Türkiye’de millet, Osmanlı’nın dağılması sürecini çok ağır travmalarla atlatırken ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadı. Cumhuriyetin ilk yıllarından ABD dünya sisteminin ülkeye intikaline, liberalizmin başlamasına kadar zor şartlar hakimdi… aşama aşama görece refahla en azından temel ihtiyaç maddelerine ulaşım sağlanabiliyordu.
1980 sonrasında neoliberalizmle beraber küresel üretim bolluğu ve tüketim, biz Türklerin adetlerini, zihniyetlerini bütünüyle tersine çevirdi. Temel ihtiyaçları için yaşayan toplum artık istekleri, arzuları, hayalleri, sonu gelmeyen beklentileri için yaşamaya başladı. Türkiye’de İslamcılık düşüncesi neoliberalizmin de yol vermesiyle merkezin dışına itilen çevreyi toparlayarak pastadan paylarını alma kavgasının bayraktarlığını yaptı.
Özellikle 2000 sonrasında küresel finansal genişlemeden Türkiye de faydalandı, milli gelir artışı artık arzuları tatmin edebilecek boyuta getirdi. Kredilendirme alt-üst sınıf farkını neredeyse ortadan kaldırdı; herkes bir şekilde “sahip olma” dürtüsünü tatmin edebiliyordu. Bu evrede hem inancını yaşayabilen hem kapitalizmin ürettiğine ulaşabilen yeni dindar özne bir taraftan sekülerleştiğini, deizme yatkın zihinsel evrim geçirdiğini de anlamaya, sorgulamaya koyuldu. Dindarlarla beraber ülkedeki genel sınıfların konformizmi yükseldikçe herkes bulunduğu tatmin düzeyinin yani maddi ve kalite seviyesinin üstünü aramaya girişti. 2013 sonrasında FED’in finansal genişlemeyi durdurması küresel ekonomik daralmayı getirdi, Türkiye bu aşamada farklı siyasal yönelimlere girdi. 2020’ye yaklaşırken küresel krizle alım gücü düşmeye başladıkça bu sefer tepki kültürel kimlik bileşenlerine yöneldi. Ekonomik kayıplar sekülerleştiğimizi, deizme kaydığımızı hatırlattı. Fakat ele alınan sekülerleşme, deistleşme göstergeleri asla taalluk eden, esaslı argümanlar olmaktan çok 90’larda frankofonların tatil, medya, kılık-kıyafet üzerinden yaptıkları şeklî çıkarımlardan ibarettir.
Sekülerliğin Özellikleri
Sekülerlik, insanların gündelik yaşamlarında, iktisadi hayatlarında, hukuki yapılarında, toplumsal yaşam pratiklerinde dini olanı referans almaması, karar anlarında dinin, ilahi olanın yok sayılmasıdır.
Sekülerlik zaten din ile arasına mesafe koyan, laikliği benimseyenler için, dinleri ilahi olanı dışlayan Hristiyanlık; dini olanla iç içe bulunan Yahudilik; dinleriyle kamusal işleri birbirinden ayıran Asyatik öğretiler için değil daha çok dindarlar, Müslümanlar için kullanılır. Tercihlerimizi yaparken temel kıstası dini olana göre belirleyenler eni konu dindar olarak kabul edilir, bu illaki kamusal alanda kaideci bir tutumu içermesine gerek bırakmadan her tür toplumsal ilişkiyle ilgili olabilir.
Türkiye’de dindarların sekülerleştiklerine yönelik çıkarımların yoğunlaşması başta iktisadi olmak üzere, kültürel, hukuki, eğitim sahalarında İslami olanı gözetmeden, alternatif geliştirmeden yerleşik sistemin içinde çözüm aramalarıyla ilgilidir. Bu yapısal kriz dini olanı ya simgeleriyle, kültleriyle öne çıkarma ya da tamamen yok sayma aşamasına getirmektedir.
Türkiye’de dindarlık görsel-kamusal-işlevsel manada artıyorken dindarlığın kapsamı, içeriği gittikçe zayıflıyor. Mesele yalnız dindarların sekülerleşmesi, kararlarını İslami olanın dışında araması değil yalnızca; aynı zamanda dindarlık kavramının kapsamının daraltılması, ritüellere, simgelere hapsolmasıyla ilgili. Ahlak, erdemler, etik süreç, normlar, bir başkasının hayatına müdahil olunamayacağına ilişkin postmodern bireycilik, emri bil maruf nehyi anil münker gibi ilkelerin yalnız kamuya havale edilmesi dindarlık kavramının içini boşaltmıştır.
Kazandığı paranın menşeini araştırmak dindarlığın kapsamındayken artık insanlar ihsanların, ele geçenlerin, üretilenlerin kaynağının sahih olup olmadığını, haram-helal-müstehab-kerih-mahzurlu-mekruh mefhumlarından hangisine tekabül ettiğini sorgulamıyor. Kazanç başta gelmek üzere her tür eylemin, söylemin, kültürel unsurun, hukukun, eğitim müfredatının hangi kaynaktan doğduğunu, Allah’ın tasvip edip etmediğini gözetmedikleri gibi umursamıyor. İşte sekülerizm, Müslümanların sekülerizmi, dindar sekülerizm dindar kimliğiyle yani başörtüsü, sakalı, kılık-kıyafeti, dini söylem yoğunluğu, ibadetlerini yerine getirmesiyle maruf Müslümanların bu umursamazlıklarından, İslamî meşruiyeti gözetmemelerinden neş’et etmektedir.
Dindar Sekülerleşme Göstergeleri
Dindar sekülerleşmenin boyutu, kapsamı, içeriği gün geçtikçe genişliyor. Belki son yıllarda başörtüsünü çıkaranların sayısının artması, dindar kimliklerin sosyal medyada gösterdikleri düşüklükler, erkek ve kadın bakımından tesettürün, her tür setretmenin unutulması, ibadetlerde zühd ve takva boyutunun gözardı edilmesi, beklentilerinin karşılanmamasından kaynaklı ibadetleri ihmal mesela namazın yalnız farzının edası gibi hususlar sekülerleşme, deizm yorumlarını çoğaltmış olabilir. Asıl sorun Kur’an kurslarının çokça açılmasına, pek çok hafız yetiştirilmesine, din derslerinin müfredata girmesine karşın dindarların, İslamcıların, Müslümanların bile gündelik hayat organizasyonlarını dinin emir ve yasaklarına göre yapmamasında… medyatik, sosyal medya argümanı haline gelen bu mesele basit bir kültürel devinimi değil tam tersine zihniyet dönüşümünün kendini ele vermektedir.
Sekülerleşme ile ilgili pek çok göstergeden bahsetmek, sosyal medyadan gündelik hayatımıza çok sayıda örnek getirmek mümkün. Kredilerin, faizin normalleşmesi, artık “günah değil”e kadar getirilmeye ses edilmemesi, başörtülülerin sigaralı pozları, İslam’ın kesinlikle reddettiği maddi temeli olmayan varlıkların, bitcoin gibi yönelimlerin, rantın övülmesi, ibadetleri aksatmanın normalleşmesi, totem tutmanın, paganist simgelerin milliyetçilik adına yaygınlaşması sekülerliğe giden sürecin en alt kesimlerde bile artık güçlendiğini gösteriyor.
Sekülerleşmenin umumi tanımlarından birinde toplumun dinden vazgeçtiği vurgulanır. Halbuki Türkiye’de gelişen sekülerleşme ve deizm yorumlarında dini sahiplenme, dindar kişiliklerin daha çok yer işgal etmesi durumuyla karşı karşıyayız. Bizdeki sürecin adı dinden yüz çevirme değil dine sarılarak, dindarlığı sahiplenerek dini umdeleri unutmak, düşünmemek, umursamamak şeklinde tezahür ediyor. Eleştiri, otokritik ve tevbenin bireyin hayatında işgal ettiği yer sekülerliğin boyutlarıyla ilgili biraz da… Zamanını, kapitalist ilişki biçimlerini, Batı ve kendi kültürünün düzenini yer yer kritik etme, varolanlar karşısında alternatifler üretebilme, beklentilerini cari sisteme göre belirleme, değişim fikrinin peşinden koşmanın ertelenmesi sekülerliği koyultur, canlı kılar. Herkesleşme, başkalarını emsal göstererek varolma sekülerizmin unsurları arasında sayılır.
Türkiye’de dindarlar, Müslümanlar kendilerini başkalarından, küfürden ayırt ederek yaşarlardı; neoliberal dönemde tam aksine liberal zihniyete ve kesimlere intibak göstererek bulunma pratiği sürecin unsurlarındandır. Bu bakımdan aslında sekülerleşme, deistleşme tinin teklif getirme hatta özneleşme aşamasının sona ermesi manasına gelir. Kendi varoluşu için yaşama kendiliği örten en bariz tutumların başında gelir; başkalarını dönüştürme sürekli dinamizm ve meşruiyet kaynaklarını sorgulama demektir. Türkiye’de dindarların sekülerleşmesi bu bakımdan statüko ile uzlaşması anlamına da gelir, dönüşüm iştiyakı kopmuştur çünkü… Tutku ve ihtiras yalnız sahip olmaya kilitlendiğinde dini kaidelerin görmezden gelinmesi kadar toplumu öldürme, millet bağını koparma yönelimini de getirir.
Kapitalizme İntibak ve Sekülerleşme
Liberalleşme ve sekülerleşme dönemlerinde dünya sisteminin, küresel kültürün üretip piyasa sunduğu Müslümanların ise reddettiği hiçbir şey olmadı.
Son yıllarda eşcinsellik meselesinde keskin bir karşı duruş yaşansa da bunu bile meşrulaştıracak söylemler dindar camia içinden yükseldi. Bu tür durumlarda zaten normalleştirme ve geçerliliği sağlayabilmenin yolu ona en çok karşı çıkan kesimlerin ilgisini çekmektir. Dindar kimliği biraz sergileyebildikten sonra menfi pek çok meselede kamuoyunu ikna edebilmek mümkün hale gelmiştir. Çünkü dünyada herşeyin izahı yapılabilmekte…
Sadece dindarların, Müslümanların değil insanlığın bugün temel problemi, aslî felsefesi insanların her konuda bir cevap, her krizde bir çözüm, her sıkıntıda bir çare üretebileceğini zannetmesidir. Meseleleri Allah’ın yardımı veya dini umdelerin desteğiyle çözmek yerine bilimin, insanların, dünyevi araçların halledebileceği kanaati dünyevileşmenin bariz göstergelerindendir.
Salgını Allah’ın takdirine bağlama genel bir çıkarım olarak zikredilmişti fakat insanların yapıp ettiklerine karşı Allah’ın savaşı, afetleri, hastalıkları, salgını yarattığı, insanların kendilerine çeki düzen vermesini istediği; yaşadıklarımızı kritik ederek nerede yanlış yaptığımızı düşünüp tevbeye giderek belaları def edebileceğimize ilişkin biz Türklerin yerleşik itikadının yerinde yeller esiyor artık.
Hala Müslümanlar, evrensel manada insanlık cevabı bulduğu, hakikati eline aldı kanaatinden vazgeçmedi, Descartes’tan bu yana öznenin hakikatin önünde duran vasfı basit sorgulamaların ötesinde esaslı bir yapıbozuma uğramadı.
Kapitalizmin şekillendirdiği modernite içinde değil yalnızca eski dünyada da iktisat insanların, toplumların, devletlerin zihni kodlarını belirleyen, hukuktan eğitime kadar medeniyet değerlerini şekillendiren, sistemi düzenleyen, varoluş gayelerini anlamlandıran sürecin öncülüğünü yapmıştır.
Her toplumda bir sınıflaşma, tabakalaşma mevcuttur; dini mensubiyeti de devlete tabiyeti de belirleyen unsurların başında ihtiyaç ve istekleri tatmin edebilme kabiliyeti gelir. İnsanlar iktisadi durumlarına, dini ve başka aidiyetlerine göre dünyayı anlama ve anlamlandırma gayretine de girişir.
Yaşamın temelini sorgular insan… bilme, değiştirme, müdahale etme, entegre olma, savaşım verme, koruma, eyleme, düşünme, kadir-i Mutlak’ın ilkelerini benimseme bir tercih olarak kişinin önüne açılır. Stoacı, Epikürcü, Melami bir tarzda tutum takınmak, fıçıda hakikati tecrübe edip anlatmak da bir seçim…
Türkiye’de dindarlar, İslamcılar çağı anlamak ile kapitalist sisteme entegre olmak arasındaki dengeyi tutturamadı, kazanımları koruma adına uyumu gerçekleştirdiği gibi gerekçelendirdi. Neoliberalizmin güçlendiği 80’lerde İslamcılar, dindarlar meseleleri bu sistem çerçevesinde çözme, “bu sistemde başka türlüsü olmaz” kanaatine ulaşarak dinin kamusal emir ve yasaklarını, eylem ve söylemlerin kaynaklarını, helal-haram boyutunu sorgulamaktan imtina etmeye, sonrasında da yok saymaya başladı.
Özel-kamusal ayrımı adeta kurtarıcı rolü oynadı. Gayrı meşruluğu statükonun gücü gerekçe gösterilerek yaygınlaştırmaya başladılar. Küfür düzeni kapitalizmin doneleriyle spekülasyon yapma önce aklîleştirildi sonrasında dinen gerekçelendirildi. Bu da beraberinde kamusal dindarlık şeklinde tezahür edecek yeni bir vicdaniliği üretti. Kemalizm dinin vicdanlarda olduğunu savunmuştu; özel-kamusal ayrımı ve aktif kapitalist medeniyet din ile iktisat-hukuk-eğitim arasında “işler ve şartlar düzelene kadar”, “iktidar tam manasıyla kurulana kadar” mesafe bırakılabileceğini, görmezden gelinebileceğini adeta dayattı.
Sekülerleşme aslında dindarların, İslamcıların güçlendiği 80’lerde başlamıştı bile!
Yaşama Müdahale Edemeyen Biz Türkler
Güç, merkezde yer alma, erki sürdürebilir kılma sekülerleşmeyi kalgıtırken çok farklı göstergelerin oluşmasını, millete özgü bağı ve hayatı içeren değerleri, inanışları da sorgular hale getirdi. Sermaye birikimi gerçekleşmeden tüketim metaına kolay ulaşabilme sanal bir güç birikimine neden oldu.
Biz Türkler hayata müdahil olmayı ister ve severiz. Karakterini inançları doğrultusunda yaşamına, sistemine aktarabilen milletlerden olduğumuz için tarihi ve bilkuvve özne vasfımız yüksek.
Neoliberalizm öncesinde başa çıkamadığımız meseleleri Allah’a havale ederdik; Biz eskiden Allah’ın hep yanımızda-aramızda olduğunu bilerek yaşar, düşünür, davranırdık!
Güçle, refahla beraber bir sorun çıktığında onu Allah’a havale etmeyi bıraktık, kendimizin çözebileceğine kanaat getiriyoruz artık. Bu geçmişin pasifist Müslüman tavrı karşısında dindarların, İslamcıların savunduğu bir eylemdi, olaylara müdahil olup Allah’a havale edip kurtulma, tembelliğe sürüklenme eleştirisi yerini güç kirlenmesine bıraktı. Bunun bir ileri aşaması dünya sistemindeki kriz ve salgın sonrasında gidişat üzerine “ümitsizlik girdabı”na saplanmayla oluştu; geleceği karanlık görme, hiçbir şeyin artık düzelmeyeceğini, eskiye dönüleceğini kara kara düşünme de yine Allah’ın iradesini, kaderini göz önüne almadan konuşmayı getirdi.
Her durumda işlerimizi Allah’ın eli olmadan gerçekleştirdiğimize ilişkin seküler tutumu daha da ilerlettik. Bu ibadetleri tavsatma ile de ilgili… Görünür ibadet ve ritüeller karşısında zühd ve takvanın öne çıkmasına ilişkin bir abidlik gelişimi şimdilik ufukta belirmiyor. Duanın da gündelik hayattan çekilmesiyle sekülerliğin ateşine odun attığımızı söyleyebiliriz. Namaz salat demektir, salat dua… yani Müslüman arzusunu Allah’a bildirerek ondan talep eden kişidir. Halbuki bu dindar sekülerleşme evresinde isteklerimizi ya kendimizin karşılayacağını ya da hâminin hayata geçirebileceğini neredeyse kesinleştirdik. Sekülerliğin azameti ve deizm kaygısı esasında dünyalıklarını kaybetme endişesinin bir neticesi.
Günümüz sekülerleşme eğilimlerinin sonuçlarından biri de Müslüman hayatında, İslam’ın genel yapısında görülmeyen “iki dünyalı varoluş” anlayışıdır. İslam için dünya yalnız oyun ve eğlenceden, bir ağacın altındaki gölgelenme süresinden ibarettir. Dünyada yapıp ettiklerimiz tamamıyla asıl vatanımız olan ahret yurdunu Allah’ın inayetiyle kazanmaya yöneliktir. Günümüzde ahret vurgusu gittikçe geri plana düşerken ahreti kazanmaya yönelik tavsiye edilen fiillerin tam tersi tercih ediliyor, saygınlık görüyor. İki dünyanın farklı şartlara ve dinamiklere sahip olduğu üzerinden gelişen argümanlar cazip bir alan oluşturuyor. Hesap verme, mizana çıkma, sırattan geçme, imtihan olma gibi Kuranî kavramlar, İslam’ın ontolojik gövdesi ağır hasar almış durumda. Türkiye’de sekülerleşmenin boyutunu magazinel konular, dış görünüş, kariyer üzerinden okumak yerine bu tür temelli meselelere bakarak takip etmeli.
Sekülerlik tartışmaları içinde deizme yönelindiğine ilişkin kaygıları dile getirenler de, deizme, sekülerizme ağırlık verenler de hep varolan kanallarda ve kaynaklarda yer bulamamanın kavgasını veriyor biraz da. Nihayetinde hayal kırıklığı dünyevi meseleden kaynaklanıyor; ne sekülerleşen dindarlar, İslamcılar ne de deizm yaygarası yapanlar temelli bir inşa fikrini, İslami dönüşümü, iktisadi-kültürel-hukuki-eğitim temelli İslami kendiliği savunmuyor.
Dengeli, adaletli bir büyüme, kendisi için istediğini başkaları için de dileme erdemleri kapitalistleşen toplumlarda geriye işler. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde liberalizme bağlı sekülerlik artışı yaşanıyor; kendi iyiliği, geleceği için kötüye, İstanbul büyük burjuvasına, ideallerin-ilkelerin-değerlerin gözardı edilmesine katlanma gün geçtikçe ontolojimizi belirliyor, oluşturuyor. Yok’un, Hiç’in felsefesini yapamadığımız gibi Var’ın, doymanın etiğini ve felsefesini de ikame edemedik.
Dindarlık göstergeleri arttıkça sekülerleşme de artıyor; yüksek seviye, yüksek erdemler, yüksek iyi, kapitalist dünya sisteminin unsurlarından ayrı bir düzen, yeni bir ahlak geliştirme kaygısı uç vermediği sürece sekülerleşme Müslümanları bütünüyle tahakküm altına alacak.