Türkiye Kültür Savaşını savunma sanayii gibi düşünmeli, 50 yıllık planlamaya gitmeli

Ülkemizin kültür-sanat iklimine baktığınızda neler düşünüyorsunuz? Yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımız nelerdir?

Siyasal alanda olduğu gibi iki farklı kutup görüyorum.

Bir tanesi Küresel medeniyetin, kültür endüstrisinin Türkiye’deki distribütörleri ile onun karşısında olduğunu farz ettiğimiz kesimlerin yapıp ettikleri.

Küresel kültür ve Türkiye’deki distribütörleri, kültürün yeni versiyonlarıyla beraber dizi-sinemadan müziğe, sergi sanatlarından gastronomi ve dijital matbu yayıncılığa kadar 11 kolunu çok ciddi kaynaklarla yürütüyorlar. Bunun karşısında kültürel iktidar arayan kesimler ise kültür endüstrisinin hemen hiçbir kolunda etkinlik gösteremiyor. Son yıllarda dizi sektöründe bazı tarihi yapımlarla belirli bir ivme sağlansa da bu kültürel iktidarı ele geçirecek boyutlarda kesinlikle değil. İKSV geçen sene zarar etti; Eczacıbaşı grubu 35 milyon liralık “ek” kaynak çıkardı. İşte küresel sermayenin Türkiye’deki ayağı kültür ve sanat işlerini bu şekilde domine ediyor. Küresel kültürün burjuvasına karşı biz kültürel iktidar arayanlar ise sanata, kültüre bu meblağları bırakın bunun onbinde birini bile aktarma fikrine ulaşan burjuva teşekkül ettiremedik.

Kültürel iktidar yalnız kamu desteklemeleriyle sağlanamaz. Kamunun kaynakları belli; burada mesele burjuvanın bunu iş edinmesinde, siyasetin bunu yönlendirmesinde. Zayıf dijital yayıncılık, matbu yayım, kısmi bir sinema-dizi film, bol miktarda salon toplantısı, okuma grubu, insanlara erişmeyen siyasi ikbale yönelik prestij yayıncılığı… bizdeki yekûn bu kadar. Ne dijital oyun sektöründe ne yazılımda ne sosyal medya, müzik endüstrisinde, performans ve sergi sanatlarında bir varlığımız var. Türkiye’nin önemli ihraç kalemleri arasına giren “dizi sektörü”nde, “Türk dizileri” diye pazarlanan ürünleri seküler-küresel sermaye odakları üretiyor; bu gerçek ülkemizin kültür-sanat iklimini açıklamaya yeter kanaatimce.

 

Nitelikli eserlerin ortaya çıkmasında engel var mı? Bu çerçevede sanatçı-muhit/çevre ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Engel her zaman var, olur. Bir kere kültür endüstrisi kendi kriterlerinin dışındaki ürünlere kesinlikle yer vermez. Bu toprakların ruhuna dokunan yapımlara kesinlikle yaklaşmazlar. Bizim kesimde son yıllarda bir canlanma yaşansa da pek çok nitelikli ürün proje aşamasında çöpe yollanıyor. Günümüzün kavramlarından biridir “netwörk”… Belli bir ağın, epistemik-kamusal cemaatin müntesibi olmadığı sürece ne kadar nitelikli, ne kadar başarılı olursa olsun bir “iş”e yol verilmiyor. Kaynaksız sanat olmaz. Tarih boyunca bilim, ilim, sanat, kültür hep siyasal alanın hâmiliğinde gerçekleşmiştir. Belli yetenekleri olanlar kısmen desteklense de artık kendini, rüşdünü ispat edene karşı acımasız bir kıyım, engelleme de hep olmuş, olacaktır.

 

Bugün kültür-sanat meselelerine baktığımızda, uzun zamana yayılan bir süre boyunca   medeniyet inşası, yeniden keşif ve ihya hedefi olduğunu görüyoruz. Bunun için çeşitli kuruluşlar, belediyeler, sivil toplum kuruluşları sürekli bir kültür-sanat faaliyeti gerçekleştirme çabasındalar. Bu faaliyetlerle ilgili düşünceleriniz nelerdir? Arzu edilen neticeye ne kadar yakınız, ne kadar uzağız?

Kültür-sanat, bir faaliyet kalemi değildir; bir kere bu zihniyetten kurtulmamız gerekiyor.

Geçen yıl salgın sürecinde başta ABD, İngiltere, Çin olmak üzere küresel sermayenin yalnızca “sergi sanatları”nda harcadığı para 50 milyar dolar! Bunun içine gösteri sanatları, dizi-sinema vs dahil değil. Dünyadaki belki 100 ülkenin milli gelirinden fazla… Türkiye’nin imkanları belli, bu rakamları elbette yakalayamayız. Fakat planlama, kısıtlı imkanlarla yüksek verimli iş, kalıcı-inşacı bir kültür sanat zihniyeti, alt yapısı oluşturabiliriz.

Öncelikli olarak kültür ve sanatı aynen bir savunma sanayii gibi düşünmeli ülkenin 50 yıllık tarım baraj-yol-enerji politikası gibi planlamaya gitmeliyiz.

Açık söylemek gerekiyor, kötü niyet kastıyla demiyorum, politikasızlık-plansızlık nedeniyle sivil toplum, kamu ve belediyeler “etkinlikler”le varolan kaynakları da heba ediyor.

Bu manada ülkenin kültür sanat hafızası, kaynakları, potansiyeli, envanteri; küresel dijital-tekno-kültürün imkanları, ürettikleri, gittiği yer göz önüne alınarak ciddi bir planlama ile hangi kültürel sektörde neler yapabileceğimizi çıkarıp, kaynakları israf etmeden ama en kaliteli teknolojiyi, ekipmanı kullanarak, en evrensel bakış açısını gözeterek, liyakatlı sanatçılarla ürünler vermeye başlamalıyız. Bunlar çok uzun yıllar gerektirecek işler değil; sağlam planlama, dirayetli idare, hedeften sapmadan ürünleri vermeye başladıktan sonra arkası gelecektir.

 

Kültür-sanat ekonomisinde kaynak kullanımında yetkili idarecilerin nelere dikkat etmeleri gerekir?

Bahsettiğim gibi öncelikli olarak dünyadaki küresel kültür imkanlarını iyi takip etmek, ülkemizdeki potansiyeli değerlendirebilmek, sağlam ve çok uzun süreli planlama yapmak, emaneti ehline vermek…

Bakıyoruz bazı sermaye kanalları yeni dergiler, televizyonlar, yayınlar çıkarıyor. Fakat insanlara hitap ettikleri düzey çok düşük. Aforizma dilinin, Wikipedi mantığının daha gerisinde. Adeta gençleri, dindarları bir üst aşamaya taşımaya değil daha da aşağı çekmeye çalışıyor. Yine aynı şekilde kamu desteğiyle bazı projeler destekleniyor ama bunlar ne düşünce hayatına bir katkıda bulunuyor ne varolan kültürel birikimin ötesine geçiyor.

 

Bugün dünyanın geldiği noktada siyasi-ekonomik-teknolojik(dijital) olarak adı henüz konmamış, neye evrileceği belli olmayan yeni bir dünyanın eşiğinde olduğumuz söyleniyor. Kültür-sanat, bu büyük değişim dalgası etkisinde nasıl bir bakış açısıyla yürütülmeli?

İçinde bulunduğumuz çağ dijital tekno-kültür…

Kendine has bir dili, hassasiyeti, birikimi oluşmaya başladı. Şöyle yanlış bir algı var; artık kültür sanat her saha gibi dijitale kayacak. Belirtmek gerekir ki matbu olan, kağıt ve kalem hiçbir zaman geçerliliğini ve meşruiyetini kaybetmez. Matbu ürünler, kağıda basılan dergilerdeki ürünler hala saygın ve gittikçe önemi artıyor ama bunları dijitale taşıyarak kitlelere ulaştırmak gerekir.

Dijital tekno-kültür bir tercih değil, ontolojik bir durum haline geldi. Dijital insan, tekno-hüman doğdu fakat bu oluşu şu an bizler tam takip edemiyoruz. Zannedildiğinin aksine gençler, insanlar kaliteli ile düzeysiz olanı ayırıyor; bu anlamda sadece dijital kanalları kullanma değil aynı zamanda sağlam içerikler hazırlamayı, bunları da kitlelere ulaştırmayı başarmalı. Sosyal medyanın kendine özgü bir dili, kalitesi var düşüncesi son yıllarda geçersizleşiyor. Dijital yayınlarda gördük ki paneller, toplantılar kalitesine göre izlenebiliyor. Normalde salonda 20-30 kişinin takip ettiği bir etkinlik dijital yayınla en az bin rakamını görebiliyor; dünyanın her yerinden takipçisi de oluyor.

Dijital tekno-kültürü tarihsel, sapma, geçici görmekten vazgeçerek, kaliteli, evrensel ufka sahip, inşacı ürünler, içerikler hazırlamalıyız.

Tohum Dergisi. Kış 2021. Sayı: 169