Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı iken 1924 Statükosunun parçası, devamı değil. 1924 sonrası Cumhuriyet idaresi, İstiklal Harbi’ni veren İmparatorluk ruhunun tam tersini ikame eden, devamlılığı kesintiye uğratan bir anlayış geliştirdi.
Türkiye’de iki farklı zihniyet özellikle 1699 sonrasında belirginleşti; Patrona Halil, Nizam-ı Cedid, 2. Mahmut icraatları, Tanzimat, Meşrutiyet ve 1924 sonrası karakter olarak birbirine benzer. Türkiye’de, iktisadi-siyasi-kültürel ve gündelik hayata ilişkin tezleriyle İslam’ın tüm hayatı belirlemesi için mücadele edenlerle buna karşı Aydınlanmacı modern laikliği savunanlar sürekli karşı karşıya gelir. 1924 Statükosu Batılılaşma programını cari dünya sisteminin desteğiyle uygulama taahhüdüyle laikliği merkeze alan bir rejimi ikame etti. Bu yönde çok ciddi tasfiyeleri kurumlara, yazıya, kültüre, İslami olanın tüm ahkâmına uyguladılar.
Kemalistler 1924 sonrasını yeni bir devlet biçiminde lanse ederek, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan koptuğunu ilan edip sürekli savundular. Hatta Nutuk’ta Mustafa Kemal, “Yeni Türkiye’nin eski Türkiye ile hiçbir ilgisi yok. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur” yazar. Bu belki devlet mekanizmasını formel manada belirliyor görünse de aslında zihniyet farklılığını ortaya koymak için yazılmış iradeli bir nottur.
Sürekliliği, Kesintiyi, Kopuşu Savunanlar
1924 sonrasında sık sık karşı karşıya gelen iki zihniyet Türkiye’nin Osmanlı’nın devamı olup olmadığı üzerinden de hem paradigma hem iktidar savaşı yürütür. Kemalistler çok net biçimde, kesintiden hatta kopuştan yana tavır alır.
İslamcılar devamlılığı savunur; aslolanın İstiklal Harbi ile kurulan 1. Meclis olduğunu belirtirlerken özellikle Hilafet’in kaldırılmasından sonraki yapıyı süreklilikteki kesinti-ara dönem görür. Türkiye’nin İmparatorluk’un devamı fakat 1924 rejiminin bırakın kopuşu bir parçası bile olmadığı fikrini takip ederler.
Milliyetçiler ise devamlılığı kabullenirlerken Cumhuriyet’in kopuşunu 1924 Statükosu’nu benimseyip kabul ederek İmparatorluğu “tarihselleştirirler”… tüm özünü, doktrinini, zihniyetini tarihin tozlu raflarına kaldırır. Artık milliyetçilerin de Kemalistlerle ortaklaştığı gibi Osmanlı ve 1071’in kurucu ruhu romantizmin, araçsallaştırmanın, retoriğin, “topu taca atmanın” gerekçesidir. Şanlı tarih, atalarımız, İla’yı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem devletin “resmi ideolojisi” değil nostaljisidir 1924’ten sonra… yeni Batılılaşma ve çağdaşlaşma modeli, dünya sisteminin de desteğiyle ulus devletin sınırlarını muhafaza etmek için Türkleri İslami olandan uzaklaştırmak, dini yalnız vicdani olanla, ibadetlerle, özel hayatla sınırlandırmaktır. Bu haliyle Cumhuriyet sadece Osmanlı değil, İslam ile beraber şekillenmiş Türk kimliği ve millet bağıyla da tüm irtibatını koparmıştır.
Kemalizm, laik kutup kesintisiz biçimde bu argümanını her şart altında arkasına Batı medeniyeti ve dünya sistemini de aldığı için savunur. Mutlak bir eski-Osmanlı-İslam karşıtlığı statükonun temel remzidir. Eski şiiri yani Divan şiirini çok iyi bilen, çok da seven Nurullah Ataç, günlüklerinde Eski’yi yani Osmanlı’yı sevmediğini ifade ederken İstanbul’u da Osmanlı olarak görür.
Sosyalist, komünist, milliyetçi-muhafazakar, gayrı müslimlerle farklı mezhep ve etnik kimlikler de aynı tez çerçevesindeki kopuş fikrini takip ederler. Milliyetçi-muhafazakarların bünyesindeki “sağ” ise medeniyet birikimi eserlerin yani mimari, musiki gibi unsurlarla maneviyatçılığın kopuşu engellediğini, sadece kesintiye gidildiğini düşünürler. Yahya Kemal’in tüm metinleri, şiirleri İmparatorluk Osmanlısı ile değil Türk ruhunun sürekliliğiyle alakalıdır… 1071’den İstiklal Harbi’ne uzanan bir süreklilikten müteşekkil kurucu iradeyle. Ahmet Hamdi Tanpınar elbette kamusal alanı şekillendirecek yönünün dışındaki Türk ruhunun Cumhuriyetle kesintiye uğramadığını, musikiden mimariye eser veren kültürün, düşüncenin devam ettiğini belirtir. Açıkçası ömrünün son yıllarında Kemalistleri de Osmanlı ile barışmaları için ikaz ve telkinlerde bulunur.
Tabi Osmanlı’yı bir hanedan gören, “şalvarı şaltağ Osmanlı” fikriyle Türk İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu’nu tefrik etmeye çalışan İsmet Özel gibi isimler de Türkiye’yi, özellikle 1924’e Statükosu öncesinde İstiklal Harbi ve İstiklal Marşı eksenli dönemi Osmanlı’dan ve dahası Cumhuriyet’ten ayrı görür.
Milliyetçi ve muhafazakarların herhangi bir değerden yoksun devlet fikrine göre “tek devlet var, adı değişir, Selçuklu, Osmanlı, Türkiye olur” yaklaşımı Türk tanımını da etkileyecek, Türk’ü cıva gibi her kalıba girebilen bir omurgasızlık görecek düzeyde şekillenir. Üstelik bu, Kemalizmi de meşrulaştıran çizgisel ilerleyişe endeksli normalleştirme girişimidir.
Cumhuriyet Osmanlı’nın Devamı Tezinin Argümanları
Fikir adamlarının ötesinde Halil İnalcık, İlber Ortaylı gibi akademisyenler devamlılık fikrini “kopuş”tan çok “kesinti” yaklaşımıyla kabullenirler. Türkiye Osmanlı’nın devamıdır bazı kurumlar, teamüller ve miras bakımından… ama aynı zamanda kesinti hatta kopuştur, zihniyet, rejim, ideolojik söylem açısından.
Mezkur yaklaşıma göre TBMM açıldığında ilk ele alınan kanun, son Osmanlı Mebusan’ında görüşülürken yarım kalan küçükbaştan alınan vergi. Bu “devamlılık” Osmanlı ile münasebetin sürdüğüne en büyük delil gösterilir. Zaten Samsun’a çıkıştan Harbin kazanılmasına kadar TBMM’nin, hükümetin ve Mustafa Kemal’in Padişah’a yolladığı arizalar, demeçler hep Payitaht’ı kurtarmaya yöneliktir. 1924 yılına kadarki mücadele, İstiklal Harbi İmparatorluğun kurtarılmasına yöneliktir, “yepyeni bir devlet inşa etmek için” değil.
Meseleyi Kemal Karpat gibi değerlendirip, Osmanlı’nın devam ettiğini, Saltanat’ın eski Cumhuriyet’in yeni rejimi ifade ettiğini yorumlayanlar da bulunur. Devamlılık milliyetçilerdeki gibi etnik ve devlet merkezli iken Karpat, İlber Ortaylı, İnalcık tipi aydınlarda Osmanlı eksenli de olabilir. Hatta Arnold Toynbee gibi, Osmanlı’nın hala yaşadığını, İstiklal Harbi’nde yalnızca “durdurulduğu”nu savunanlar bulunur. Kemal Karpat bunu kültürel ve dini hususiyetin yanında “stratejik devam” fikriyle izah eder. Nihal Atsız’ın da yaklaşımı her ne kadar bir Turancı, İslamsız etnik Türkçü yapısı bulunsa da Osmanlı merkezlidir; Türkiye Osmanlı’nın içinden çıkarak devam etmiştir. Atsız’ın içi, İngiliz aklının istediği gibi İmparatorluk eksenli zihniyetin ulus devletle “sönmesi-kopması”na elvermez.
Devamlılık fikrini kuvvetlendiren pek çok tez üretilir. Bir kere zaten Cumhuriyet rejimini getirenler Osmanlı kadrosundandır hatta öyle ki aynı partinin İttihat Terakki’nin üyeleri… Zaten İstiklal Harbi adından da anlaşılacağı gibi “Kurtuluş-Bağımsızlık Savaşı”dır, “kuruluş” değil… Bu bakımdan Meclis Ankara’da “kurulmamış açılmıştır.” Zira son Osmanlı Meclisi kapanmamış, yarım kalmıştı.
Anayasa Mahkemesi hariç Danıştay, Yargıtay gibi kurumlar, itfaiye-asker-polis teşkilatları, üniversiteler Cumhuriyet’te de aynen sürer. Askeri teşkilat klasik Yeniçeri usulünden ayrı, 2. Mahmut’un kurduğu orduya dayanır. Devlet borçları meselesi başlı başına devamlılığın göstergesidir; Cumhuriyet idaresi borçları üstlenmiş ve ödemiştir. Yatırımlar, şirketler de bu sürekliliğin unsurlarından…
Elbette Türk bayrağı. Formel değişiklikler haricinde 3. Selim’in belirlediği bayrak günümüze kadar kullanılır. Kemal Tahir, Cumhuriyeti taban ve millet bağının rejime eklemlenmesinden ziyade bürokrasideki aynılıkla sürekliliğin sağlandığını ifade eder. Aslına bakılırsa Cumhuriyet Türkiye’si İmparatorluk hinterlandına olan yatkınlığını ulus devlette de göstermeyi sürdürür. Anadolu’yu Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika coğrafyasını öne çeker. Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan, Ortadoğu’dan gelen göçleri kabul eden Kemalistler Özbeklerin ve Asya içlerindekilerin gelişine sıcak bakmamıştır.
Cumhuriyet İmparatorluk’tan Daha mı Gelişkin?
Kemalist Cumhuriyetçilerin Türkiye’de yaşayan herkesi teslim almaya yeltenen bir mottosu var; “Cumhuriyet seni okuttu, öğretmen, Cumhurbaşkanı, Paşa yaptı…” Devletin bu asli vazifesini, bir nimet gibi sunarak minnet duyulmasını bekleyen statüko, İstiklal Harbi kadrosunun, ilim adamları ve aydın-bürokratların Osmanlı’da hatta Abdülhamit tarafından yeri geldiğinde Avrupa’da okutulduğunu unutur.
Türkiye’nin Osmanlı’dan devralınan, İmparatorluklar sonrasındaki ulus devlet modelleriyle yenileri ortaya çıkan meselelerin çözümlerini getiremedi Cumhuriyet… bu açıdan yaşamak için gerekli asgari gündelik çıkar yolları uygulamaya koydu. Gerekirse dini, yeri geldiğinde hayat tarzından milliyetçiliğe kadar farklı araçları yükseltip düşürdüyse de her zaman için 1924 Statükosu’nu laiklik belirledi. Toprak düzeni, yurttaşlık, Şer’i idare gibi alanlarda kopuş yaşanırken aslında devlet zihniyetinde belirgin bir devamlılık bulunur.
Tanzimat’ın belirlediği yurttaşlık, Cumhuriyet’te daha da daraldı, gayrı müslim etkinliği ile beraber tanımlanmış Türk kimliği dışındaki unsurlar çevreye itildi. Fakat İmparatorluk’un özü olan Kerim Devlet bir şekilde toprak sistemi devam etmese bile kadim devlet anlayışı nedeniyle sürdü. Liyakat ve ehliyeti tartışmalı kimselerden bir elit zuhur ettiren idare akredite etmediği dini-etnik-mezhep-ideolojik kimlikleri çevreye atsa, rejime muhalif olmalarına ses etmese de bütünüyle “devlet düşmanı”na dönüşmelerini engelledi. Bu bakımdan temel Cumhuriyet’in insanları “kul-tebaa yerine vatandaşlık” ile özgürleştirme söylemi kabuk açısından dinlenilmeye değer gelse bile mahiyeti itibariyle spekülatif. Zira kamusal alana geçiş Cumhuriyet’te eğer elit referansı yoksa imkansızdı. Böylece pre modern dönemlerin vatandaşlık hukukunu ve modelini, çağdaş kamusallıkla değerlendirme anakronizmini propagandaya çevrilir.
İnsanları akredite ederek kompartımanlara ayıran Kemalizm, farklı etnik ve dini kimliklerin idareci olabildiği İmparatorluk modellerinin devamı değildi hakikaten! Aslında vatandaşını “eşit insan” olarak gören İmparatorluk idi, Kemalist Cumhuriyet değil.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” cümlesi etrafındaki Cumhuriyet şeklen yeni görünürken aslen aslen Osmanlı’nın devamıydı, Meşrutiyet’te bile iki parti siyasal alanda yerini alıyordu. Egemenliğin halkta bulunmasına bağlı bir kopuş ancak 1950 seçimleriyle yaşanmış, gerçek bir seçimle millet seçme ve yönetme hakkını almıştı. 1950 öncesindeki Cumhuriyet egemenliğin kullanılması bakımından Osmanlı’nın devamıydı.
Osmanlı’daki gibi devletin başı, asker ve ulemayı kontrol altında tutmayı hedefler. Ulema ve askerin işbirliği siyasi gücü kırdığından, Kemalistler ilmiyede ve askeriyede büyük tasfiyeler gerçekleştirir. Bu açıdan da Kemalistler Osmanlı düzenini aynen uygulamışlardır. 27 Mayıs asker ile aydının başı çektiği bir organizasyondu, bu ana eğilimler de kopuşu, kesintiyi bırakın devamlılığın bir sonucu.
Osmanlı ile Cumhuriyetin kesinti-kopuş ya da devamlılığı meselesi iki farklı zihniyetin çatışmasıyla ilgili. Laik temelli modernleşme ile hayatı İslami kılma arasındaki bu ayrışma 1924 Statükosu ile zirveye çıktı. Devletin devamlılığının esas sayılması bu rejim çatışmasını engellemez. Milliyetçi-muhafazakarlar da Kemalist ve sol gibi devletin devamı karşısında laik Batılılaşmanın dayattığı düzenin devamından yana.
Oysa millet bağını kuran, müşterekleri geliştiren, 1071 sonrasında İmparatorlukla beraber Anadolu’yu vatan kılan yegane güç İslam, İslami düzen. Cumhuriyet Osmanlı’nın kurumlarını devam ettirdi büyük oranda, Kerim Devlet’in yapısını da… Hatta sülaleci saltanatçılığın modern versiyonlarını Baasçı Tek Parti oligarşisi ile yürüttü. Tebaa eleştirisiyle görece özgürlük getirdiğini söylese de tanımladığı ve akredite ettiği kesimler ve bireyler dışındakileri kamusal alana-devlete kapattı. Egemenliği halka kapattığı gibi…
Son yıllarda Osmanlı-Cumhuriyet Türkiyesi devamlılığı iddiaları arttı. Bu beraberinde 1924 Statükosu’nun meşrulaştırmasına kadar gitti. Belli konularda “tek devlet çok rejim” formülü işletilirken “İslam merkezli İmparatorluk” zihniyetini, düzenini, ontolojisini yok eden Kemalizmin simgeleri, özneleri de buna eklenerek benimsetilmeye çalışılıyor.
Türkiye’nin ihtiyacı Cumhuriyet’in Osmanlı’nın devamı olup olmadığı meselesi değil geleceği kuracak değerlerin ne derece Türkiye’nin Ruhu’nu belirleyen İslam’a dayanıp dayanmadığıdır!