlardan, kazanımlarını kaybetme korkusundan, hakikati gerçekler için içinde saklama kaygısından uzak, yalnız İslamî olana sadakat gösteren bir İslamî-İslamcı Akıl inşa etmek, kanaat mühendisliğinin ötesinde Meşru-Makul-Maruf’u yaşatacak bir iradî birliktelik kurmak gerekir. İcracı, eyleyen bir Tin, kendini mutlak sorumlu hisseden Müslüman bir benlik, sistemin davetkârlığına ters bakan birbirini hiç görmemiş Müslüman bireylerden müteşekkil cemaat ruhuna bağlı İslami-İslamcı aklın “kendiliğinden” inşası ve onu doğuracak etik varoluş yoluna girmeli.

Yakıcı kritik yapıcı inşaya ancak sessizliğin dağıtılması sayesinde evrilir; ilk hareketi radikal eleştiri verir. İkna etme yeteneği tarihi argümanlar kadar güncelin, potansiyeli kağşatmasının sarih izahıyla mümkün olabilir; güzide akıl bu misyonu yerine getirir.

 

Tuleka’ların Bıraktığı Enkaz

• Milenyum öncesindeki kadrolar, isimler, kanaat önderleri ile zihniyet ve yaşam biçimleri gelinen noktada çok değişti, çeşitlendi. AK Parti etrafında toplanan öbek, İslamcılardan milliyetçilere kadar geniş bir koalisyonu içeriyordu; gün geçtikçe kadro daraldı, yerli ve milli dönemde bu İslamcıları bile dışta bırakacak kadar büzüldü ve seçilmiş elitlere kadar geldi.

Her işi yapmaya teşne yetersiz isimlerin, yeteneklerinin çapı mevkiini kuşatamayacakların seçkinleşmesi enkaz görüntüsünü besliyor. Kemalizm 1924 statükosunu ve öyle anlaşılıyor ki Türkiye’nin kodlarını Falih Rıfkı’dan Behçet Kemal’e kadar normal bir kamu mekanizmasına ve matbuata giremeyecek, çıtanın altındakilerin tasfiyeciliğiyle sağladı. Demirel bu tipleri bulmakta ustaydı.

“En son Müslüman olup en çok Müslümanlık sergileyen” Tuleka’nın her dönemde seçkinlerin arasına sızması Türkiye’nin kamu bileşenlerinde var. Kerim Devlet modernizmle dejenere olana kadar Tuleka’ya meyletmez, ehlini bulurdu; sonradan kaynakları kendi dağıtma, İttihatçıların Milli Ekonomisinde olduğu gibi kendi zenginini yaratma usulünü Kemalist Cumhuriyet’e taşıdı. Sistem kurma yerine onun başına geçme, dönem dönem eşraf-müteahhit-teknokrat-memur sınıflarının seçkinlikleştirilmesi enkazı sürekli büyüttü.

Kamudan pay almayı Peygamberimizin de içinde bulunduğu “Hılfü’l Fudûl” gibi güzideler oluşturmaya tercih eden İslamcılar da Kemalist yönelimin bu karakterini sorgulamaya ve yüz çevirmeye başlamak zorunda. Oysa ki en “faziletli duruş sergilediği”ni söyleyen İslamcı, muhafazakar da kariyer seçiminde niye kendisinin tercih edilmediğini sorun ediyor. İslamcılar en başta kamusal alanın yapılanmasındaki bu merkez-çevre usulünü radikal kritiğe tabi tutup değiştirme yönünde teklifler getirmeliyken “seçilmişin seçilmişi” olmak için her tür sinizmi, kötüyü bildiği halde ona göz yummayı, kariyerist seleksiyonda önde kalmak için her şeyi mubah görmeyi getirdiğinden enkaz büyüyor.

Tuleka’ları temizleyerek arınma başlayabilir!

 

Devletçi Olmayan Kamuculuk

• Neoliberalizm Türkiye’de büyük bir enkaz bıraktı. Dünyada da ciddi bir yıkım getiren neoliberal iktisat ve siyaset önce 2013 Gezi ile siyasal 2018 ile beraber iktisadi bakımdan gözden düştü. Neoliberal yıkımı tamir etmek için geliştirilen refleks de yine ona bağlı ve bağımlı olduğundan kağşamayı tetikliyor. İslamcılar özelleştirmeleri savunan, devleti baskılayan neoliberalizme Kemalist statüko gözüyle baktığı için de sempatik davrandı. Tarımdan sanayiye kadar “dışarıdan almanın ucuzluğu” gerekçesi “beka sorunu”nu katlayınca yerli üretim söylemine geçildi.

Seçilmiş burjuva, yine hemşericiliğe dayalı alışılmış iş çevreleri yerine “kamucu” bir perspektifin… kapitalizmin, “tekelci serbest piyasa”nın aksine İslam’ın ve kerim devletin ekonomi ilkeleri olan tekelden, manipülasyondan, karaborsacılıktan, tröstten, faiz ve tefecilikten, ranttan, emlak vurgunundan, spekülasyondan, tüyo almaktan uzak gerçek rekabeti savunmanın vakti de geldi.

Devletçi olmayan “radikal kamucu” tutum, böyle rant ve hile hurda kapitalizmini ezecek mahiyette, makulü-marufu-meşruyu besleyen, vicdanı-merhameti devlet mekanizmasına yerleştiren, yasayı işleten, eski ve yeni vâsileri çeperlerine iten mahiyet almalı.

Bu aynı zamanda müşterekleri azalan toplumda müşterekleri çoğaltarak kamu eksenli bir birlikteliği, millet bağını kurmayı da sağlar.

• Feragat etiğini işletmediği sürece Türkiye’nin geleceğinin parlak olmadığını öngörebilecek bir ahlak geliştirmeli İslami kesim. Hali hazır kazanımlarını gözden çıkarabilecek bir çelebilikle donandığında Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olabileceği bilinci, çıkış yolunu gösterebilir.

İnsanların, “başaramasalar bile aynı kaldılar” kanaatini oluşturma treni kaçtı mı bilinmez; ama İslamcılar, dindar ve muhafazakarlar meselenin 2023 seçimlerini kurtarmak kadar gelecekte savunulabilecek bir itibar ve referans sistemi bırakma olduğunu da kavrayabilmeli.

Mecburiyet etiğinden feragat ve vazgeçme etiğine geçmek kazanmaktır aslında!

• Yeni Leviathan, varolan kaygıların üzerinde inşa edilmeli. Vatanın kaybı, beka korkusu, bölünme sendromu kadar İslamcılar orada olsun ya da olmasın İslami olanla kamuyu buluşturmanın arayışını çoğaltma zorunluluğu var.

Siyasal, düzen kurmaktır; ister kurulu olanı yaşatma ister kaosu sürdürerek var kılma olsun bir sistem aynı zamanda yasaya sahiptir. Bugün Türkiye’nin Nomosu var görünse de hakiki bir yasa’sı yok. Çünkü insanlara hayat tarzı teklifi getirebilecek, cazip bir dünya ortaya koyan yasa şekillenmemiş durumda. Güvenlikten eğlenceye kadar hayat tarzı fikri uyanmayan İslamcıların, İmparatorluk İslamcılığındaki dünya ve varlık tasavvuru yeniden canlanmalı.

Bu da yararı Nass’ın önünde gören pragmatizmle, kitabîyi yük gören utilitaryanizmle, ilke ve ideali siyasalın direği kılacak etiği küçümseyen ahlakçılıkla sağlanmaz.

Her şeye rağmen toplum 2023’te siyasi iktidar değişikliğine çok da açık değil; 3 M’yi, meşruyu, marufu, makulü kuracak, feragat etiğini oluşturacak, radikal eleştiriyi muhatabına iletebilecek, Nomos’u bilfiil yasaya evriltecek, yeni Leviathan’ı kamuculukta birleştirecek,   yalnız Kur’an ve Sünnete karşı sorumlu olan İslami aklın kurulması Müslümanların yükümlülükleri arasında!

Önceki İçerikMedeniyet Kurmakla mı Tevhidi İkameyle mi Yükümlüyüz?
Sonraki İçerikYeni Şantaj İdeolojisi
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.