İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
KÜLTÜREL İKTİDAR NEDEN KURULAMADI?
ÖRFE KARŞI KÜLTÜR
KÜLTÜREL İKTİDAR, SINIF ÇATIŞMASI, EVRENSELLİĞİN ÖLÜMÜ, İDEOLOJİLERİN DÖNÜŞÜMÜ
KÜLTÜR FAŞİZMİ KARŞISINDA KÜLTÜREL İKTİDAR SİYASETİ
KÜRESEL KÜLTÜRE BAĞLANIRKEN…
KÜLTÜR SAVAŞLARI
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİNE KARŞI LÜMPENİZM
FONLANMIŞ KÜLTÜREL TEKEL
KÜÇÜK BURJUVA ZEVKLERİ
MUHAFAZAKAR BURJUVA KÜLTÜRÜ
PLASTİK RAHLE
KIBLEYİ GÖSTEREN KREDİ KARTI
NEOLİBERAL DİNDARLIK
NEOPAGANİST MİMARİ
HAYATA, AVM’YE, KAPİTALİZME ÇAĞIRMAK
DARBE GÖSTERGELERİ
15 TEMMUZ TİCARETİ
SİYASİ KÜLTÜRÜMÜZÜN TEMELLERİ: DİN VE EKMEK KAVGASI
KAHRAMAN MİTOLOJİSİ
KÜLTÜR KOMÜNLERİ
NEOLİBERAL İSYANKARLIKTAN, KAPİTALİST MUHAFAZAKARLIĞA
DİNDAR ORTA SINIF VE KÜLTÜR
GÖZETLEYEN TOPLUM
SEKÜLERİZMİN SİYASİ-DİNİ AYİNİ
GASTRONOMİK İNSAN
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİNİN YENİ ÜRÜNÜ: GELENEKÇİLİK
PERFORMANS DÜZENİ VE YENİ İTAAT KÜLTÜRÜ
TELEVİZYON DİZİLERİNDEN TÜRK KÜLTÜRÜNÜN EKONOMİ-POLİTİĞİNE
PATİKADAN OTOBANA…
YAZILARIN KÜNYELERİ
İNDEKS
ÖNSÖZ
Kültür üzerine yazmaya üç yıl önce karar verdim.
7 Haziran seçimlerinde sonra siyaset toz-duman olmuştu, Çözüm Süreci sona erdiği gibi artık neoliberal siyasi akım yerine “milli-yerli” kavramları etrafında oluşturulmuş, güçlü devlet vasfı öne çıkan yeni bir döneme giriyordu Türkiye. Bu politik yoğunlukta, siyasi-kültürel-iktisadi dili, söylemi yine seküler, kültür endüstrisini elinde tutan kesim kuruyordu.
Devlet ve hükümetin, iktidarı sağlamlaştırdıkça kültür üzerine ağırlık vereceği belliydi. Üstelik Transatlantik ve Avrasyacı siyasetin dışında “bize özgü yol” mottosu Türkiye semalarında yankılanınca bir heyecan dalgası yaşandı.
Bize özgü yolu inşa etmek için öncelikle “gündelik hayatı” organize eden bir kültür, değerler skalası, iktisat meydana getirmeniz gerekiyor.
Plastik Rahle’yi yazdıktan sonra biraz da istihzalı mesajlar aldım. Öyle ya o kadar ağır mevzulara değindikten, Türkiye’nin Nomosu’nu oluşturan ilkeleri Anadolu’da İslam Ruhu’nda, İslamcılık serencamını, hususen 1980 sonrasını Neoliberal İslamcılık’ta anlattıktan Türkiye’nin tercihlerini ve Küresel Medeniyet’in marifetlerini Zamanın Ruhuna Karşı’da reddettikten sonra rahlelerle, kredi kartlarıyla, kafelerle, toplumumuzun konfora açlığıyla, gözetlemeyi seven ahlaki kimliğimizle ilgilenmek “düşüklük” değil miydi…
Esasında tam da vurgulamak istediğim konu burada düğümleniyor, bizde aydınlar, entelektüeller ve dahi sokaktaki insan hep “ağır mevzular”ın adamıdır. Siyasetten, makro ekonomiden, ideolojilerden bahsederken üst perdeden yaklaşırız, burnuna kadar faize batmışken ABD’yi yıkmaktan söz ederiz. Halbuki kültür iktisadın, siyasetin, dünya sisteminin uç beyi olarak toplumları hegemonyasına alır, en üst sınıfından en alt gelir grubuna kadar herkesi küresel kültürün belirlediği gibi yaşamaya, yeme-içmeye, konuşmaya, düşünmeye icbar eder.
Plastik Rahle yazısında “Müslümana has asalet”i nasıl kaybettiğimizi, İslam’a göre yaşama dinamiklerini nasıl yok ettiğimizi göstermek istedim. Kültür endüstrisinin seri malı ürünlerini kapmak için yarışan bir milletin “kendine özgü yol” inşa etmesi, bölgesinde ve dünyada büyük olması mümkün mü… sorusunu iktisat, siyaset cephesiyle birlikte vermeye çalıştım. Çünkü kültür öncelikle iktisattır, yani para hayat tarzını belirler, para zihinleri inşa eder, kapitalizm “sahip olma” dürtüsünü herkesleştirerek ve insan varoluşunun merkezine yerleştirerek Müslüman benliğini de dönüştürür.
Peygamber Efendimiz tebliğini gerçekleştirirken bir yandan da Medine Pazarı’nı kurdu, “bizi aldatan bizden değildir” diyerek, biriktirmeye, tekele, stokçuluğa, faize, tefeciliğe karşı “serbest Pazar” teşkil etti, pazara gelenden vergi almadı ki mal fiyatları yükselmesin, halk kolayca alışveriş edebilsin diye.
Halkı bir avuç tüccara, sanayiciye, toprak ağasına ezdirmeme “sünneti”ni 1071’den sonra Anadolu’da Türklerin kurduğu İslam nizamında da görürüz.
Kerim devlet, “kul hakkı”nın önüne geçmek için feodal dönemde toprağı ağalara terk etmedi, kapitalizm geldiğinde ise yine burjuvanın “mülkü üleşmesi”ne rıza göstermedi.
Kültürel iktidar öncelikle kapitalist iktisadi zihniyeti reddederek başlar.
Kültürel iktidar zamanı-mekanı bize özgü değerler, temel kaynaklar üzerinde organize ederek hayata geçer…
Sahiden kültürde de iktidar olmak, yitirdiğimizi elde etmek istiyorsak öncelikle “dil devrimi”ni tersine çevirmeliyiz, Kemalistler kültür savaşını gavurun lisanıyla kazandı!
Bize özgü yol, İslam lisanıyla, Türk gerçeğiyle kurulabilir ancak.
Bizde kültür sadece kişiler, ürünler ve eserler üzerinden anlaşılır. Kültürel iktidar olamadık yakınmasındaki “kültür esnafı”nın kültür ve iktidar anlayışı sadece devletin desteklemelerinden pay almak, belediyelerin faaliyetlerinden yararlanmaktan ibarettir… Etkinlik deyince ne çıkıyor ortaya; kekeme şairlerin matine düzenlemesi, birkaç fotoğraflık sergi, içeriksiz paneller… Daha romanı olmayan bir cenah, İslami kesim kültürel iktidar savaşında varolabileceğini düşünüyor!
Türkiye’de kültürel iktidarın değişmesi için öncelikle siyasi iktidarın tam manasıyla sağlanması, iktisadi gücü eline alıp bize özgü pazar kurması, bir kültür cephesi oluşturup kültür savaşı vermesi gerekir.
İstanbul büyük burjuvası kültür endüstrisinin bütün sektörlerini, sinema, televizyon, eğlence-müzik sektörü, yayıncılık, yazılım, gastronomi, turizm… hepsini elinde tutuyor. İslami cenah bu sektörlerin hemen hiçbirinde belirleyici, yönlendirici değil.
Kültürel iktidar için kamudaki bürokratların geniş bir ufkunun, vizyonunun olması gerekir. Hazırlanan şuraları “kültür esnafları”na havale ettiğinizde yine hüzün, yine yenilgi, yine hezimet sizi bekler.
Lümpen zihniyet, trol dili, kariyerizme ve paraya teslim olmuş kadrolarla, değer siyaseti ve güzideler sınıfı üretmeden küresel kültürü, onların Türkiye’deki acentaları Kemalist-sosyalistleri aşamazsınız.
Son yıllarda diziler ve filmler üzerinden bir ivme yakalansa da bazı ana akım televizyonlar kaynakları kültürel iktidarı elinde tutan kanalların yapımlarına, evlenme-boşanma-kaçırılma programlarına, entrika-ihtiras dizilerine yatırma “stratejisi”nden vazgeçmiyor; üstelik aynı ajansların üçüncü sınıf işlerine razı olarak!
***
Bu kitapta kültür kavramının iki şekilde anlaşılabileceğini göstermek istedim, ilkin kültür bir yaşam biçimi, zihniyet dünyası, gündelik hayat organizasyonudur.
İkinci olarak eser, ürün, entelektüel faaliyettir.
Kitapta küresel kültür üzerine değiniler bulunuyor, kültür endüstrisinin kolları, sektörleri ile Türkiye’deki distribütörleri anlatılıyor. 1 Kasım seçimleri ve 16 Nisan Referandumu’ndan sonra yani erk daha muhkem hale gelince kültürel iktidar tartışmaları alevlendi. Bu konudaki kanaatlerimi bildirdim.
Benim asıl meselem, Türk milleti nasıl yaşıyor, hangi arzularla, hedeflerle, ideallerle buluşuyor, gündelik hayatını hangi kaygılar, nesneler, zevkler oluşturuyor… bunları tespit etmek, fotoğrafını çekmek, İslami olanla sağlamasını yapmak…
İnsanımız çok ciddi dönüşümden geçti, yeni bir toplum haline geldiğimiz bile söylenebilir. Gözetleyen toplum, sosyal medya vasıtasıyla herkesle buluşurken daha çok yalnızlaşıyor, daha çok içe kapanıyor. Dikkat ederseniz herkes dostluk, arkadaşlık, vefasızlık, samimiyetsizlik kavramlarını aynı cümlede kullanıyor. Sarılan sandalye, sarılan yastık, parayla sarılma hizmeti verme bu topluma da girdi. Çünkü kucaklaşmak, sarılmak, öpüşmek, çocukları başlarından okşamak biz Türkler için yavaş yavaş hayal olmaya başladı.
Bir yandan gastronomi pompalıyor kültür endüstrisi, öte taraftan diyetler, spor faaliyetleri pazarlıyor. İnsanlar ev’den kaçmak, kendini dışarı atmak için yarışıyor, bireyler yemeklerini değil, yediklerinin fotoğraflarını paylaşıyor. Sıkı bir disiplin, itaat kültürü doktorlar, diyetisyenler, yaşam koçları vasıtasıyla hayata geçiriliyor.
Toplum olarak yeni kültüre adapte olma sıkıntısı çekmiyoruz, 15 Temmuz girişiminde darbeye karşı çıkarken bu değerlerin ticaretini yapmakta da beis görmüyoruz. Hem terörle mücadelede şehitler tepesine yazılma diskuru çekiyor öte taraftan yılda binlerce çürük alıp bedelli çıkması için hükümeti her fırsatta sıkıştırıyoruz.
Yeni küçük burjuva kültürü ve zihniyet dünyası kaygı verici. Milli ve yerli doktrin heyecan yaratsa da “milli yerli emoji” üretmek 200 yıllık büyük çelişkimizi gösteriyor. İletişim geliştikçe teslimiyetimiz artıyor; radyo melankoli, televizyon eğlence, sosyal medya ıstırab üretiyor. Dünyadaki “ağ”a ne kadar çok bağlanırsak o kadar teslim oluyoruz. Yeni değerleri içselleştirmenin ötesinde geçmişte varolan ve bizi biz yapan hassasiyetleri pazara çıkarıyoruz, içini boşaltıyoruz.
Nostaljiyle vakit geçirmek, gelenek hatırlatmasıyla oyalanmaktan nefret ederim fakat son yıllarda kültür endüstrisi piyasaya gelenekçiliği de sürdü!
***
Niçin kültürle ilgileniyorum; insan varoluşu içinde bulunduğu kültürle, yaşadığı gündelik hayatla, yediklerinin helal olup olmamasıyla, okuduklarıyla şekilleniyor.
Bugünün insanı hangi kültürün içinde ne için yaşıyorsa yarının Türkiyesi o değerlerle kurulacak.
İslami gündelik yaşam, Müslüman onuru, biriciklik, sahicilik, sahih kaynaklarla varolma fikir hayatımızdan, kültürümüzden çekildi. Yarınki Türkiye’nin akıbeti hakkında ne kadar ümitvar olabiliriz, bilemiyorum.
Etiyopya’da, Omo ırmağının kıyısında yaşayan Mursi Kabilesi, Batı sömürgeciliğinin en şiddetli olduğu dönemde en az köle veren kabilelerden olmuş. Mursi ahalisi kızlarının dudaklarını delip genişleterek oraya kocaman bir tabak yerleştirme fikrini geliştirmiş. Böylece Batılıların aradıkları cazip köleyi onlara vermemişler.
O kocaman tabaklı kızlar, genç Mursi erkeklerine de güzel gelmiş, yıllar geçtikçe dudaktaki tabak bir güzellik ve asalet sembolü olmuş.
Biz Türkler kafir ve Batı dışı bir hayatı yaşadığımız için kendimize özgü yol ve dünya kurabilmiştik. Bugün bırakın Batının tesirinden kaçmayı Batılılara güzel görünmek için elinden geleni ardına koymayan bir kültürümüz var.
Özgürlük karnına taş bağlayıp gavurun teklifine hayır diyen Peygamber Efendimizin, ekmeğini tuza bandırıp kafire teslim olmayan Anadolu’daki ruhun elinde…
27 Temmuz 2018 Keçiören