Olaylara 90’lar Söyleminden Değil İslam-Laiklik Karşıtlığından Bakmak

Türkiye siyasal yılgını. 

Siyasal nihilizm Türkiye’nin üzerinde mutabakat sağlanan tek ideolojisi. Herkes kendi kampı ve değerleri sözkonusu olunca ortalığı ayağa kaldırıyor ama bunu uzun süreli bir varoluş problemine çevirmiyor, davaya dönüştürmüyor. 

Kimse varolan hiçbir siyaseti, söylemi beklentiye girecek kadar değerli, kurtarıcı, çıkış kapısı görmüyor. Aksine üretilen her siyasetin, söylevin bir hakikati örttüğüne, asli yolu kapattığına inanıyor. Kitle olarak halk bu kadar derin düşünebilir mi… evet farklı kelime tercihleriyle de olsa herkes yeni bir kanalın açılmadığının farkında. Siyaset ise eski tartışmalar ve kemikleşmiş hassasiyetlerle kendi kütlelerini elde tutma derdinde.

Siyaset pragmatist şekilde kendi kitlesini domine etmeyi yeterli sayarken kalıcı ve inşacı gerekçelendirmeler yapamıyor. Yeni söylemler, yeni kavramlar getirmek, ufuklar çizmek yerine artık geçerliliği kalmayan hatta tedavülden kalkan yaklaşımları tekrarlıyorlar. LaikoFaşistler 1990’ların iddialarını dizerken İslamcı, milli-yerliler yine 90’ların savunmacı tezlerini sıralıyorlar.


Rövanşçı LaikoFaşizm

Ekrem İmamoğlu hadisesinde değil yalnızca; uzun zamandır iktidarın yapıp ettiklerini demokrasi başlığı altında ama daha çok 90’ların siyasal eğilimleriyle izah etme çabası hakim. Öyle ki iktidar da muhalefetin yaptıklarını gayrı demokratik bulduğu gibi muhalefetin vesayet araçlarıyla iktidarı devralmaya çalıştığını iddia ediyor. İki taraf da amaçlarının demokrasiyi tesis etmek olduğunu ileri sürerken birbirlerini faşizmle suçluyorlar. 

Muhalefete katılan unsurların farklı etnik-mezhep-din ve kültür bileşenlerinden oluşması 90’lar söyleminin, radikal demokrasi talebinin daha uzun yıllar etkili olacağını da gösteriyor. İslamcılar, milli-yerli doktrin çevresindekiler “Türkiye siyaseti”ni ötekine kabul ettiremediği sürece çok kültürlülük, çoğulculuk, çok hukukluluk etrafındaki Türkiye’nin kodlarını bozucu, bileşenlerini ayrıştırıcı söylem zayıflamadan etkisini sürdürür. Bu yıkıcı söylem Türkiye’nin millet bağını çözeceği gibi İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasını da eninde sonunda kıracaktır. 

Gezi ile başlayan muhalif dalganın bünyesine muhafazakarları katışını da göz önüne alarak Hendek, 15 Temmuz, 6’lı Masa ve İmamoğlu hadisesiyle Tanzimat’ta başlayıp Kemalizmle zirveye çıkan fakat AK Parti iktidarıyla eşitlenmeye çalışılan İslam-laiklik kavgasının laiklik lehine çözülebilecek bir çıkışa yöneldiğini hesaplamak gerekir. 

Laik kesimin bazı üniversite öğrencilerini yanlarına çektiğini zannetmesi LaikoFaşizme cesaret kazandırsa da asıl özgüvenleri bir takım 90’lar artığı muhafazakar-İslamcı-milliyetçinin meseleleri “saf adalet”le yorumlama saflık görünümlü şuurlu kötücülüğünden gelir. Kötüyü bilip yine de “iyi-adalet-hukuk” adına onu tutma LaikoFaşizm için normal ama muhafazakar-dindar-milliyetçilerin bu tutumu Türkiye’nin Nomosu’na karşı cepheyi genişletmeye özgü.


Kazanmadan Çözülmez!

Şunu kabul etmek gerekir: LaikoFaşizm agonistik siyasetin bir konusu değil. 

Türkiye’de laiklikle İslam dikotomik, ontolojik bir karşıtlık içerir, haliyle mesele aslında antagonistik siyasetin sahasında. İslamcı ve laik siyasetin Kemalist düzlemde agonist tutum sergilediği düşünülse de aslında olan biten bütünüyle hasımlığa ve birbirini imhaya dayanır. 

LaikoFaşizm gelinen evrede Müslüman benliği yalnız kamusal alandan değil Türkiye’den çıkarmak, yok etmek taraftarı…  Esed devrildiğinde LaikoFaşistlerin İsrail’i yardıma çağırması zevzekliklerinden değil ciddi ciddi Müslüman kimliğini kazımak istediklerindendi. İslamcılar, milli-yerli doktrin sahipleri iyi-kötü bir asgari müşterek söylemi ve siyaseti üretiyor. LaikoFaşizm ise tartışmasız biçimde 90’lar siyaseti uygulayarak “küçük olsun benim olsun” anlayışıyla devlet-millet bağını çözmek, ülke bütünlüğüne lakayt bakmak taraftarı. 

İslamcı, milli-yerlilerin iktidarında hatta onlarla bir arada yaşamaktansa Türkiye’yi küçültmeyi tercih eden egoizmle karşı karşıyayız. Bunu yaparken ahlak, erdem, adalet, özgürlükler, temsil gibi siyasi mefhumların yanında “herkesin, her kesimin istediği gibi davranabilmesi” türü masumiyeti yüksek ama ülkeyi ayrıştıracak, posasını çıkaracak siyasal cepheleşmeyi de meşrulaştırma niyetindeler. Esed gittikten sonra Türkiye’deki Esedcilerin çıkışları özgürlükçü-çoğulcu 90’lar söyleminin Türkiye için dinamit olduğunu gösteriyor.

Batı medeniyeti, Avrupa ve ABD bir arada yaşama kılıfındaki radikal demokrasiyi terkedeli çok oldu. LaikoFaşistlerin siyasal tekliflerinin gelip düğümlendiği yerin 90’lar radikal demokrasisi olması boşuna değil, sadece çokkültürlülük ve çokhukukluluk değil aynı zamanda eşcinsellikten aile düşmanlığına türlü saplantıların siyasallaşması bu söylemle sağlanıyor hala.


Kökler Değil Tek Kök

90’lar siyasetine dönmek zorunda değiliz…

90’lar söylemini kriter kabul etmek mecburiyetinde hiç değiliz.

90’lar kalıntısı İslamcı, milliyetçi aydınların “ötekine saygı duyalım, adaletten şaşmayalım” çıkışları naif saflıktan kaynaklanmıyor aksine etnik-mezhep-dini-kültürel  farklılıkları siyasal ve teritoryal bölünmeye götürecek hınzırlıklar da içeriyor.

Çoğulculuğa gerçek İslamcı bakış açısı Deleuze’cü rizomatik düşünmeden farklıdır… 90’lar söylemini savunanlar, LaikoFaşistler farklı köklerden gelen dalları, çoğulculukları kutsar, devlet mekanizması ve ülkeyi üleştirmeyi hedeflerken İslamcılar, Müslümanlar tek bir kökten gelen, Türkiye kökü üzerinde çiçeklenen dalları, millet hayatını güçlendirmeyi amaçlar.

Vicdanlı, basiretli, erdemli tutum geliştirmeye çalışan herkes, İslamcılar, biz Müslümanlar hadiselere artık 90’ların söylemini esas almaktan vazgeçmeliyiz.

Demokrasi, çoğulculuk, çokkültürlülük, öteki gibi kavramları önümüze koyanların tuzağına düşmemek, yol almak, Türkiye’yi dönüştürmek için hadiselerin, olguların iyi-kötülüğünü, adaleti İslam’a, İslam-küfür ayrımına göre değerlendirmek zorundayız.