Post Kemalizmin, Neoliberal Solun Tarihçisi Mete Tunçay

Yazıyı Umran’da yayınlandığı haliyle pdf formatında okumak için:

Mete Tunçay

Yerleşik paradigmayı, kendi geleneğini, başka ideolojileri eleştirmesi bir yazarı, akademisyeni entelektüel yapmaya yeter mi… tartışılır.

Mete Tunçay için akademisyen vasfı daha az kullanılır, aydınlığından hiç söz edilmez, entelektüelliği, üzerine basılarak ifade edilir. Tunçay’ın bir grup, ideoloji ya da partinin sözcülüğünü yapmadığı varsayımından hareketle aydın yakıştırmasına da karşı çıkılır. Halbuki aydın diye tanımlanmaya belki de en çok Tunçay layıktır!

Mete Tunçay’ın Kemalist Tek Parti’ye, sosyalizme eleştiri getirdiği için onun aydın olmadığını savunanlar neoliberalsöylemin taşıyıcılığını, Açık Toplumculuğunu, ABD burslarıyla okuyup onların fonlarını kullandığını, AB’ci radikal demokrasinin taşıyıcılığını yaptığını görmezden gelmeye çalışır. Egemen medeniyetin dilini, tezlerini kullanmak, Batı hegemonyasının karşısında bulunanları, onun adına eleştirmek nedense bir kampın sözcüsü, organik aydını sayılmaya yetmiyor!


Reel Sosyalizme Karşı

Mete Tunçay reel sosyalist, romantik solcu değildi, o cenahla anılmaktan imtina etti. Sosyalistlerin anladığı Marksizmi de kabullenmiyor, Marksizmin yanlış anlaşıldığını iddia ediyordu. Daha kitabi, emek eksenli belki Osmanlı’nın ilk yıllarındaki “amele birliği” mantığına dayalı dayanışmacı bir sosyalizme, Anadolu sosyalizminde de görülen hak-hukuk-adalet anlayışına, siyasi ve ekonomik yapıyla sınırlı bir Marksizme, sosyalizme yaslanıyordu.

Marksizmin dünyayı, dinler, büyük anlatılar gibi anlama çabası olmadığını, siyasi ve ekonomi sahaları dışında sadece kapitalizm karşıtlığı haricinde bir epistemoloji, ontolojiiçermediğini, insanın ve dünyanın anlamlandırmasına ilişkin yargılar içermediğini, belki de en önemlisi bir metafizik telakkisi bulunmadığını biliyor, inanıyordu. Marksistlerin, Marksizmi cihanşümul ve kapsayıcı kılmaya çalışmasına karşın o daha lokal, devrevi, dönemsel, eko-politik görüyordu. Zaten sosyalizm için yaptıkları da bu kanaatlerini besleyecek yer yer sosyalistleri eleştiren tarzdaydı.

Solun bu topraklardaki kaynaklarını bulmasına dair yaptığı çalışmalar, arkeolojik kazılar, metin aktarma ve yayımlaması en ciddi işlerindendi.

Okuduğu metinlerden mi Türkiye’de sol olmadığını, sosyalizmin yanlış anlaşıldığını çıkardı yoksa bu genel kabul üzerinden mi metinleri derledi bilinmez. Fakat bir gerçek var ki, solun menşeine ilişkin derlemeleri, alıntıları, aktarmaları da hep dünyadaki sol hareketlerden farklılığı ortaya serecek, çelişkileri gösterecek boyuttaydı. Mesela ana akım sosyalistlerin Kadroculara dönek demesine karşın asıl TKP’nin dönek olduğunu ifade etmesi, reel eğilimlerle sık sık karşı karşıya geldiğinin bir göstergesi. Bisav’dakikonuşmasında Marks’ın anti emperyalist olmadığını, anti emperyalizmin Lenin ile Marksizme girdiğini söylemesi de elbette tepkiyle karşılanmıştır.

Marksizmi “doğru anlama” çabası Komünist Manifesto çevirisinden bellidir; Türkiye’deki sosyalizmin köklerinin anlama gayreti de derlemelerinden, değini ve kaynak taramalarından…

Mehmet Ali Aybar gibi “bize özgü sosyalizm” teklifi getirmedi, getiremezdi de bir ideolog, doktriner hatta entelektüel olmadığı hatta sosyalizmin Türkiye’de alternatif halini alamayacağını tecrübe ettiği için. Zaten AK Parti yıllarındaki solun iktidara gelemeyeceği kanaati hala solcuların, muhalefetin bu toprakların gerçekleri üzerinden değil ona karşı siyaset yapma tavrından ileri geliyordu muhtemelen.


Post Kemalizminin Mahiyeti

Kemalizm eleştirisi en azından bütünüyle halk-elitler çatışmasına dayanıyordu. Kendisi laik olmasına rağmen toplumun ve devletin İslami kökleri nedeniyle Kemalizminradikal laiklik yapmasını eleştiriyordu. Belki tepkilerden çekindiği belki kendisi de aynı fikirde olduğu için, Kemalizmin uygulamalarının sağı, İslamcıları büyüttüğü temellendirmesine sığınıyordu.

AK Parti iktidarını, İslamcıların kamusal alandaki gücünü de yine Kemalistlere bağlayarak İslamcılığı bütünüyle “laik tepkiciliğe” yoruyordu. Bir bakıma Kemalizmi rehabiliteedecek, onaracak doneleri de sunuyordu. Kemalizmin Batı medeniyeti taşıyıcılığını doğru yapamaması İkinci Cumhuriyetçilerin, sol liberallerin de temel kaygılarındandır. Onların ana amacı Batı medeniyetini, dünya sistemini, modernizmi Türkiye’ye tam ve doğru bir şekilde getirmek, “bu milleti medenileştirmektir.” Röportajlarında dile getirdiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Cuma namazı gitmesi”nebüyük bir şaşkınlık içinde karşıdır.

Mete Tunçay tam bir neoliberal sol tarihçi, post Kemalist hatta İkinci Cumhuriyetçidir. Cumhuriyetin yanlışlarını dile getirip alternatif olarak neoliberal tezleri savunur. Özellikle 1990’ların başından itibaren artan Ermeni, Kürt konferansları,hoşgörü temelli siyasal yönelimler, Fetullahçı kurumların toplantılarında, sol liberal yayınlarda Mete Tunçay aranan isimdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulmasıkitabı post Kemalizmin, neoliberal solun, İkinci Cumhuriyetçilerin “Das Kapital”idir.

Yerleşik Kemalist akademi tarafından görmezden gelinen kitabın yaslandığı tezler aslında büyük oranda İslamcıların yakın tarih, Kemalizm tespit ve kritiklerine dayanır.

Kadir Mısıroğlu’nun Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitlerkitabının referans alınması ulusalcı-Kemalistleri adeta çıldırtmıştır. İlhan Arsel Biz Profesörler’de onu liyakatsizlikle, çapsızlıkla itham eder. Bir toplantıda Binnaz Toprak’ın yorumlarına karşı çıkan Niyazi Berkes’e mukabil hepsine katıldığını söyleyince Berkes onu Tarık Zafer Tunaya’yaşikayet eder.

Tek Parti’nin Kurulması kitabının en bariz ve mühim tezleri Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetlerinin yani İstiklal Harbi’ni veren yerel-ulusal elitlerin, halkın “İslamcı” olduğunu dile getirmesi ve Kemalizmin Takrir-i SükûnKanunu ile inşa edilmesidir.

Cemiyetlerin ve İstiklal Harbi köklerinin İslamcı kökleri ile Takrir-i Sükun Rejiminin Kemalizmin halkçı, demokrat, cumhuriyetçi vasıflarının bulunmayıp gayrı meşru fiili hale dayandığını ortaya koyduğu için Eric Jan Zürcher’inyaklaşımları kadar belirleyici, yapısökümcü, yıkıcı olmuştur. Bazı görüşler ilk kez savunulduğu bazı görüşler ise sahibinin kimliği nedeniyle kıymetli ve mühimdir. Kemalizmle ilgili yargıları İslamcılar zaten yakinen bilir, anlatır mesele bir Marksistin, sol ve liberal aydının bunları dile getirmesindedir. Haliyle Mete Tunçay’a Kemalist ve ulusalcılar dışındaki neoliberal sol ile İslamcılar da ehemmiyet vermiştir.


Usû, Üslubu

Mete Tunçay kuramcı, eylemci, yol açıcı değil çalışkan bir düşünce arkeoloğu, tarihçi ve akademisyendir.

Mehmet Doğan’ın Batılılaşma İhaneti kitabı üzerine de yazmıştır, Mahmut Goloğlu, Niyazi Berkes gibi pek çok ismin kitapları üzerine de… Yakın tarih incelemeleri yanında bunun usulü üzerine de Eleştirel Tarih Yazıları kitabında metinleri bulunur.

Dogmatizme, ezberlere, klişelere karşı bir muhalif damarı bulunduğu kesin. Talebelerinin sevgisi muhtemelen klişegördüğünde onu inceleme huyundan gelir. Röportajlarında söyledikleri, bilhassa Taraf’ta Neşe Düzel’e anlattıkları çok daha etkili olmuştur.

Mehmet Barlas’ın evinde Kemal Tahir ile girdiği hararetli tartışmanın ardından Tahir’in vefatı, sigara içtiği için Karl Popper’ın derse girmediği, tartışmalarına rağmen Niyazi Berkes’in samimi davranışı düşüncenin magazinel ama mühim mevzularındandır.

Anlaşılan kendisini de otokritiğe tabi tutan bir isim Mete Tunçay, “büyük eserlerden çok kalın kitaplar” yaptığının farkında.

Değinilerinin çoğunluğu “malzeme” tanıtımıdır aslında. Bu vasfı talebeleri Mehmet Öznur Alkan ve Cemil Koçak gibi isimlere de sirayet etmiş, uzun alıntılar, antolojik kitaplar, malzeme yoğun metinlere dair üslup onlarca da benimsenmiştir. Tarık Zafer Tunaya, Kadir Mısıroğlu, Sadık Albayrak, İsmail Kara gibi isimler de benzer tarza sahiptir. Tunçay’ın Tunaya’yı takip ettiği kesin de Mısıroğlu’ndan etkilenip etkilenmediğini bilemeyiz. Tunçay’ı tarihçiliğe iten saiklerin başında kendi ifadesiyle “tarihin sağın tekelinde” kalması imiş, yaptığı işlerle solcuların da tarihçi olabileceğini ispatlamıştır.


Fonculuk, Açık Toplumculuk, İkinci Cumhuriyetçilik, Fetullahçılık

Mete Tunçay Rocfeller ve Fullbright burslarıyla okumuş, Karl Popper’in Açık Toplum ve Düşmanları’nı ABD fonuyla çevirmiş, Türk Siyasi İlimler Derneği’nde yine ABD elçiliğinin onayladığı kitapları fonla Türkiye’ye taşımıştır.

Tunçay’ın eserleri yanında memlekete en büyük katkılarından biri de 2000’e Doğru dergisinin 11 Haziran 1989 tarihli sayısında Asaf Güven Aksel’e ABD fonlamasının nasıl yapıldığını açık açık anlatması olmuştur.

Açık Toplumculuk, İkinci Cumhuriyetçilik, neoliberal solaydınlığı uyarınca 90’lardan 15 Temmuz’a kadar Fetullahçılarla bir arada bulunmuş, Abant Platformu ve toplantılarının eş başkanlığını, konuşmacı ve yöneticiliğini yapmıştır. Şahin Alpay ve Fetullahçılarla birlikte olan öteki sol liberaller gibi Tunçay da Fetö’nün yürüttüğü “yetmez ama evet”, “Ergenekon davalarına karşı 300 imza” ve benzeri girişimlerin içinde olmuş, 15 Temmuz öncesi Fetullahçılarınterör örgütü olamayacağını söylemiş, 15 Temmuz darbe girişimine “şaşırmış”, o kadar yazıya, anlatıya karşın onların emniyet ve orduya sızmalarını “görmemiş”, Meclis’i bombalayacaklarını, bir cemaatin o derece büyük maddi imkanlar ve güce nasıl eriştiğini akledememiştir! Elbette bunları düşünememesi imkansız… ama neoliberal dönemdeki bu fon akıntısında ülkeyi AB’ye bağlama furyası “kaybedecekleri”ni akıllarına getirtmemiştir.

Mete Tunçay’ın fikri arka planını koyu bir Stalin-Maoculuk, romantik Che sosyalizmi, katı doktrinerlik, reel komünizmin ülkelerdeki vahim hali buna mukabil anti Amerikancılık ile Tek Parti çelişkilerinin büyüttüğü İslami yönelim ve tabi ki askeri darbe ve vesayetler belirlemiştir.

Bu siyasi yönelimlere karşı sosyalistler 1970’lerde beliren neoliberal söylemi, 12 Eylül ile sosyalizmin Türkiye’deki sınıf çatışması ve proleterya devrimi praksisinin çöküşüne de bağlı olarak 1980’lerde daha kullanışlı, geçerli bulmuşlardır.Neoliberal sol artık klasik tezlerinin dışına çıkarak ülkelerin Nomoslarına yönelmiş, milletlerin temel kodlarını liberalizmin imkanlarıyla “çözmeyi” solculuk diye belirlemiştir.

Fetullahçılığın sol kanadı aslında Amerikancılığın, Avrupa radikal demokrasi tutumunun da sol kanadıdır. Bu kuşak Batı fonlarıyla post Kemalizm kılıfında Türkiye’nin Nomosu olan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza ve İslam düzen omurgasına karşı çok kültürlülük, çoğulculuk, hoşgörü, diyalog kavramları etrafında büyük bir yıkım hareketi de gerçekleştirmişlerdir.

Türkiye’nin bugün her kesimin ağzına pelesenk olan ve ülkenin durumunu açıklayan tek kavram olan “çürüme ve çölleşme”de AB-ABD fonlarıyla ılımlılık görüntüsü sergileyen bu neoliberal solcuların, neoliberal İslamcı ve milliyetçilerin de etkisi büyük.

Mete Tunçay ve foncu siyasa gücünü kaybetti de… çürümeden nasıl dönülür, nasıl yeniden taze bir varoluşa geçilir, hangi tezler ve entelektüellerle bu Nomos yenilenir…asıl soru ve mesele bu.