Türkiye’de nicedir siyasal alan yeni özneler üretmek yerine yeni madunlar icat ediyor.
Sadece kenara itilmişleri kast etmiyoruz aynı zamanda hiç durmadan konuşan, yazan ama “gerçeğe yaklaşamayan”, ezberleri tekrarlayıp “sözünü içine atan” kudretli eller de madunlaşıyor.
Siyasal alan, konuşma, anlatma, müzakere, mütalaa, kendini gösterme ve ifade etme platformu olarak birey, toplum, kamu sahasının kesiştiği yerde durur. Siyasal alan ne derece geniş, derin ve hacimli olursa toplumsal karşılığı o kadar fazlalaşır. Devletin siyasal alanı geniş tutması bir yanıyla millet bağının gücünü, kamusal özgüveni, hegemonyanın kapsayıcılığını belirler. Haliyle siyasal alan dinamizmi, yeniye açıklığı, toplum uhdesinde gelişen yeni kolektiviteleri, birey yönelimlerini, yeni dindar-seküler-epistemik cemaat yapılanmalarını takip edip eğilimleri gözetlemede tek platformdur. Siyasal alandaki görünürlük aynı zamanda birey-müşterekler ve yeni toplulaşmaların yönelimlerini de gözler önüne serer.
Madunların özellikleri
Son yıllarda ülkemizde beliren yeni hayali kolektiviteler ve sanal anarşistler, siyasal alanı genişletirken madunlaşma sürecini tersinden hızlandırdı.
Madun sadece “susan”ı ifade etmez; çok konuşanların, pervasız siyasi yorumlarıyla gerçeğin yönünü sürekli saptıranların da inşa ettiği madunlaştırma süreci yaşıyoruz. Bu açıdan belki de sormamız gereken temel husus ülkede bir “özne” bulunup bulunmadığı…
Eni konu etrafımızda sosyal medyadan oluşan siyasal alanı “işgal eden” kitleler var. Bunların özneliği siyasal alanı belirleme, orada kendi özne-lik tutumuyla var olma imkanını elinden alıyor. Muhalefetini yaparken “komünist” kaygılar gözetse bile siyasal alanda bir “komünist hareket” yürütmeden kaçan sanal anarşist ve hayali kolektivitelerle muhatabız.
“Çok konuşan madun”lar kitlesi esas madunları da örtüyor.
Madun kavramının içeriğini geçmişte yoksullar, varoştakiler, köylüler, okuma yazması olmayanlar, çarıklılar, reaya, alt gelir grubunun tamamı, lümpenler, ideolojik yönsemesini çevredeki daracık sahada gösterebilenler dolduruyordu.
Madun formel manada toplumdaki en alt sınıfı oluşturur, belki Osmanlı hiyerarşisi içinde “rütbe”ce mevkii en düşüğü, günümüzde kariyeri, sıfatı, titri olmayanları ifade eder. Bu manada siyasal alanda bir karşılığı, politik sahada, kültürel platformda bir temsil ve katılım organizasyonu bulunmayanlar genellikle madun diye adlandırılır. Belki sivil toplum diliyle söylenecek olursa “baskı grubu” bulunmayan kesimleri anlamamız gerekir. Madunun müesses nizamda “karşılığı” bulunmazken bu düzenin dışında da tanımlanamaz! Madunlar statükoların, sistemlerin temel ayaklarından birini oluşturur, bir nevi kaldıraç, meşruiyet kaynağı, bilhassa demokratik hayatta yahut popülizmlerin güçlendiği dönemlerde dayanak işlevi görürler. Cumhuriyet Türkiyesinde köylülerin, reayanın, baldırıçıplakların yüceltildiği zaman dilimleri madunların yükte ağır ama pahada hafif karşılıkları icat edilmedi değil.
Madun kavramı en çok siyasal temsille kendini ifade eder.
Sınıfı karşılayan politik hareket Türkiye’de hiçbir zaman olmadı. Bir köylü, prekarya, proleterya yahut elit partisi bu ülkede teşekkül etmedi.
İslamcı bir parti Türkiye’de hiçbir zaman faaliyet göstermedi. Komünist, işçi, liberal, ülkücü partiler kurulabildiği halde Türkiye’de “İslamcı bir parti” hiçbir zaman etkinlikte bulunmadı. Ne programı ne kadrosu itibariyle İslamcı Parti kavramı doğmadı bile! En İslamcı parti diye tavsif edilen Refah Partisi bile “milli” kavramının bünyesinde kaldı. Haliyle maduniyet Türkiye’de dünyadaki genel eğilimlerden farklı işledi.
Madun kavramı “azınlıklar” bağlamında da ne kadar işletilebilir, tartışılır.
Politik temsile bağlı maduniyet Türkiye’de dünyadaki örneklerinden çok uzakta… Kürtçü, üstelik “federasyon”a dayalı idari bölümlenme teklif eden cari siyasi hareket bulunuyor. Bir aralık Ali Haydar Veziroğlu’nun kurduğu Barış Partisi de oy talep etmişti; mezhep iddiaları güçlü olsa bile tüm tezlerini içeren bir programa sahip olmadan… Komünist parti de tezleriyle beraber faaliyetini yürütebiliyor.
Buna belki partileşmese bile “siyasal alan”ın tüm organlarında etkinliği gözlenebilen hatta son yürüyüşleri CHP’li belediyelerin katkısıyla kamusal alana taşınan LBGTİ unsurlarını bile eklemek mümkün. Bu ülkenin temel nomosu, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasına karşı yönelimleri ifade eden LBGTİ afişlerinden, gösterilerine kadar anti-madun etkinliklerde bir özne söylemi kurup sözlerini söyleyebiliyorlar.
Madunları Mafevke Dönüştürmek
Maduniyet hususunda özellikle son yıllarda Türk siyasal alanına eleştiriler getiren kesimlerin de yakınmalarının pek karşılığı bulunmuyor.
Madun, özne olarak ortaya çıkıp sözünü söyleyemeyenler için kullanılır. Halbuki siyasi muhalefet yürüten tüm kesimler otoriter, faşizm, tiranlık, diktatörlük kelimelerini kullanarak dahi varlıklarını gösterebiliyor.
Hayali kolektiviteler, sanal anarşistler gerek sosyal medyada gerek konvansiyonel matbuatta, siyasi hareket bağlamında madundan çok mafevk görüntüsü sergiliyor. Haliyle Türkiye’de maduniyet kavramı genel kanaatlerin tam tersi işleyişe sahip. Devlet mekanizması, Kemalist statüko öznenin dilini doğrudan güvenlik ihlali sayma refleksiyle çalışıyor; bu karakterini izhar etmekte gecikmese bile uluslararası bağlantısı bulunün odaklarla uzlaşmada beis görmüyor.
Neoliberal politikalara dayalı etnik, mezhep, kültürel marjinallikler seküler-laik yapılarını küresel güçlere onaylattıklarında çektikleri kısa süreli cefaya karşın uzun dönemli meşruiyet imkanları elde edebiliyor.
Siyasal alanda temsil ve katılım ülkenin sıhhatli bir hiyerarşiyle kurulduğunun göstergesidir.
Güçlü devlet öznelerin her cümlelerinden sonra harekete geçen değil, siyasal alanda bunların tezlerini kamuya aktararak absorbe edebilendir.
Halbuki Türkiye’deki güvenlik anlayışının anında “derdest etme”ye yatkınlığı uzun dönemde daha çok başını ağrıtmayı sürdürüyor; orantısız güç madun imajı verenlerin söylemlerini kamuya daha çok taşıyıp, siyasallaştırıyor. Bu güç, güvenlik, soluk almadan karşılık verme stratejisi güçlü devlet imajını getirse bile “uzlaşma” kültürü devlet mekanizmasında da çarçabuk işletilebiliyor. Yurtdışına kaçışlar, itirafçılıklar, uluslararası anlaşmalara mugayir hukuki süreçler bu uzlaşmaların, sentezlerin bir gerekçesi olabiliyor.
Madun gibi görülenler kısa sürede “kahraman”a da evriliyor! Madunluktan mafevkliğe yükselten bir siyasal alan bu ülkede güçlü devlet başlığı altında sorunsuz çalışıyor.
Türkiye’de devlet geleneği Cumhuriyet öncesinde toplumu, kamuyu belirli kategorilerde tanımlamış, zenciler, madunlar, efendiler, kullar, elitler tasarlanmış kompartımanların dışına çok fazla çıkamayan, dikey hareketliliğe müsaade etmeyen tarzdaydı. Cumhuriyetle beraber devlet hiyerarşisi klasik ve geleneksel boyutunu terk etti; demokratik yönetim biçimi elitlerle sıradanların yer değiştirmesine dayalı esnek bir idare tarzına geçti. Klasik çekirdeğin seçkinliği küresel yönelimlere, dünya sisteminin makas değişimlerine bağlı farklılaşmalar getirdi. Bu topraklarda ortalama yirmi yıllık zaman dilimlerinde merkez-çevre arasında sürekli elit kavgası yaşandı, Batıcı Kemalist statüko devam ettiği sürece madun-mafevk üretimi, icadı gerçekleşti. Yurtdışına gidenler-kaçanlar gibi yurtdışında eğitim-ihtisas görüp gelenler devamlı yer değiştirdi.
Bugünlerde teröre, şiddete bulaşanların ötesinde siyasi-mali-kültürel sıkıntı çekmeyenler de “yurtdışına” gitmekten bahsediyor.
Beyazlıktan Zenciliğe…
Güçlü devlet mekanizmasıyla çok da ilgisi bulunmayan, siyasal alanın ideolojik, fikri, kültürel boyutlarını gözetmeyen ama merkezdeki karar mekanizmalarına yaklaştırılmayan geniş kesimler kendilerini bir anda beyazlıktan zenciliğe geçmiş buluyor.
Dolayısıyla maduniyet yalnızca hukuki, iktisadi, kültürel azınlık tanımlarından değil siyasal alanın kendi kuralları, döngüsü içinde etkisizleşenlerden de oluşabiliyor. Sivilliğin ötesinde kamu dışına itilmek maduniyetin bir başka sonucu…
Kendini zenci gibi görme psikozu sol-liberal, etnik kimliklerin, hukuki manada cezalandırılanların, iktidara bir türlü gelemeyenlerin değil iktidarın merkezkaçına uğrayanların, küresel sistemin hışmından korkup desteğini çeken tarikat ve cemaatlerin; istihdam bekleyen, kamuda çalışan burjuva sıfatı kazanmak isteyenlerin, gençlerin benliklerinde çok güçlü…
Büyük çoğunluğun kendini azınlık görme sendromu madunluğun başat belirtisi… Bu bir şekilde hayali kolektivitelerin, dindarı-muhafazakarı-laik-seküler-Kemalist-ulusalcı hatta Kürtçü kimlikleri bir araya getiren değişkenli, mensubiyet noktaları geçişkenli kolektivitelerin de sorunu.
Bir taraftan “ülkenin bölünmesi”ni istemeyen ama öte taraftan “iktidar değişsin” diye yeni kolektif bilince rıza gösterip “susan” ulusalcı, sol-liberal de kendi bütününde madunu oynuyor! Özgürlüklerini kullanarak iktidar karşıtı odaklarda bir araya gelen “benzemez”lerin husule getirdiği kolektifler aynı zamanda kendi iç özgürlüklerini de daraltıyor. Siyasal alanda mafevkle madun sürekli yer değiştirerek ilerliyor. Bu açıdan mesela “iktidar karşıtı” blokta farklı kolektiviteler içinde etkinlik gösteren öznelerin “niyetleri” bütünüyle birbiriyle ahenkli mi… sorgulanır!
Sol-liberallerin maduniyet söylemine rağmen iktidar karşıtlığı üzerinden oluşturduğu güçlü kolektivitelerin genel eğilimi madunun çok rahatlıkla yer değiştirebildiğini gösteriyor.
Üç strateji, ihtimallerindeki yüksek oranın işareti: 1. Gezi olayları üzerinden bir Tahrir geliştirme ütopyası… 2. Antagonist reformculukla içeriden dönüştürme usulü… 3. İktidar olup hegemonya tesis etme…
Madunluk bir anda mafevke, ezilmiş, kendini ifade etmekten men edilmiş psikolojisi anında tahakküm kurabilecek erke dönüşebiliyor.
İslamcı-Muhafazakarların Madunlaşması
Türkiye’de İslamcılar, uzun zamandır “kendi gibi konuşmuyor”; hatta buna biz Türkler diyenler de dahil!
İslamcıların bir kısmı ümmetçiliği içeren Osmanlı devletinde mündemiç Türk kimliğiyle buluşurken bir kısmı hala 1970’ler radikalizmini etnik iddialarıyla buluşturup bütünleşik bir İslami duyarlılığı yarmaya çalışıyor. Hayatı, İslamiliği, İslamcılığı sadece milliyetle okuma hastalığı İslamcıların kazandığı devlet, kamu tecrübesini yok edebilecek nitelikte. Osmanlı İslamcılığına geri dönen ve devleti sahiplenmeye evrilen İslamcılar da İslami olanı gözetmenin uzağına düşüp kamuda yer bulmayla iktifa ettikleri için Kemalist statükonun korumacılığını yeterli görebiliyor.
İslamcılığın bilkuvve kaynaklarını kullanmaktan, program geliştirip kültür savaşı vermekten, yeni bir hegemonya tesisinden, Kerim Devleti ihya etme mantığından uzak, devlet gücüyle var kalmaya, kazanımları korumaya özgü statükoculuğa saplanan İslamcılar kemikleşmiş mekanizmanın dışına çıkınca yeni kolektivitelerin peşine düşüyor.
Haliyle İslamcılar, devlet mekanizmasından merkezkaça uğrayanlar yeni madunlar biçiminde örgütleniyor. Yeni dindar-İslamcı-Türk kimliği menşeili madunların ütopyaları Asr-ı Saadeti ve Kerim Devleti ihya değil neolibelar siyaseti yeniden teşkil etmek.
İçinde “kalifiye”, iyi yetişmiş dindar-Kemalist-sağcı-neoliberal solcuların da olduğu yeni bir elit oluşturulmaya çalışılıyor.
Yeni mağdurların yeni madunluk öğretilerinden yeni bir elit doğarken bunun Türkiye’yi bugünlere taşıyan Nomos ile, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasıyla, Osmanlı İslamcılığıyla ilgisi bulunmuyor.
Dindar-İslamcı-Türk kimliğini önceleyen ikinci tip maduniyet siyasal alanın içinde özneliğini unutmanın getirdiği söz söyleyememe, kendiliğini örtmeye dayalı varoluş sinikliği…
Madun konuşamaz, konuşsa bile söyledikleri kendi fikirleri değil tasarlanmış, ezberlenmiş, dikte edilmiş, belirlenmiş söylemi tekrar etmektir.
Mırıldar, fısıltıyla konuşur, güvendiği yerlerde kendine ait olanı çıkarmaya çalışır, sürekli “aramızda kalsın” der…
Yeni madun eski güçlülerin olayları izah eden en az üç açıklama tarzları var; efkar-ı umumiyeye, yakın çevresine, çalışma ortamına söyledikleri… ama sadece kendilerine sakladıkları sahih ve sahicidir!
“Başkası adına” konuşan herkes bir biçimde madundur, ne zaman ki kendi fikrini açıkça söyleyebilir, siyasal alana taşıyabilir o zaman madunluktan sahipliğe evrilir…
Hakikati bilenlerin, bilip saklayanların değil hakikati açıklayanların çoğaldığı ortamda Türkiye de dünya sisteminin madunu konumundan çıkabilir!
07.10.2019