Dünyada üretim ilişkileri, siyasi yapılanmalar, temel tehditler değişiyor.
Küresel burjuvazi enerji kaynaklarındaki dönüşümle birlikte siyasi, toplumsal değişikliklere yol verecek eğilimleri destekliyor. Dünya Sanayi Devrimi ile köklü dönüşüme giderken temel enerji kaynağı kömür idi. İngiltere’deki kömürün tetiklediği Sanayi Devrimi, Alsas-Loren’de simgeleşen enerji savaşları Batı medeniyeti değerlerinin mutlaklığını getirdi.
Kömür ve çelik dünyası sert emperyalist çatışmaları körüklerken ticaret ağırlıklı burjuva, sanayi kapitalizmine, tüketim toplumuna, meta bolluğuna sevk etmeye başladı toplumları. Kömür dünyası 1. Dünya Savaşı’na doğru sanayiyle beraber finans kapitali tetiklerken İmparatorlukların defterinin dürülmesini de mecburi kıldı. Üretim araçları, küresel ticaret kadar enerji kaynaklarındaki yeni imkanlar İmparatorluk düzenlerini etkisiz kılıyordu.
Kömür kapitalizminde Batının üvey evladı Almanların sömürgelerden dışlanmasının intikamını Nazileri iktidara getirerek almak isteyen Cermen aklı, İngilizlerin ele geçirdiği yeni enerji kaynağı petrolü özellikle silah sanayiine aktararak yeni paylaşım düzeni oluşturmanın imkanlarını yokladı.
19. asır kömür, 20. yüzyıl petrol çağıydı.
ABD, Avrupa’yı saf dışı ettikten sonra sistemin başına geçti. Petrol çağında neoliberalizm, siyasi-kültürel-iktisadi küreselleşme ile bireyler, devletler, toplumlar sert ve keskin dönüşümler yaşadı. Tüm toplumlar iletişim ve ulaşım kanalları vasıtasıyla küresel kültürün ideolojik yönelimlerine göre şekilleniyordu artık. Yalnız iktisadi ilişkiler değil hatta onu bile belirleyen enerji kaynakları dünya sistemine, siyasete, düşünceye, bireysel isteklere… hayatın tümüne etki etmeyi sürdürdü. Soğuk Savaş bitip milenyuma adım atılır, Irak’tan Afganistan’a işgaller yaşanır Asya’dan Afrika’ya özellikle İslam ülkelerinde siyasi yönetimler devrilirken hala temel enerji kaynağı petroldü.
Karbon Dünyası Kararırken…
Neoliberalizmin 2008 krizi tüm dünyayı alt üst etti.
Önceleri yalnız ABD finans sektörü sarsıldı imajı yayılsa da küresel burjuva aks-paradigma değişimine gitti. Zaten çalışmaları yapılan yeni enerji kaynakları, kayagazı, elektrik, yenilenebilir kaynakların üretimdeki payı artırılarak orta vadede tek belirleyen olmasının yolu açıldı.
Avrupa’da karbon temelli makinaların, araçların kullanımını 2030 itibariyle kısıtlamaya-yasaklamaya dönük yasalar bir bir çıkarıldı.
Zaten 2020 salgınının temelleri de milenyumla kendini göstermişti; Sars’tan domuz ve kuş gribine kadar virüsler toplumları denetlemeye, kontrol etmeye, insanlara korkular vererek “uzman”ların ve karar alıcıların güdümüne girmeye alıştırılmıştı. Yeni bir “biyo-politika”, küresel rıza, otoriterlik siyaseten değil sağlık üzerinden oluşturulmaya başlandı.
ABD artık bir haberle-emirle devletleri ve toplumları sevk ve idare edemiyordu; Çin’in de devreye girmesiyle çok kutuplu dünya sistemi yeni “oligarşiler-totalitarizmler-hiyerarşiler” teşekkül ettiriliyordu.
Devletler, iklim-çevre-virüs-enerji kaynakları üzerinden sigaya çekiliyor, adeta “küresel biat” isteniyordu. Dünyayı en çok kirleten gelişmiş ülkelerin aksine iklim anlaşmaları, karbon yasaları gelişmekte olan yarı çevre ülkeleri denetime alıyordu. Trump’ın Çin ile başlattığı Ticaret Savaşları, Brexit, AB’nin sadece Almanya etrafında varlık gösterebilmesi gibi pek çok hadise dünya sisteminin siyaseten krizini derinleştirdi.
2020 itibariyle salgın, küresel kapanma, küresel üretim ve tedarik sorunları, ulus devletlerin tahkimi, küresel şirketlere karşı güçlü devlet arayışları, Rusya-Ukrayna Savaşı ve NATO, Avrupa-Batı Bloku’nun kendine dönüşü, ABD tarafından Çin’in tek düşman-güç olarak tanınması… ve elbette enerji krizi, Avrupa’ya giden gazın akıbeti, küresel çevre sorunları nedeniyle alternatif enerjinin merkeze oturması, salgın sonrası bir anda elektrikli otomobillerle beraber güneş-rüzgar enerjisine geçişin artışı adı konmuş bir dünya sistemi belirlemese bile eski dünya sistemi doktrininden kopuşu kesinleştirdi.
11 Eylül ile başlayan dönüşümün ilk ayağı Medeniyetler Çatışması iken özellikle 2005’in akabinde Batıda öteki ile entegrasyonun bitirilmesi, Avrupa’da yabancı-göçmen-İslam karşıtlığının yükseltilmesi, Arap Baharı ile yeni Kavimler Göçü’nün farklı boyuta evrilmesi, küresel burjuvaya karşı güçlü devlet arayan Batının buna yabancı ve İslam düşmanlığıyla yeni faşizmi de eklemesi değişen enerji kaynağı ve iktisadi düzenle siyasi-toplumsal-kültürel nosyonların, ideolojinin yönünü de şekillendirdi.
Küreselleşme dönemindeki felsefi yaklaşım Türkiye gibi kendilik kültürü yüksek ülkelerde dirençle beraber ciddi çatışmalara da sebebiyet vermişti. Özellikle 2015 sonrası yerli-milli, Türkiye merkezli söyleme oturan Türkiye’de enerji kaynağı, iktisadi düzen, siyasi yapı uluslararasılaşmaya yatkın ve kısmen mecburken kültürel ve ideolojik yönelimler bunlarla çatışmalara gebe.
Dünya sistemindeki bu değişim ve dönüşüm Türkiye’de çok bariz biçimde kendini gösterdi. 2012 sonrasında Gezi-Hendek-Fetö hadiseleri, iktisadi politika değişiklikleri, politik ve kültürel süreçler kimi konularda Türkiye’nin Batıdan evvel ön alabilmesi, enerji koridorlarından dış politikaya yeni dönem için esasında ülkenin ciddi bir alt yapı tesis ettiğini belirliyor. Küresel sistemin ideolojik yansımalarının bir kısmı Türkiye’yi etkileyecekken bir kısmında önemli çatışmalar ve dirençler yaşanacak.
Dünya sisteminin ideolojik, kültürel yönelimleri ve Türkiye’deki vaziyeti şu şekilde gelişecek:
1- Temiz Enerji İdeolojisi
Karbon kökenli petrol-kömür kaynaklarının yerine ikame edilen temiz enerji, kapitalizme, neoliberalizmin çöken ilişki biçimlerine, siyasi tıkanıklık yaşayan dünya sistemine taze bir nefes, aşı oldu.
Dünyayı en çok kirleten ülkelerin hala sistemin beyni ve merkezi vasfını yürüttüğü göz önüne alınırsa amaç dünyayı yeniden anlamlandırmanın ötesinde kapitalist hegemonyayı güçlendirmekte, devletleri ve toplumları yeni yükümlülüklerle kontrol altına almakta. Üretim-dağıtım-tüketim kanallarını kurana kadar devletlere karşı yeni muhalefet biçimleri geliştirmek, toplumları çözerek hegemonyayı zaman zaman rıza’ya sevk etmek için dini-etnik hususların dışında farklı aktörler, araçlar da şekillendirilmiştir.
Çevre yasaları, karbon ayak izleri, temiz enerji kaynakları, karbon vergileri, virüsler, aşılar, aileye yönelik tehditler, eşcinsellik, kimliklerin siyasallaşması, evcil-sokak hayvanlarının siyasallaştırılması, kadın hakları söylemi küresel burjuvazinin yeni ideolojik aygıtları olarak etkisini gösteriyor.
Devletler bigane kalamadıkları için bunlarla mücadele ederken aynı zamanda yeni bağımlılık yasalarıyla entegrasyona gitme, temiz enerji ideolojisinin tahakkümüne boyun eğmek mecburiyetinde. Avrupa’da özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan kategorisindeki ülkeleri sıkıştıracak, boyunduruk altına alacak “karbon kontrolü”, “karbon vergileri”, “karbon salınımı yapan makinaları azaltma yasaları” yepyeni teknolojileri, iktisadi yönelimleri ideolojik söylemleri de güçlendirerek dayatıyor.
Biri biterken öteki başlayan virüsler, salgınlar toplumsal ve bireysel direnci düşürüyor.
Aşıların zararlı mı yararlı mı olduğunu kesinlikle öğrenemeyeceğiz, çünkü hedef zaten bu istifhamlarla asıl meseleden insanların, kamunun uzaklaşması. Aynı şekilde karbon menşeli araçlara en çok sahip olanlar bunları kullanmaya devam ederken dünyanın geri kalanı “temiz ama pahalı” teknolojileri satın almaya icbar edilecek. Aşılar, kadına şiddet, evcil hayvanların hakları, eşcinseller, bireysel tercihler, ailenin devamlılığı, istihdam bu yeni temiz enerji ideolojisinde güçlenirken küresel burjuvanın iktisadi ve siyasi düzeni de kendiliğinden kabullenilmiş sayılacak.
Türkiye’yi yeni dönemde bu temiz enerji ideolojisiyle etkin mücadele bekliyor.
2- Kadın Yüzyılı
Dünya kadınlar çağına giriyor.
Yirminci yüzyıl kadınların kamusal alana geçişi, belli sahalarda erkeklerle bir arada bulunabilmesi, çalışmasıyla adeta devrim gibi bir asırdı. Modernitenin en ciddi dönüşüm araçlarından ve zaferlerinden biriydi kadınların görünürlüğünün ve etkinliğinin artması. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra “eşitlik”leri yeterli bulmayan feminizm kadınları daha da öne çıkarma politikası güttü.
Kadınların kamusal sahada varoluşları özellikle milenyum sonrasında “üstünlüğü” ele geçirme çabasına evrildi.
Dünyada kadınlar erkeklere göre bilhassa çalışma hayatında, siyasette çok daha “gerideler” fakat kadınların sözlerinin erkeklerinkinden daha etkili olduğu bir döneme giriyoruz. Kadınların şehadetlerinin erkeklerden üstün tutulması Türkiye’nin değil dünyanın da değiştiğinin bir göstergesi.
Pozitif ayrımcılık kadın iktidarına doğru yönelmiş durumda. Mesele karar mercilerinde kimin bulunduğundan çok “genel kanaatlere ters düşmeme adına” kadınların sözlerinin kabul edilirliğinin yükselmesinde. Tabi Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet ve öldürme vakalarındaki artışlar, modern yaşama tarzının evlilikleri değil de boşanmaları öne çıkarması, onların meşruiyetini artırıyor.
Son seçimlerle beraber “kadınların yeniden evlere hapsedileceği”, “Taliban zihniyetinin Meclis’e girdiği” ithamları, kadına yönelik şiddete “adalet” cephesinden değil de savunmacı tepkilerde bulunulması Türkiye ile beraber çağın kadınların özgürlük, şiddet, yasaklama, Taliban, Şeriat geliyor yaftalarının sahiplerinin kamusal belirleyiciliği artıracağını gösteriyor.
Kadın kimliğinin siyasi muhalefet aparatına dönüşmesi özellikle son seçimde kendini gösterdi; “kamusal alanda sesi çok çıkan” değil de millet hayatını sürdüren kadınların iktidar lehine oy vermesi yanıltmasın, muhalefet söylemini, kamuoyunu “kadın aklı” daha iyi manipüle ederek güçlendirdi. Özellikle genç kuşakların yavaş yavaş efkâr-ı umumiyeye girişi, sözlerini söylemeye başlamasıyla kadın dili-söylemi siyasal alanı, devleti, toplumu daha çok yönlendirecek.
Tüm naifliğine, çıtkırıldımlığına, estetiğine karşın “kadın tavrı”nın belli durumlarda daha acımasız, katı, toleranssız yönü kamusal-siyasal alanda etkinleştikçe, uygulama alanında daha tavizsiz kullanıldıkça dünyada çatışmalar azalmayacak aksine artacaktır.
3- Aileye yönelik tehditler ve eşcinsellik
Neoliberalizmle başlayıp “temiz enerji ideoloji” ile devam eden küresel kültür söyleminde eşcinsellik, devletleri prangaya alıp toplumları çözme ve böylece hegemonyayı güçlendirme yönünde çok etkili kullanılıyor.
Türkiye gibi ülkelerde eşcinsel sayısının arttığını söylemek çok da mümkün değil; hünsa fıkhı bulunan, Osmanlı kitaplarında-şifahi literatüründe yer verilen bir potansiyelde eşcinsellerin yoğunlaştığından çok kamusal alanı kapladıklarından söz etmek mümkün.
Öyle ki eşcinsellik “siyasal alanın muhalefet araçlarından biri” halini almaya başladı.
Postmodern hakikatin çoğulluğu, bireyin tercihlere karışmama, herkesin inanç ve yaşama seçimine saygı gibi yönelimler sadece nesilleri bozma, eşcinselliği normalleştirip özendirme, toplum-nomos ile bireyleri ayrıştırma değil aynı zamanda “hiyerarşi”, merkez kavramlarını da gözden düşürmeye yönelik siyasi muhalefetin unsurları haline geliyor. Mesele böylece “kişisel tercihler”den çıkıp birlik, müştereklik, millet hayatını dejenereye, değersizliğe, otoritesizliğe, “baba” figürünü boşa çıkarmaya yöneliyor. Bu elbette ailenin devamlılığı açısından da belirleyici.
Ailenin çözülmesinde sadece “itibarsızlaştırma”nın, bu yöndeki yayınların etkisi yok… İktisadi konfor, çalışma hayatına katılan kadının bireyselleşmesi, iktisadi bağımsızlığı, bir başkasına katlanamama, tahammülsüzlük boşanmaları artırdığı gibi, dijital tekno-kültürün özel hayatları kamusallaştırması, seçicilik ve mükemmeliyetçilik… hayat pahalılığı ve hala milletin yüksek maliyetli ritüelleri ve ev dizaynlarını terk etmemesi evlenmeleri azaltıp geciktirdiğinden aile geleneksel yapısını kaybediyor.
Haliyle iktisadi, sosyal ve zamanın ruhuna özgü sebepler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aileyi etkisine alıyor. Eşcinsellik başta Rusya ve Avrupa ülkelerinin bazılarında olduğu gibi ciddi takibat altında; Ruslar cinsiyet değişimini yasakladı. Aileyi koruma, eşcinselliğin kamusal alanı yönlendirmesine müsaade etmeme “temiz enerji ideolojisi” ve yeni dünya düzeninde güçleniyor.
Türkiye de aileyi koruma, eşcinselliği normalleştirmeme yönünde ideolojik ve kültürel bir savaş vermeye hazır. 2023 seçimleri biraz da bu yöndeki iradenin oylanması manasına geliyordu. Mesele eşcinselliğin yaygınlaşması ve ailenin yok olmasından öte küresel sermayenin, dünya sisteminin bu aparatlarla devlet-millet bağını koparmasının önlenmesi.
4- Kültür Savaşı
Kapitalizm 19. asırda toplumları çok sert bir şekilde değiştirip dönüştürdü. “Medenileştirme” emperyalizmle kapitalizmi birleştirdi. Batı dışı modernlik bütünüyle farklı kültürleri etkisi altına almaya dayanıyordu. Neoliberal siyasallık ve postmodernizm toplumları “rıza”ya dayalı formasyonla başkalaştırmaya muvaffak oldu.
Küresel kültür sert bir çekim gücüyle tüm dünyayı kendine özendirmeyi, benzetmeyi başardı.
Şimdi de “temiz enerji ideolojisi” yeni tezlerle halkları etkilemeye çalışıyor.
Türkiye hem buna hem yerleşik Batıcı Kemalist statükoya karşı bir Kültür Savaşı vererek kendiliğini korumak, özünü, bilkuvveyi bilfiile getirmekle direniş sergileyebilir. Bu konuyu geniş bir biçimde Kültür Savaşı ve Kültürel İktidar İçin Yol Haritası yazısında ele almıştık, bu metne bakılabilir:
[ https://ercanyldrm.com/kultur-savasi-ve-kulturel-iktidar-icin-yol-haritasi/]
5- Konformizm ve Etkin Fay Hatları
Dünyada globalizasyonla beraber milletler kendi kültürlerini koruma reflekslerine girmişlerdi. Fakat neoliberal süreçte öyle bir likidite fazlası açığa çıktı, o derece büyük sıcak para doğdu ki, bilhassa Türkiye gibi ülkelerde tüketime bağlı yüksek refah standardı oluştu. Bunları korumak için ulus devletlerin reflekslerini halı altına süpürmesi gerekiyordu. Zamanla Çözüm Süreci gibi evrelerde toplumsal fay hatlarına yüklenen büyük basınçlar patlamalara neden olunca sert bir merkeziyetçilik 2013 ile kendini gösterdi.
Bu sefer devasa bir çelişki zuhur etti, varolan refah şartlarını koruma konformizmiyle beka korkusunu gerektiren çatışma dinamiklerini sona erdirme çabası daha yerli yerine oturmadı.
2023 seçimleri Millet İttifakı’nda kendini gösteren bu marjinal-heterodoks-etnik milliyetçi-radikal sol-neoliberal ortaklığının 1071 sonrasındaki Türkiye’nin Nomosu’na, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza-İslami düzene cepheden kafa tutan vasfını bir süreliğine olsa da rafa kaldırdı.
Fakat yeni kuşakların özellikle seküler-laik kısmının Kemal Kılıçdaroğlu kimliğini, ittifakın amacını önemsemeyen tutumu yeni dönemde yurttaşlık, etnik-mezhep kimliklerin siyasal alandaki etkinlikleri, özgürlük, beka kaygısı, aidiyetler gibi ana kültürel yönelimlerin tartışılmaya devam edeceğini gösteriyor.
Konformizm yani iktisadi refah ile mensubiyetler arasındaki çatışmada yeni dönemin ideolojik eğiliminin ciddi bir Kültür Savaşı’nı zorunlu kılıyor. Hem temiz enerji ideolojisinin argümanları hem otokton çatışmalarımız Cumhuriyetin 2. yüzyılında ciddi bir savaşım vermeyi gerektiriyor.
6- Milliyetçilik-Ulusalcılık-Korumacılık
Avrupa Birliği kabul ettiği yeni Göçmenlik Yasası ile kıtacığı sığınmacılara, mültecilere kapatıyor.
Macaristan, Polonya’daki yönetimlere, Avrupa’da güçlenen milliyetçiliğe ek İtalya’da Meloni’nin, Yunanistan’da Miçotakis’in seçilmesi 2000’lerden sonra güçlenen yabancı-İslam düşmanlığını zirveye taşıdı. Artık milliyetçilik küresel sermayenin salgın, temiz enerji emperyalizmi, eşcinsellik gibi baskılarının yanında göçmenlere ve İslam’a karşı da sistematik karşıtlığını yasal meşruiyete vardırdı.
Bu yükselen milliyetçiliğin farklı versiyonları Türkiye’de de kendini gösteriyor. Buradakine sahici bir milliyetçilik ya da ulusalcılık mı demeli yoksa basit bir korumacılık şeklinde mi bakmalı, tartışılabilir.
Seküler ulusalcı dışlamaya sınıfsal kaygıları da eklemek gerekir.
Yurtdışına gitmek isteyen gençlere, ülkedeki sığınmacıların varlığına, Afrika’dan, Rusya’dan Ukrayna’dan, Arap coğrafyasından gelen zenginlerin eklenmesi; bunların bilhassa kiraları yükseltmesi, hayat şartlarını bulunduğu illerde zorlaştırmaları milliyetçilikten çok korumacılık ve sınıfsal çatışmayı kalgıtıyor. Ekonominin düzelmemesi, alım gücünün yükselmemesi durumunda bu huzursuzluklar, rahatsızlıklar iktidarın kimliğine bağlı biçimde seküler ulusalcılığı güçlendirir. Haliyle esasında meselenin kökü yabancı, sığınmacı karşıtlığından daha fazla refah seviyesinin düşmesiyle ilgili.
AB’nin göçmen kabul etmeyeceğini bildirdiği yeni yasasıyla Türkiye daha da zor duruma düşecek.
Sürecin yeni bir faşizme, laik ulusalcılığa evrilmemesi için Anadolucu milliyetçiliğin varlığını koyultacak iktisadi gelişmişliği artırmak gerekir. Tüm kesimlerin hassasiyetlerini karşılayacak, Hegelci aufhebung, kapsayarak aşma metodu, yeni dönemde devletin en çok başvurması gereken usulü olmalı.
7- İslam-Laiklik Karşıtlığı
Modernleşme, Batılılaşma süreci Tanzimat ile gelişen İslam veya laiklik karşıtlığıyla başlar. Avrupa kültürünü, Batı medeniyetini üstün ve emsal gören Mustafa Reşit Paşa’dan Fuat, Âli, Mithat Paşa’ya bir dizi devlet adamı kurtuluşu Kanun-i Kadim’den, Şeriat’tan, İslami olandan uzaklaşarak bütünüyle Batılı yasalar uyarınca yaşamaya münhasır kılarken Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi Akif’ten Said Halim Paşa’ya İslamcılar İslam merkezli bir asrileşmeyi öne çeker.
Kemalist statüko İslam’ı kamusal alandan bütünüyle tard ederek laikliği devlet mekanizmasının esası haline getirmeye çalıştı. Demokrat Parti iktidarıyla başlayan evreden sonra İslami olan, devlet aygıtında temsil kabiliyeti kazanma mücadelesi verdi, zaman zaman mevzi ama daha çok mevki kazandı.
2023 seçimlerinden sonra Ayasofya Jepolitiğinin tesiri, Türkiye merkezli bakış açısının güçlenmesiyle İslam-laiklik karşıtlığı ontolojik bir karşılaşmaya dönüştü. Murat Belge gibi isimlerin de sık sık vurguladığı gibi “Siyasi İslam’ın Şeriat’ı getirmeyi başaracağı” endişesi, bir zamanların Kemalizmi örseleyen, küçümseyen post Kemalizm savunucularını bile yeniden Kemalist paradigmaya çekti.
Erdoğan üzerinden İslam-laiklik karşıtlığı yeni ve bu sefer etkin halde Cumhuriyet’in 2. asrını belirleyecek yönelim olarak kendini gösterdi.
Masa’ya destek veren sol liberaller, Kürtçüler, dindar-muhafazakarlar “uç sağ”, “İslamcı faşizm” gibi terkiblerle Kemalizme yerleşerek laikliği güçlendirecek bir cephe oluşturdular. Bu eğilim naif çıkarımlar, eklektizm, kucaklama ile sönecek tarzda değil; hele 1980’lerde İslam ve laiklik uzlaşır mı, tartışmalarında da sık sık görüldüğü gibi “laiklik gerçek vicdan hürriyeti”, “laikliği İslam’a müdahale zannetmek yanlış”, “asıl din hürriyeti laiklikte” gibi çıkarımlar zaafı artıracağı gibi rövanşizm umutlarını da harlar.
Laikliğin İslam’ı ortadan kaldırma hedefi ya İslam ya laiklik dikotomisi yeni dönemde İslam lehine vuzuha kavuşmadıkça Türkiye dünya sisteminin kalfası olmaya devam eder!