Röportajı gazeteden okumak için: Türkiye Büyük Olamazsa Yok Olur
Yeni müfredat, Yeni Tarih Yazımı, Yeni paradigma ve programla dönüşüm olmadan Kültür Savaşı kazanılamaz, diyorsunuz. Bu maddeler yeterli mi, ayrıca Kültür savaşı neden önemlidir? Muhafazakar camia bu savaşın öneminin farkında mı?
Kültür, bir zihniyeti, bir yaşam biçimini, bir paradigmayı temsil eder. Nasıl inanır, nasıl dünyayı algılar, düşünürseniz öyle yaşarsınız. Bu yaşama ve düşünme biçimi de kendini kültür olarak gösterir. Bir Müslüman ile başka bir dine, ideolojiye mensup kişi farklı inandığı ve düşündüğü için kültürü de farklı. Bu açıdan kültür, iktisattan hukuka, eğitime özel-kamusal alan dizaynıdır.
Kültür Savaşı aynı zamanda 200 yıllık modernleşmeye karşı cevap üretememenin, zamanın ruhunu belirleyememenin, Kemalist uygulama ve statükoyu geriletmenin adıdır.
Tabi bu kültür meselesini muhafazakarlar, İslamcılar, milliyetçiler çok sığ ve dar algılıyor. Boş zamanlarda kitap okuyup fuar gezmeyi, şiir dinletisini kültür zannediyor; halbuki Kültür Savaşı’nın en ciddi ürünlerinden biri Ayasofya’nın açılması. Kemalist dış politikanın çizdiği sınırların aşılması. İmparatorluk misyonunun bilhassa kamusal alanda farkına varılması. Haliyle bunlar çok daha yeni ve başlangıç seviyesinde… Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken 1071’de bu toprakları vatan yapan zihniyeti, hissiyatı, düzeni yenileyerek hem beka sorununu çözebilir hem Kültür Savaşı’nı kazanabiliriz. Bunu gerçekleştirebilmek için bu zihniyete uygun yol ve yöntemlerin kamusal alanı belirlemesi gerekir.
Kemalist tarih yazımı yerine bizim aslî tarih yazımımızı, bize özgü müfredatı, kamusal alanda Batılı hukuk ve iktisat yerine bize özgü ekonomi-politiği, yasaları, düzeni tesis etmemiz gerekir. Muhafazakarlarda hatta İslamcılarda bu derece kapsamlı bir dönüşüm fikri, kaygısı var mı… ben etki gösterecek düzeyde olmadığı kanaatindeyim. Kemalistlerin yerini doldurup para ve kariyere sahip olmak hala, evet, 2013’ten bu yana bilfiil yaşanan çatışmalara, tüm kazanımları kaybetme ihtimaline rağmen hala bu değişim ve dönüşüm fikrine ulaşamadılar. Milliyetçiler, muhafazakarlar zaten Kemalist simge ve çerçevenin dışına çıkamıyor da İslamcıların, dindarların büyük kısmı da Cumhuriyetin birinci asrındaki Kemalist saçağın altına sığınmayı kâfi görüyor.
Son seçimlerde bunun eksikliğini hissettik. Türkiye bir yere geldi ama bu zeminin kayıp gitmesi çok zor değil sanki, ne dersiniz?
Tabi, buna değinmeye çalışıyorum. Türkiye’nin beka sorunu ile İslam’ın ve Müslümanların bekası örtüşmüş durumda. Güçlü bir seküler ve laik dalga var. 2023 seçimlerinde biz tekrar Tanzimat şartlarına geri döndük. Tanzimat’ta ve İstiklal Harbi’nde, İmparatorluk-Türkiye gelecekte var olacaksa bu Batılı paradigma, Avrupa kanunları ve Batı ile mümkün, tezinin karşısına hayır Türkiye ve millet varlığını ancak İslam ile sürdürebilir zihniyeti yerleşti. 2023 yine bu iki zihniyetin, dönüm noktasının oylanmasıydı.
“Şimdilik” bu “varta” atlatıldı ama sonraki süreçte gençlerin aidiyetleri kuvvetlenmez, sağlam-temelli bir düzen tesis edilmez, belirttiğim Kültür Savaşı verilmezse Tanzimat’ta, 1924’te olduğu gibi yine Batıcılar, laikler kazanır Türkiye yine bir yüzyılı daha kaçırır, dijital tekno-kültürü yakalayamaz, Batının tam bir peyki haline gelir.
Siz Varoluş Yayınları’ndan yeni çıkan İmparatorluk’tan Ulus Devlet’e İslamcılık kitabınızda İmparatorluk şartlarından yeniden başlamanın imkanlarını arıyorsunuz. İslamcılığı 18. yüzyıldan başlatıyorsunuz.
İslamcılık, çok genel ifadeyle 1699 Karlofça Anlaşmasından sonra Batının Müslümanları geride bırakıp yükseldiğini İmparatorluk aklının görmesiyle ortaya çıkmış, Batı medeniyetini yeniden yakalamak ve geçmek, üstünlüğü elde etmek için İslam ve İstanbul merkezli tecdid-ihya-inşa şuuru ve hareketidir.
18. asırda Batının tekniğini-teknolojisini alıp onun önüne geçmeyi hedefliyordu. 19. yüzyılda bu amacının yanına Tanzimat’ta ortaya çıkan Batılı yasalara ve zihniyete karşı kurtuluşun İslam’da olduğunu, bunun için ilmiyeden devlet mekanizmasına kadar bir dizi programı ekledi. 20. yüzyılda ise önceki hedeflerine Kemalist inkılapları ortadan kaldırmak, ezanın aslı gibi okunması, İslam yazısının geri gelmesi, laik elit karşısında Anadolu insanının kamusal alanda yer bulmasını sağlamak gibi pek çok fikri ilave etti. Bunlar çok ayrıntılı şekilde kitapta anlatılır.
İslamcılık, Türkiye merkezli ümmet eksenli bu yürüyüşünü 21. asırda daha ileri götürerek Tanzimat ve 1924 Statükosu ile açılan yolları kapatıp, İmparatorluk mekanizmasıyla dünya sistemini, kapitalizmi geriletecek, onlara alternatif oluşturacak, ümmeti tüm emperyalist etkilerden kurtaracak bir tecdid-ihya-inşa şuuruna ulaşmaya günümüzde çok yaklaştı. Yol uzun ama bu ihtimalin bir ucundan tuttuk millet olarak.
Farklı İslamcılık algıları var, siz bunların Türkiye’nin Ruhu İslam’ı etkisizleştirmek için üretildiğini söylüyorsunuz. Türkiye’nin geleceği nerede duruyor, İslamcılık bu geleceğin neresinde duruyor?
Türkiye büyük olamazsa yok olur. Bu çok net. Yani sizin ülke olarak Batı ayarında hatta onun üstünde bir cazibe merkezi, düzen kurmanız gerekli. Sekülerleşme Türkiye’nin varlığını ortadan kaldıracak bir genişleme içinde. Daha 10 yıl öncesine kadar Post Kemalist tezleri savunan, üreten sol-liberaller şimdilerde Post Post Kemalizm diyerek yeniden 1924 Statükosu’na geçiş yaptılar. Mesela Murat Belge ve ötekiler Türkiye’nin İslamcılık eliyle İslam Cumhuriyeti yoluna girdiğini düşündüklerinden Kemalizmi, laikliği yeniden üreterek karşı cephe kuruyorlar.
Millet İttifakı bu yönelimin bir sonucuydu.
Etnik Kürt milliyetçileri, mezhepçi heterodoksi, tüm marjinal sol örgütler, ulusalcılar, Ali’siz Alevilik, İslamsız Türklük ve İslamsız Kürtlük diyenler, neoliberaller, küresel sermayenin Türkiye acenteleri bir araya gelerek Cumhuriyetin 2. yüzyılını şekillendirmenin kavgasını verdi. Bu yeni dönemi ya bu ittifak zihniyeti şekillendirecek ya İslam… Geldik vazgeçilmez dikotomiye ya laiklik ya İslam tarafındasınız. Türkiye’nin İslam ile var olması, Batıyı alt etme taraftarıysanız İslamcı bir tavır içindesinizdir.
Kimileri İslamcılığı marjinal bir harekete yerleştirmek istiyor Kemalistler gibi. Çay ocağı dindarlarını, kompleksli okumuş yazmış muhafazakarları göstererek “İslamcılık bu” demek bu topraklara yapılan en büyük kötülük. 1699’dan bugüne Avrupa’nın İslam alemini geride bıraktığını farkedip tekrar üstünlüğü İslam merkezli ele geçirmeye çalışmak İslamcılıktır, bunun gayretini gösteren İslamcıdır.
Öte türlü benim yerleşik 1924 statükosuyla sorunum yok, diyorsanız, Batılı, dünya sisteminin düzeni içinde yaşayalım diyorsanız zaten Türkiye’nin geleceğine dinamiti koyuyorsunuz, demektir. Millet ittifakının “yapılanları yıkacağız” söylemi, Kemalizmin klasik “azgelişmiş Türkiye” fikrini kabul etmesiydi. Laik elitin işleri tıkırında olduktan sonra ağır sanayiye, teknoloji geliştirmeye, yeni teknolojiler ve markalar üretmeye, kendi iktisadi sistemimizi, kendi hukuk ve kamu düzenimizi kurmaya ne gerek var!
Sihalar da, Ayasofya da, yerli otomobil de İstanbul ve Mekke merkezli temel referanslarımız üzerinden bir ekonomi, hukuk, eğitim, kamu düzeni oluşturmayla, Türkiye’nin bekasıyla eşdeğerdir.
Türkiye’nin aydınlık geleceği için Müslümanlara, İslamcılara düşen sorumluluklar nelerdir?
Sorumluluk… hafif kalır. Bu işi kotaracak olanlar İslamcılar. Kur’an ve Sünnet temel kaynaklarından, Asr-ı Saadet ve İmparatorluk pratiklerinden hareket ederek ulus devlet döneminde bu yenilenmeyi, güçlenmeyi sağlayacak paradigmayı, praksisi inşa etmeliyiz. İşte Putin’in paralı askerlerinin halini görüyorsunuz. Bunun için sağlam bir entelijansiya, uygulayıcılar, güzideler teşekkül ettirmeli. Millet en fazla yarınını görür, açıkçası daha çok bugünüyle ilgilidir. Halbuki güzideler, entelijansiya, Devlet Aklı uzağı görüp tedbir almakla mükelleftir. Bu da liyakat-ehliyet ve asla sadakatle mümkündür. Bu meseleyi dert edinen bir güzideler sınıfı iktisadi, hukuki, eğitim gibi her konuda çağı takip edip kendi gerçeğimiz ve ilke-ideallerimiz etrafında bir düzeni teşekkül ettirmeli. Bu her an başkasıyla anlaşabilecek paralı askerlerle, trollerle, yetersizliği yüzünden laf dinleyen ama üretemeyen karakter yoksunu, ahlaksızlarla mümkün değil. Cazip bir düzen, başarılı, kaliteli, namuslu, imanlı, ahlaklı güzidelerle sağlanır. Böyle bir güzideler sınıfının teşekkülü, siyasal alanı yönlendirmesi, ideal bir devlet düzeni için eleştiriden, teklif getirmekten çekinmemeli kimse.
Türkiye’nin temel meselelerinin TV yorumcuları seviyesinde tartışılması da bir sorun değil mi? Ülkemizde entelektüellerin fikir üretememe gibi bir problemi mi var? Daha doğrusu problem nerede?
TV yorumcuları da bir şey, asıl kimliği, kişiliği, mensubiyeti olmayan ücreti mukabil operasyon çeken trol hesapların üzerinden konuşuluyor. Dahası bu trollerin makam mevki sahibi yapılmasıyla seviyesizlik normalleştiriliyor.
Anti entelektüalist bir ortam var. Entelektüalizme sövülen, gülünen, istihza edilen… Halbuki siyasal alan, bir ülke entelektüalizm üzerinde sağlıklı yükselir. Mesele entelektüellerin üretememesinden çok siyasal alanın buna eğilmemesinde. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki herkes yükselmek, para kazanmak, itibar ve kariyer sahibi olmak için kendini geliştirme, yetiştirme, dünyayı ve ülkeyi takip etme, en estetiğini, en kalitelisini, en yetkinini elde etme yerine en aşağıdakine göre kendini dizayn ediyor, güç sahiplerine ulaşıp kısa yoldan hedefine varmak için çabalıyor. Gücü elinde tutanlar da zaten sadece biat eden, tâbi olan, sorgulamadan emirleri yerine getirenleri seçiyor. Haliyle en iyisini, en yükseğini, en cazibini üretmekten çok hamasetle, hamakatla kendi ikbalini kurtarma çabası göze çarpıyor. Sağlam bir düzen, devlet işleyişi, sağlıklı toplum hayatı bilgiyle, görgüyle, entelektüel iklimle ilgili… Sorun tercihten kaynaklanıyor, bu sahayı elinde tutan baronlar kaliteyi değil yetersizi öne çıkarıyor. Olan bu ülkeye, millete oluyor.
Bize gösterilenlerle oyalanıyor, görüntüleri “hakikat” zannediyoruz diyorsunuz pekiyi hakikat nedir?
Dezenformasyonun, manipülasyonun çok sık yapıldığı bir çağdayız. İletişim ve ulaşım imkanları arttıkça gerçeğe ve kısmen hakikate yaklaşıyoruz fakat aslında hakiki olanı gözden kaçırıyoruz. Bazı başarılar, bazı işler gururumuzu okşuyor fakat esasında bizden kaçırılanların üstünü örtüyor. Bazı menfi tavırları, tutumları tehlikeli görsek de ılımlı yaklaştıklarımızın açtığı zararların yanında hiç mesabesinde kalabiliyor. Bu nedenle kötünün kendini gizlemek için sendenmiş gibi davranmasını sorgulamıyoruz; yanımızda olanların yaptığı herşey makbul-mutlak-maruf olmadığı gibi karşımızdakilerin her fiili de menfur olmayabilir. Aslolan tüm gelişmeleri, kişileri şüpheyle tam takip ederek muhasebeyi doğru yapabilmekte… Gerçekler hakikati gizlemenin en kolay yoludur. Gerçeklere takıldığımızda olan bitenin neye hizmet ettiğini kaçırırız. Ferasetimizi, vicdanımızı konuşturmayı bilmeliyiz.
Türkiye’de inşa edilmeye çalışılan İslamsız Türklük İslamsız Kürtlük projeleri hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bir önceki soruyla çok yakın bağlantısı var bu konunun mesela.
Bakıyorsunuz, özellikle bazı televizyon dizilerinde Türk diye İslam öncesi mitoloji anlatılıyor. Bunun gerçekliğini bilemeyiz ve aslında çok da mühim değil. Göktürk Yazıtları İslam’dan sonra yazılmıştır! Yani gerek Asya içlerinde gerek Anadolu’ya intikalde Türk üst kavramı İslam ile şekillenir. Üstelik biz bu toprakları 1071 sonrası İslamlaştırarak vatanlaştırmışız. Haliyle zemin, temel burası olmalı. Ama dizilere bakıyorsunuz, görüntüye takıldığınızda rahatlıkla Türk’ten bahsedilmesi gururunuzu okşayabilir. Fakat “bizim İslam’dan önce de tarihimiz” var dedirttiğinizde, İslam düşmanlarının, özellikle 1800’lerin sonunda İngiliz ve Fransız oryantalistlerin, sonradan Kemalistlerin, laiklerin yaptığı gibi “bundan sonra İslam olmasa da yaşayabiliriz” kanaatini beslersiniz.
Halbuki 1071 sonrasında burada başka hiçbir coğrafyada olmayan bir terkib gerçekleştirildi; İslam’ın merkezinde yeni bir dil, edebiyat, tarih, din anlayışı, hayat felsefesi… Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bayram, Itri, Süleyman Çelebi, Kınalızade, Envar-ı Aşikin, Muhammediye, Ahmediye, Selimiye, Süleymaniye ve nice değer burada şekillendi. Bunları teşekkül ettirirken tüm Anadolu coğrafyasında etnik temellere bakmadan İslam başat rol oynuyordu. O yüzden köklere gitmek dikkat, özen, sahicilik gerektirir.
İslamsız Türklük, Türkiye merkezli bakış açımıza vurulan en büyük darbedir. Aynı şekilde İslamsız Kürtlük gibi… Bugün Doğu ve Güneydoğu gibi büyükşehirlerdeki Kürt kimlik kendini seküler ve laik mensubiyetlerle ifade ediyor. Bu topraklara bağlılığını sorguluyor. Dindar Kürtler bile dini kimliğini ayrı, etnik kimliğini ayrı görüyor, ona göre oyunu veriyor. HDP’ye ya da Millet İttifakı’na oy vermek benim dini kimliğime zarar vermiyor, diyor… Bunu Sinan Oğan’a, İyip’e, Ümit Özdağ’a oy veren Türkçüler de söylüyor.
Öyle bir siyasal alan inşa etmeliyiz ki, 1071’de şekillenen Türkiye’nin Nomosu, düzeni, ruhu İslam-Türk-ehli sünnet-gaza ve İslami düzen omurgasına kendini bağlı hissedebilsin. Bu da öncelikle İslam-laiklik çatışmasını ortadan kaldırıp insanları laiklikte, sekülerlikte umut aramaya götürmeyecek cazip bir ekonomik-siyasi nizam, ahlak teşekkül ettirmekle mümkün. Müslüman güvenilirdir, haklarımızı, kaynaklarımızı korur, harama el uzatmaz, ranta, yolsuzluğa müsaade etmez güvenini veren bir ahlak inşasıyla mümkündür.
Milliyetçiliğin yükselişte olmasının sebepleri nelerdir? Türkiye makul bir milliyetçiliği muhafaza edebilir mi yoksa uç söylemler gelişir mi?
Milliyetçiliğin yükseldiği söylemi özellikle sığınmacılarla ilgili ifade ediliyor. Mültecilere, sığınmacılara karşı çıkmak milliyetçilik mi öncelikle bunu sorgulamak gerekir. Yabancılara karşı bir karşıtlık tüm dünya gibi Türkiye’de de oluştu. Bu bildiğimiz manada milliyetçilikten ziyade korumacılık… Sığınmacı karşıtlığı yapanlara bakınca pek çoğunun ailesinin bu topraklara dışarıdan geldiği de görülür. Bu toprakların aslî unsurlarının, Anadolu’nun cezri bir sığınmacı düşmanlığı içine girdiğini söylemek zor. Elbette ekonominin durumuna bağlı şekilde bir yabancı karşıtlığı varlığını korur; ulusalcılığın, sekülerliğin etkisini de göz önüne alarak söyüyorum. Fakat bu toprakların ortalaması makulü savunur; milliyetçiliğin de, sosyalizmin de, İslamcılığın da ana kurucu havzayı takip ettiği, 3M dediğim makul-maruf-meşruyu gözettiği de bir gerçek.
Orta-Anadolu milliyetçiliği İslamcılıktır bir anlamda; İmparatorluk tarihiyle özdeşleştiğinden hep kurucu, hep yapıcı, kuşatıcı, tolere edici, düzeni sağlayıcıdır. Bu dinamiğin gözetilmesi radikal savrulmaların önünün alınmasını sağlar.
Türkiye’nin Ruhu İslam kitabını da çıkardınız yakın zamanda. Türkiye’nin Ruhu İslam’a karşı yürütülen projeler sizce nelerdir? Bu saldırılarla amaçlanan nedir?
Gündelik siyasette çokça vurgulanan, her menfi durumu bağladığımız dış güçler retoriğine fazla girmeye gerek yok… Modernizmin, Batı medeniyetinin, kapitalist dünya sistemi ve onun Türkiye’deki distribütörü Kemalizm ve sol-liberallerin bizatihi kendileri Türkiye’nin, bu milletin ontolojisini belirleyen İslam’a karşı.
Dolayısıyla cari iktisadi düzenin kendisi ister politika faizi artırılsın ister azaltılsın bu ruha karşı.
Transatlantik de Avrasya da bu toprakları şekillendiren ruha, İslam’a düşman.
Eşcinsellikten aileye darbe vurmaya, sokak hayvanlarından feminizme, kadına şiddete, karbon vergilerinden virüsleri tehdit olarak çoğaltanlara kadar günümüzün “temiz enerji ideolojisi” bu hakikate muhalif, buna mugayir faaliyet gösteriyor.
Haliyle bugün dünyayı etkisine alan Küresel Medeniyetin ürettiği tüm kültürel ürünler bize bu toprakları dar etmek, İslam’ı sürekli baskı altında tutmak için Türkiye’de yaygınlaştırılıyor, destekleniyor. Bunlara mukabele göstereceğiz elbette… fakat dün komünizm olur bugün eşcinsellik… hep savunmada kalmak bizi kurtarmaz, atağa kalkmamız gerekir.
Son olarak dünya nasıl bir yöne doğru evriliyor? Küresel denklemde Türkiye kendini nerede konumlandırmalı?
Tek merkezli çok kutuplu bir dünya sistemi doğuyor.
ABD görece İmparatorluk vasfını yitiriyor görüntüsü verse de hala sistemin tek belirleyicisi. Küresel sermaye doğu-batı yönlü akıntıların kesilmesini istemiyor, iktisadi küreselleşme aynen sürerken siyasi globalleşme büyük oranda nihayete erdi. Ulus devletler salgın, savaş, küresel enflasyon ve kapitalist merkezdeki kriz yüzünden kendi içlerine kapanma eğiliminde.
Çin büyük bir sermaye temerküzü gerçekleştirdi. Şimdilerde İran ile Suudları buluşturacak bir küresel siyasi güç olmaya doğru gidiyor. Afrika’dan Latin Amerika’ya Çin, “yatırımlar yoluyla” emperyalizmini kabul ettirmeye çalışıyor. En büyük eksiği tarihi ve ontolojisi… kendi coğrafyasının dışına çıkamayan İmparatorlukların ve medeniyetin üzerinde yükseliyor bugünkü Çin. Başkan Şi, politbüroyu da etkisizleştirerek tek adamlığını ilan etti. Okyanuslara açılan bir ordu teşekkül ettirmek istedikleri açık, hedefleri büyük Asya’yı aşıp fetihler yapmak istiyorlar. Başarırlar mı, tarihleri buna nefeslerinin yetmediği tecrübeleriyle dolu.
Hindistan yine büyük üretim hacimlerine ulaşıyor. Enteresan dünyada nüfus artışı en istikrarlı artanı Hindistan. Bu ülkeler büyük medeniyet havzaları ama küresel ekonomi ve sistemi yönetecek, yönlendirecek dinamiklere sahip değiller. 10 bin İngiliz koskoca Hindistan’ı idare etti yıllarca… Japonlar 2. Dünya Savaşı’nda Çin’i ezdi… Bu ruhlar, tarihi gerçekler kolay kolay milletlerin genetiğinden çıkmaz.
Rusya şimdilerde dünya sisteminin Almanlardan sonraki muzırı olarak yeni bir dünya savaşını tetikleyecek hamleler yapıyor; ama Ukrayna Savaşı karizmasını bitirdi Putinin de Rus İmparatorluğunun da! İslam alemi, geçmişe göre daha bilinçli, idareciler, karbon kaynaklarını bitiren küresel sermayenin bu atağına karşı alternatif ekonomi ve siyasi arayışlar içinde. Tam teslimiyet hiçbirinde yok.
Türkiye bu konjonktürde Ayasofya’yı da açmanın verdiği “irade beyanı” ile öncü rolünü oynayabilecek kıvamda.
Neyin öncüsü? İmparatorluk geçmişini yeniden kurabilmenin, Türkiye merkezli bir İslam dünyası oluşturabilmenin, kapitalist dünya sistemine karşı İslam’ın dünyayı anlamlandırma kapasitesini yerine getirmenin öncüsü. Bunu başarabilir mi… Bir kere yaptık, bir daha niye yapamayalım!
Bunun için benim bir tek formülüm, reçetem var; bu yolda Allah’ın yardımını alabilmemiz gerekir, bunun da yolu İslam’ın emir ve yasaklarını, ahlakını varoluşumuza yedirmemizde, sahici irade beyanında…
Milat Gazetesi | 05.07.2023