Türkiye’de son yıllarda ideolojiler, fikirler, projeler, modeller çarpışmıyor; onun yerine kavramların hükümranlığında bir tasfiye aracı olarak tavırlar, duruşlar, metodlar çatışıyor.
Özellikle 2015’ten sonra fikir hayatımıza, siyasal alana milli yerli kavramı daha çok yerleşmeye başladı. Belki de Türk siyasetinde en çok kullanılan kelimelerden popülizm 2000’lerde yeniden dolaşıma girdi, 16 Nisan referandumu ve 31 Mart seçimleriyle beraber sosyalistlerin de benimsedikleri, yeniden üretmek istedikleri bir tutum halini aldı. Ekrem İmamoğlu’nun başarısındaki “kopya popülizm” sol liberallere cesaret verdi. Popülizmi sol liberaller bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden diktatörlükle eşitlerken şimdilerde sol popülizm arayışlarını yoğunlaştırdılar.
Her halükarda milli yerli de popülizm de pragmatizm de bir ideoloji, doktrin, model değil tavır, yöntem mahiyetinde siyasal alanın en kullanışlı aracı… Bu temel kavramlar hassasiyet içerse de toplum, iktisat, siyasal alan tezi öne sürmez sadece meşruiyet sahasını birey, halk, devlet otoritesi nezdindeki geçerliliğini yükseltmek için vesile görür.
Söylemin Yoğunlaşması
Türkiye’de milli yerli söylem Neoliberal İslamcılık politikalarının yavaş yavaş terkedildiği dönemde devreye girdi, etnik-dini-mezhep açılımlarını da içeren Osmanlı misyonunu İslam coğrafyasına genişletmeye çalışan yaklaşım yerini ulus devlet reflekslerini öne çeken paradigmaya terkettiğinde belirginleşti. Sonrasında 15 Temmuz’un da etkisiyle AK Parti klasik söylemini bıraktı. Bu sefer çatışma, CHP-HDP bloğuyla milli yerli kavramları ekseninde gelişti hatta CHP kendini daha yerli daha milli ilan etti. Yerli ve millilik bu bakımdan Türk siyasetinin ortalamasını, geleneksel “merkez”i anlatıyor. Yerlilik bu toprakları öne çekmeyi esas alırken millilik asli karakterinde İslami olanın belirleyiciliğini vurgular.
Bin yıl önce Malazgirt ile vuku bulan, bizi bu günlere getiren “ideal-potansiyel milli ve yerlilik” Türkiye’nin nomosu, Büyük Müesses Nizam’ı İslam-Türk-Ehli Sünnet-gaza iken “reel yerli milli retorik” modernleşmenin, Cumhuriyetin laiklik ilkesinin etkisiyle gazayı entegrasyona, İslam’ı “vicdanlar”a, Türk kavramını seküler ulusçuluğa evriltip törpüleyip Kemalist statükonun kabulleneceği sentezle ezan-bayrak-vatan-marş söylemine büründürmenin adıdır.
Gezi – hendek çatışmaları – 15 Temmuz ile üç farklı kesimin “kalkışması” reel milli yerli süreci doğururken bu hadiseler tam manasıyla “olaydan ontolojiye” geçişi sağlayan dönüm noktalarıdır.
Bu süreçte İslamcıların devlet ve millete bakış açılarında belirgin bir değişim gerçekleşti, her ne kadar AK Parti’nin içinde kendilerini tanımlamasalar bile “kaderlerinin AK Parti’ye bitişik” yazıldığını farkettiler. Dolayısıyla yeri geldiğinde pek çok kere “milliyetçilik”le izah edilen hususlar artık milli yerli bünyesinde “normalleşmiş”, meşrulaşmış sayıldı. Buna isterseniz bayrak, ezan, toprak gibi kavramlarla buluşma, Osmanlı İslamcılığına yani “öz”e, başa dönme de diyebilirsiniz.
Korumacılık ve beka o kadar ileri gitti ki bırakın AK Parti iktidarını, İstanbul’un elden gitmesi bile İslami kesimin kendi bekasını düşünmesine yol açtı.
Öyle ki “İstanbul İttifakı”nın yakaladığı ivme sosyalistlerin bile başını döndürdü, sol popülizmi örmenin yollarını ararken bir yanıyla milli yerli ortalamaya oturmanın mazeretini de kuruyorlar esasında. Burada mesele tamamen Türk siyasetinin ruhu olan “merkezi tutma”yı öngörmekte… sol popülizmin yönetimi ele geçirmeyi öncelikli sayması ve demokratik işleyişi rayına oturtma tavrı agonist siyasetin ötesinde Büyük Müesses Nizam’a karşı Küçük Müesses Nizamı yani Kemalist statüko ideolojisini, Türk milletinin asgari değer anlayışını, ezan-bayrak-toprak üçlemesini sempatik uyarlama girişiminden kaynaklanıyor.
İdeal milli yerliliğe karşı reeli tercih etmeyi kabullenen İstanbul ittifakı bir manada sadece iktidara gelmeyi oradan yeni bir hiyerarşi teşkil ettirmeyi planlıyor. Tabi her ne kadar demokrasi içi siyasi mücadele görüntüsü verilse, kutuplaşmama söylemi revaçta olsa da aslında siyasal alanda dindar-laik ayrışması daha da katılaştı. Milli yerliliği kabul etmiş görüntüsünün altında Türkiye’deki siyasal alanın değişimci, dönüşümcü, reformist, yenilenmeci tutumunu terk ederek sadece merkezi tutmaya dönük bağnazlığa oturma azmi bulunuyor.
Sanılmasın ki İstanbul İttifakı Türkiye’ye yepyeni ufuklar, yepyeni iktisadi modeller, toplum tipleri, gelişmiş bir refah programı sunuyor… sadece merkezden “siyasi İslamcıları” tard edecekleri vaadiyle yürüyor.
İdeal yerli milli söylem için bilhassa 15 Temmuz’dan sonra çok büyük imkanlar oluştu… Fakat siyasi erk kadar İslamcılar da “korumacı” politikaya dönerek, beka söylemini çift taraflı kullanarak bu imkanı geliştiremedi. İdeal milli yerli paradigmaya karşı reel milli yerli retorik, yeni yönetim sistemine rağmen, mekanizmayı değiştirmek yerine yeniden kurmayı tercih etti. Siyasal alanın böyle bir özelliği var, eski ve kötüyü tazelemek en çok failleri dışlar.
Reel Milli Yerli Retoriğin Özellikleri
Milli yerli söylem bir yanıyla kendini merkez kabul etmenin adıdır… Son yıllardaki kutuplaşma tartışmasının menşei bu ortalamaya dayanır. Bir kere milli yerli ile gruplar, kişiler kendilerini devlet ile, kamu gücü ile özdeşleştirir. Devletin sahibi gibi davranmak beraberinde pervasız bir özgüveni kalgıtır…
Merkezde bulunmak evrenin merkezi gibi hayata anlam verdiği zannını da doğurur, “Batı bütün bilimi, medeniyeti bizden aldı” çıkarımına da götürür, “Türkiye’yi kalpaklılar kurtardı” diliyle devletin esas sahibi biziz kabarması da yapar.
Fiili ya da potansiyel sahiplik güdüsü peşinden çevredeki herkesi bir araya toplar, Kemalist elitin karşısında İslamcılardan sol liberallere kadar geniş bir muhalefet ağı 1980’lerden 2000’lerin ortasına kadar sürmüştü; İstanbul İttifakı ise bunun bir başka versiyonunu oluşturuyor. Çevreyi toparlama, milli yerli söyleminin aşırı halkçı övgüsüyle birleşince “ya bendensin ya kara toprağın” diline, lümpenizmine de ulaşır. Haliyle dışlamaya dayalı bir kültür gelişir. Kutuplaştırma söyleminin arka planında ben ve öteki gibi biraz Schmityen düşmanlık argümanlarının etkisi var.
70’lerin atmosferinde “Komünistler Moskova’ya” sloganı, 80’lerde “mollalar İran’a” dışlamasına götürürken Demirel’de bunu “başörtülüler Arabistan’a” diye yenilemişti; bu tavır siyasal alanımızın hareketine bağlı olarak “kapitalistler ABD’ye, faşistler Almanya’ya” biçiminde tekrarlandı. Yok sayan, süren dilin arka planında tabi ki sahiplik-merkez güdüsünün özgüveni belki biraz da çaresizliği yatar, “beğenmeyen gitsin” tezi Türk siyasetinin model, alternatif üretememe çıkmazının sonucudur.
Müzakere, konuşma, mutabakat, sözleşme gibi kavramlar bizim siyasal alanımızda karşılık bulmaz… Kerim devlet geleneğinin genetiğimize yerleşmesi nedeniyle “devlet alır, devlet verir” fikri modern sözleşmeciliğe geçişi kısıtladı; hele Türkiye gibi etnik-mezhep-bölgeci-dini fay hatları güçlü bir toplumda millet bağını kurmaya vesile olacak “müşterekleri çoğaltma” iştiyakı bir türlü Cumhuriyet – modernleşme öncesine dönemez. Reel milli yerli retorik dönemi bunun menfaatine bir çabayı geliştiremedi, tam aksine ayrışmaları, müzakereciliği, konuşmayı, diyaloğu, müşterekler geliştirmeyi, mutabakata varma zihniyetini ve pratiğini örttü. Zaten yine bizim siyasal alanın kodlarında yer alan dikte etme, ihsan etme geleneği denetimi, yönetime katılımı, reyini ortaya koymayı, kanaatleri değiştirmeyi yok sayar… yine Süleyman Demirel’in vecizeleştirdiği, “verdimse ben verdim” gücü “çoban sülü”nün milli yerliliğinden ileri gelir.
Sahiplik güdüsü, eksiklik kökenlerinin sonucu olarak “gereğini yapma”, istihzalı “tamam canım biz hallederiz” diliyle kendini gösterir.
Son yıllarda akıllı telefon ve kamera marifetiyle şahit olduğumuz yol kesme, ikaz eden ihtiyarı dövme, yol ortasında durup saatlerce trafiği kapatıp drift atma, asker uğurlamasında İstiklal Marşı söyleme bu yerli milli merkezin ve dokunulmazlığın bir göstergesi…
Ayrıcalık ve dokunulmazlık arayan bir millet karakterimiz var. Ahlakı hep bir başkasından bekleriz, rüşvete, ayrıcalığa, VIP’e, iltimasa ilkesel bazda karşı çıkmayız, kendimize uygulanmadığı için yakınırız. Belki de milli yerli reflekslerin yükseldiği bu arada millet olarak lehimize gelişmeler de oldu, oluyor… bazı grupların, esnafın, iş çevrelerinin “ben yaptım oldu”, “bana kimse dokunamaz” tavırları yükselse de özellikle sosyal medyadaki görüntüler nedeniyle “kendine çeki düzen verme” tutumu, milletimizin uygarlaşma, asgari adab-ı muaşereti gözetme hassasiyetini güçlendirdi.
Yaftalama, kampa yerleştirme, düşmanlaştırma tutumumuzun siyasal alana taşınmasını toplum yaşantımızın yansımasının bir başka versiyonu biçiminde görmeliyiz.
Bizden olmayanı “dış güçlerin ve terör odaklarının” güdümünde görme kolaycılığına hemen kapılıyoruz; bugün ambargo tehditleri yapan ABD’nin yanında duranlar zamanında AK Parti’yi “ABD’nin kurdurduğu”nu zikrediyorlardı!
Reel milli yerlilik “kendiliğinden” kavramından hoşlanmaz hep bir üst akıl, dış güç, komplo, odak arar! Bizden olmak yeterlidir, liyakata, ehliyete, kaliteye değil sadakati, taraftar savunmacılığı yapmak kâfi gelir.
Tarihi Tecrübeler
Reel milli yerliliğin kendini ulusalcılıkta kilitlemesini görmemiz gerekir… Suriyeli, yabancı düşmanlığı çözüm üretemeyen lümpenizmin saldırı ve linçle işini halletme itkilerinin sonucu. Çünkü militarist yaklaşım insan benliğinin içinde nüvelenmiştir, güç istenci otomatikman silaha, şiddete, saldırıya odaklanır; “kendini devlet zannetme, devlet yerine koyma” tutumu beraberinde tetikçiliği koyultur. 70’lerden 2000’lere kadar bu süreci yaşadık. Devletin güvenlik güçlerini zaafla suçlayıp sokağa, alana çıkanlar, “devlete rağmen devlet için” çarpışma güdüsü reel yerli milli retorikten beslenir.
“Üç tarafı denizlerle dört tarafı düşmanla çevrili” yurdu koruma esasında merkezi elde etmeye dayanır, bu ele geçirme fantezisi korkuları, kaygıları yükselterek sağlanır. İnsanların korkularını, güvenlik arayışını diri tutmayı başardıkça yerli milli olabilirsiniz… aktif korkuları yükselttikçe “doldur boşalt”a dayalı mekanizmada yer kapma, tasfiye, rövanş alma savaşı verebilirsiniz; Kemalizmin kuruluşu ulus devlet korkularını çoğaltmaya, her daim dinç tutmaya dayalıdır. Tabi bu zamanla kavramların ve değerlerin içinin boşalmasını da getirir, halkta karşılık bulan pek çok kelime, tarihi vasıf kullanıla kullanıla içeriksizleştirilir.
Ezberleri güncellemekten öteye geçemeyen bir fikir hayatımız olduğu müddetçe siyasal alanda aynı kavramsal tekrarlar sürer gider, bu da fasit bir daire halinde aynı çıkmazda dönmemizi getirir. Reel yerli milli retorikteki çağrı söylemi, belki de modernleşme tarihimiz boyunca sürüp gitti; Plevne’den Çanakkale’ye, İstiklal Harbi’ne, Cihad-ı Ekber, Tekalif-i Milliye, seferberlik toplum hayatımızı, millet ruhumuzu şekillendirdi.
Düzenin bozulması kaygısı reel yerli milli dili meşrulaştırdı, devletsiz-dinsiz-ekmeksiz kalma korkusu Türk milletinin davranışlarını, fikirlerini, duygularını belirler yönlendirir.
Reel yerli milli retorik devreye girdiğinde zaten akıl da, erdem, ahlak arayışı da, entelektüel tamlık da görmezden gelinir.
Elbette istisnayı devlet belirler ama reel yerli milli retorik yükselince istisnalar çoğalır, çoğaltılır; çoğulculuk, toplumdaki renklilik, hep övündüğümüz o farklı kültürler yüceltmemiz boşa çıkar. Kemalist elitin yaptığı gibi dar oligarşi oluştururken herkesi sürece katma başarısı reel yerli milli retorikle sağlanır. Çifte standart uygulama, özellikle adalet mekanizmasında işleyişi hızlandıracak tutumlar Cumhuriyet idaresinin umumi yapısında var, yönetimler de bu mirası sonuna kadar kullanır.
“Demir ağlarla dört bir yanı” ördüğü için, yamalı giyen millete kumaş, aça aş getirdiği için insanların Cumhuriyet inkılaplarını kabul etmesini bekleyen elit, kurduğu dar halkaya köylüleri almazken nimeti kendine, külfeti “çarıklılar”a yüklemeyi biraz da reel yerli millilikle sağlamıştı.
Kaynakları doğru ve yerinde kullanmama, güç grupları kurup ihsan dağıtma kerim devletin genetiğinde var; büyüklük, ihtişam arayışı Cumhuriyet’in kodlarına, siyasal yapısına da oturdu. Kemalistler ekonomik daralma arttıkça özellikle 2. Dünya Savaşı’nda iktisadi sorunlar yükseldikçe cezri ve cebri tedbirleri artırmıştı; genel manada ekonomik durum ile reel yerli milli retorik arasında köklü bağlantılar vardır.
Geleceği Kurmak
Kabul etmek gerekir ki Cumhuriyet dönemi yerli milliliğiyle çok yakın bağlantıları olan günümüz reel yerli milliliği gruplarda, siyasi oluşumlarda keskin dönüşümler sağladı.
İstanbul İttifakı, CHP-Milli Görüş-MHP ve İYİP ülkücüleri ile HDP’yi bir araya getirebildi; herkes kendisinin en iyi yerli milli olduğunu, Türkiye’nin ve milletin menfaatlerini kendilerinin savunduğunu ispatlamanın çabasında. Sosyalistler reel yerli milliliğe daha da yakınlaştı fakat süreç belki de en çok İslami kesimi dönüştürdü.
İslami cenah merkezdeki yerini koruma kaygısıyla farklı alternatiflere yönelirken reel yerli milli retoriği, kapanmayı, içe bakışı daha da güçlendirdi. İslami dönüşüm, ahlaki tutum, erdemli davranış, İslami ekonomi, Büyük Müesses Nizamı yani Asrı Saadet ve Kerim Devlet pratiklerini ihya ihmal edildi; varolanı, kazanımları koruma, kariyerizm şimdilik geçerli tek hedef halini aldı.
İdeal yerli ve millilik Türkiye’yi geleceğe taşıma imkanlarına sahipken reel yerli milli retorik donmayı getirir, çünkü retorik konuşunca belki laiklik seyrelir fakat sekülarizm köklenir, deha gider, memuriyet gelir!
Reel yerli milli retorikle pek çok nüvelenme yıkılır ama yerine yenisi konmaz zira yerleşik sistemi mutlak, ideal görür, karşı çıkanları dışlar sadece! Reel yerli milli retorikten bir oluş ve tabi ki ontoloji çıkmadı; yeni bir iktisadi teklif, toplum düzeni, birey kimliği, değerler dizgesi, erdemler risalesi de bu süreçte geleceğin ilkeleri arasına yerleşmedi.
İdeal yerli milli anlayış Türkiye ve İslam merkezli öncülük fikrine öncelik verme; dünyaya ve İslam alemine alternatif bir dünya sistemi teklifi manasına gelir.
“Sanal anarşistler” ve “hayali kolektiviteler” paylaşımcı, katılımcı, denetlemeci, sürece dahil olmayı içeren, müşterekleri, mutabakatı, müzakereyi belirginleştiren, hakkı-hukuku, emeği gözeten, yüksek istihdamlı, yapısal ekonomi taraflısı, sivil ama bir yanıyla da küresel sistem ve finansla entegre taleplerde bulunuyor.
Dinamik bir devlet, aktif bir millet mekanizmasını uzun iktidar sürecinde tecrübeleri artan İslamcılar kurabilir; reel yerli milli retoriğin ahlakından, durağanlığından, dışlayıcılığından uzaklaşıp ideal yerli milliliğin Büyük Müesses Nizam’ın ilkelerine, dönerek!