Post Kemalizmin içinde sol liberaller ve İslamcılarla birlikteyken Üç Olay, Gezi-Hendek-15 Temmuz süreçlerinin sonrasında post post Kemalizme sol liberallerle beraber geçen neo milliyetçi bir kesim ortaya çıktı. Post Kemalizm’in neoliberal siyasallıkla kendini bulduğu 1980’lerin ortasından itibaren neoliberal milliyetçiliği merkez sağ ile besleyen Türkiye Günlüğü çevresinden daha dar, entelektüel düzlemden daha uzak, sekülerliği, Kemalizmi, ulusalcılığı daha maskülen seslendiren… son televizyon yayınına papyonla katılan Mustafa Çalık’ı prototipleştiren bu “kararsız Türkçülük” ne MHP’nin temsil ettiği ülkücülük ne kültür milliyetçiliğine yatkın tavırlar sergiliyor.
Özünde Kemalist ulusçuluk, İyi Parti ve Ümit Özdağ ulusalcılığına, karizması iktidarın konjonktürüne göre Mustafa Kemal veya Enver Paşa’ya, söylemi 1980 sonrası gelişen ve günümüzde yeni kültürelliklerle zenginleşen neoliberal sola dayanan bu tutum yönünü bulamamış bir milliyetçilik-Türkçülük damarı kabartıyor. Türkçülük mü, milliyetçi-ulusçuluk mu, ulusalcılık mı olduğuna karar verememesinin temel sebebi de tüm itkilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslamcılar ve iktidara ayarlı fakat her durumda kibirli bir imtiyaz bilincine, reflekslere göre şekillenmesinden ileri gelir.
Nasıl ki kimlik siyaseti Gezi olaylarıyla zirve yaptıysa, sol Türkçülük ve muhalif sivil toplumculuk 6 Şubat depremleriyle öne çıktı. Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde de İYİ Parti’nin anti Kılıçdaroğlu tutumunu destekleyen sol Türkçülük, Farah Zeynep Abdullah’tan Muharrem İnce’ye herkesten medet ummuştur. Liyakat anlatısını 6’lı Masa ve İYİ Parti dilini tahkim için yücelten sol Türkçülük, aktüel siyaseti fikir hayatından besleyemediği gibi gelişmeleri kavramsallaştırma becerisinden de yoksun kalmıştır.
Sol Türkçülük Nedir?
Sol Türkçülük, temel felsefesini ve siyasi tutumunu sol liberallerin belirlediği, özellikle AK Parti iktidarının birinci döneminde İslamcılarla iç içe bulunan kadroların ikinci dönemde şekillendirdiği, neoliberal sol, neoliberal İslamcılar ve enteresan şekilde Kürt milliyetçileriyle Fetö’nün soft alt kesimleriyle beraber iktidara karşı Kemalizmi 1924 Statükosu ekseninde onarma, restore etme çabasıdır.
Sol Türkçülük çoğunluğu Deva ve Gelecek Partisi’nde bulunan, 1990’lı yıllarda “yabancı dil, doktora, yurtdışı” üçlemesini kutsallaştıran yeni aydın, akademisyen neoliberal İslamcı kuşağın, milliyetçi çevredeki versiyonudur.
12 Eylül sonrasında Türkiye’nin resmi ideolojisi, eko-politiği haline gelen neoliberalizme ilk eklemlenenler sosyalistler oldu. Sınıf çatışması, proleter devrimi hatta aydın ve asker öncülüğünde darbe fikrini dahi geride bırakan sosyalistler, Marksistler, sosyal demokratlar neoliberal sol ideoloji etrafında buluştu.
Türkiye’nin Sünni ve Türk karakterine, merkeziyetçi ulus devlet organizasyonuna, İslam kültürüyle şekillenen toplum yapısına küresel kültür araçlarıyla muhalefet eden fakat Kemalizmin laik, seküler, Batıcı elit ve Cumhuriyetçi tercihlerini benimseyen neoliberal sol ideoloji, Batılı evrensel değerleri naif ve kabul edilebilir formda sunarak meşruiyet alanını genişletti.
Postmodernizmin bireyi, hakikatin çoğulluğunu, müphemliği yücelten tutumuyla neoliberal siyasallığın çevreyi merkeze taşıyan siyasetini birleştirerek etnik unsurların, farklı mezhep ve din müntesiplerinin, ideolojilerinin kabul edebileceği, etrafında toplanabilecek, savunulabilecek doktrin ortaya koydu.
Darbeci askeri vesayet, Kemalist seçkincilik, buyurgan devlet mekanizması, insanları formatlayan kültür ve eğitim, tek seslilik gibi argümanlar merkezden dışlanan sosyalistler, başta Kürtler ve diğer etnik kimlikler, heterodoksi, İslamcılar, tarikat ve dini gruplar, darbenin sükut-u hayale uğrattığı ülkücüler için çok cazip geldi.
1980’lerden 2010’ların ortasına kadar çok kültürlülük, çoğulculuk, bir arada yaşama, hoşgörü, ötekileştirmeme entelijansiyanın, siyasetin dilinden düşmedi. Özellikle Cumhur ittifakına evrilen Gezi-Hendek-15 Temmuz sonrasındaki siyasi ortamda neoliberal solun bu tezleri Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı için Rojava, kolektivizm, halk meclisleri, demokrasi, özgürlük, otoriterlik karşıtlığı söylemlerine eklenerek kullanıldı. Erdoğan’ın 2011 seçimleri sonrası trenden indirdiği sol liberallere Gezi akabinde “AK Parti imkanlarını kullanmayı sürdürdüğü” halde neoliberal İslamcıların bir kısmı, sol Türkçüler, elbette Fetö, Kürt milliyetçileri ve bazı tarikat ve cemaatler de eklendi.
Açıkçası 1980 konjonktüründeki gibi Cumhur ittifakı kendince bir merkez ikmal ederken karşısında yeni bir çevreyi de şekillendirdi. Milliyetçilerin ve ulusalcıların bir kısmı, İslamcıların ve dini grupların çok azı, HDP çevresi ile elbette CHP bu yeni çevrede konumlandı. Sol Türkçülük de 31 Mart seçimlerinde ete kemiğe bürünen, 2023 seçimleri için mevzilenen bu Türkiye’nin Nomosu’nu boşa çıkartmaya matuf neoliberal sol söylemin içinde kendine yer buldu.
Postmodernizmin deforme ettiği teşevvüş zihinli kuşaklar, AK Parti iktidarı referansıyla bürokrasi, iş dünyası ve akademide kariyer yaptıkları halde daha ilerisine geçemeyince liyakat ve ehliyet eleştirisiyle aidiyetsizliği, amorfluğu yücelten bir ideolojinin içine yerleştiler. Buna İslam-Sol Çalıştayı düzenleyenler kadar sol liberal saçakta Türkçülük yapanlar da eklendi. Asgari müşterekleri Erdoğan, İslamcı karşıtlığıyla post post Kemalizm de denen Kemalist onarım… Devlet merkezli ideolojilerden gelen sosyalist ve milliyetçilerin sol Hegelciler kadar bile sol ve milliyetçilik içermemesi bu özdeşliğin özellikleri arasında.
Sol Türkçülüğün Özellikleri
Sol Türkçülerin Türkçü hareketle irtibatı da zayıf. Zaten 20. asrın başında Rusya Türklerinden gelen düşünce farklı yönelimlere geçmişti. Sol Türkçüler Enver Paşa-Mustafa Kemal arasında zaman zaman tercihte bulunabilme iradesi gösterseler de ittihatçılık-lardan seçme yapmaya gitmezler, yorumlayıp siyasi ve fikri alana bunları intikal de ettirmezler. Süleyman Demirel’den Ecevit’e kadar siyasi şahsiyetleri “başbakanımız, cumhurbaşkanımız” diye sahiplenseler de Necmettin Erbakan, Türkeş ve elbette Erdoğan için dışlayıcı tutum takınırlar. Bu bakımdan Turancı, İttihad-ı İslamcı gibi enternasyonalizmlere uzak hatta fobik derecede karşıt “yurtta sulh”çü ulusalcılığa teşnedirler.
Sol Türkçülerin bütünüyle sol liberallerin Gezi ile geliştirdikleri otoriterlik, tek adamlık eleştirilerinin ötesine geçememesi, iktisadi, siyasi, toplumsal model, program teklifinde bulunmaması hususiyetlerinin en belirgini. Çıtkırıldım Beyaz Türk kadınların yüksek hassasiyetli dedektörlerinden geçebilen feminizm, sokak hayvanları, İstanbul Sözleşmesi gibi mevzularına “koruma ordusuyla dolaşma” türü engin siyasal katkıları da var.
Sınıfsal yapısından dolayı belli başlı kanaatlerini demokratlık, cumhuriyetçilik, laiklik kavramlarıyla izah etmek mümkün.
Ara ara dile getirilen rant, enflasyon, hayat pahalılığı, kiraların yüksekliği, ev sahiplerinin acımasızlığı tenkitleri popülizmle Altı Ok’un Halkçılığı arasında gider gelir. Herhangi bir iktisadi teklif yapılmadığından kapitalizm eleştiri havuzundan alınan genel geçer kritikler rast gele ortalığa serpiştiriliverir. Dolayısıyla bu iktidarı ayakta tutan halka duyulan öfkeyle yine onlardan gelecek rey bariz bir dengeciliği de geliştirir. Halkçılık ilkesinin olmazsa olmazı tabi ki özellikle salgın, afet, ekonomik krizde sosyal politikalardan ibaret devletçiliktir. Bir yandan iktidarın milyonlarca insana sağladığı, böylece onları kendine bağlarken aynı zamanda “tembelleştirdiği” yardımlar, sosyal devlet eleştirilirken öte taraftan neoliberalizme karşı soft Keynesçi tedbirler dillendirilir.
6 Ok’un bileşenlerini siyasal anlamda masayla ideolojik boyutta sosyalizm, Kürtçülük, ulusalcılık-sol Türkçülük, Neoliberal İslamcılık, merkez sağ-sol, mezhepçilikle tamamlayan, Murat Belge’nin “İslam Cumhuriyeti” korkularıyla beslenen cari iktidar muhalifi söylem post post Kemalizmle “kesintisiz devrim” fikrine oturur. Bu bakımdan son yıllarda sol liberallerin post post Kemalist yüklenmeleri, milliyetçi ve ulusalcıların Kemalist simgeleri armalaştırması en bariz ittifak temelidir.
Neoliberal sol gibi sol Türkçülerin genel düşünceleri arasında demokratikleşme bulunuyor. Stalinisitlerin bile sistem karşısında taleplerini demokrasi şemsiyesinde dillendirmesi bu ülkenin bir kaderi. Tüm ideolojiler, kesimler devletten demokratik taleplerde bulunur evvelden beri. Günümüzdeki Nomos karşıtı ittifak içinde demokratikleşme diyerek Kürt milliyetçileri çokhukukluluk ve adem-i merkeziyetçilik, liberaller daha az devlet ve kamu, sosyalist, Kemalistler ve sol Türkçüler İslamcıların merkezden dışlanmasını programlaştırır. Bu anlamda demokratikleşme, bünyesinde laikliği ve “istemezükçü”lüğü barındırır. Dolayısıyla ittifakın Cumhuriyetçiliği de tek adamlık lafzının çerçevesinde kalır. Zaten diğerleri ile beraber sol Türkçülük de hilafete aynen banal Kemalistler gibi otantik muhaliftir.
Türk siyasal alanı kendi içinde çok parçalı ve kutuplu olduğu gibi hiçbir kesimde tutarlılık da önemsenmez.
Bir dönem Kemalist statükonun şimdilerde iktidarın “dışlayıcı” politikalar izlediğini savunanlar bu “istemezük”çülükle, İslamcıları, Erdoğan’ı, yeni sistemi, Suriyelileri, yabancıları, hilafeti, Batılı olmayan evrenselliği ve enternasyonalizmi, dini grupları, hatta “Mustafa Kemal ile sorunu olma”yı bile dışlarlar.
Solun, milliyetçiliğin, Kemalizmin devlet, iktidar ve güç kullanımı konusunda kuvvete dayalı üstünlük fikriyle mücehhezliği hatta büyük sabıkalarını rafa kaldırıp tatlı su hümanizmi, insancıllığı, insan hakları öğretisi esasında kendilerini bile kandırmaya müsaade etmiyor. Hukuk devleti, adalet, birey ve ifade özgürlüğü taleplerinin Batılı standartlardan ziyade ittifak ahlakıyla ilgili olduğu gözetilirse her kesimin kendi tezlerini başkasına dayatma ajandası bu toplumun ve siyasi geleneğin genlerinden geliyor.
Sol Türkçülerin ethno-centric milliyetçiliklerini ırkçılığa kadar evrilten Suriyeliler meselesi dondurucuya kaldırılan sorunların gün geçtikçe çoğaldığının da göstergesi. Temel odağa İslamcılar, İslamcılık ve iktidarın oturması “ortak birşeyleri olmayanları” müşterekleştirirken Türkiye için tehlikeli de kılıyor. Geleceği şekillendirmekten, tasarımdan ziyade karşıtlık üzerine oturan siyasa sosyalistlerin ve İslamcıların bir dönem daha yoğun tartıştıkları devlet-rejim-hükümet ayrımından uzak.
Kemalist statükonun devam ettiği ortamda, “Erdoğan rejimi” formülüyle iç içe güç temerküzleri inşa etmekle aslında her şeyin “değiştikçe aynı kalması” sağlanıyor. Bu da sol Türkçülerde İYİP tarzı ulusalcılık, Özdağ usulü dışlayıcılık, sol liberal eksenli Nomos karşıtlığının birleştiği bir İslamsız Türklüğün güncellenmesi şeklinde temayüz ediyor. “Herkese saygılı yersizlik” Rojava özyönetimciliğini, heterodoksinin siyaseten güçlenmesini, Neoliberal Sol ve İslamcılığı “şimdilik hoşgörürken” mülteci olmayan Arap Turiste, emekli Avrupalı’ya ama en çok Arap yatırımcılarla iktidar ve İslamcılara tahammül gösteremezler.
İki Kutuptan Hangisi?
Tanzimat Türk modernleşmesiyle iki farklı çatışma alanını ortaya çıkardı; bir tarafta ülkenin ve milletin geleceğini İslam’ın belirleyeceğini öte tarafta batıcı modernliğin kurtarıcı olacağını ifade edenler kendi kamplarını geliştirdi. Bu iki tutum Tanzimat Paşaları devrinden bugüne çatışmasını ve çakışmasını sürdürerek bugünlere katar erişti. Bu süre zarfında farklı aidiyet sahipleri iki kanaat arasında zaman zaman bulunabildi. Kimisi Kemalizmin cezri, radikal modernliğini eleştirerek daha ılımlı davranma teklifi getirirken İslam’ın iktisattan hukuka umdelerinin siyasal ve kamusal alanda yer bulmasını isteyen bir zümre, kitle hep bulundu. Buna mukabil sosyalist, muhafazakar, sağcı, milliyetçi farketmeksizin Cumhuriyet laikliğinden kesinlikle taviz verilmemesi yönünde tavır koyanlar da…
Bugün iktidar taraftarlarının hepsi Türkiye’nin İslami bir dönüşüm geçirmesi gerektiği fikrinde değilken muhalefettekilerin yekûnu laikliği mutlaklaştırır. Sol Türkçüler de aktüel siyasi taraftarlıklarını laikliği kesinleştiren Türkiye’nin Nomosu İslam’a karşı çıkanlarla bütünleştirerek iktidarın eskiliğine karşı güya yeniden yana durduklarını savunuyorlar.
“Buradan seçimi verirseniz…” diyenlerin ittifakı terör, toplumsal gösteriler, darbe girişimleri, ekonomik krizler, liyakatsizlik, iktidar içi tasfiyeler, salgın, enflasyon ve en son büyük deprem afetinden büyük fayda bekliyor. Neoliberal İslamcılar gibi sol Türkçüler de sol liberallerin belirlediği alanda etkinlik gösterirken her devirde olagelen “tepkinin savurduğu yitik aydın nesil” namı alacaklar.
Türkçülüğü dijital tekno-kültür çağına uyarlayamadan sıradan Kemalizm ve ittihatçılığı Akşener ve Özdağ diliyle buluşturmak, ekonomiden hukuka bir doktrin üretmeden sol liberallerin kanatlarında ilerlemek sonuç vermez. Sol Türkçüler de 2023 seçimleriyle beraber solun ideolojik radarına takılıp misyonlarını yerine getirdikten sonra tarihselleştirilen özneler arasındaki yerlerini alacaklar elbette. Ulusalcılıkla, Kemalist ulusçulukla ittifakını sürdürdüğü sürece etkinliğini genişletme potansiyeline sahip…
Tabi burada solun ne olduğunu sormak gerekir… Sol kavramını sosyalist-Marksist ideoloji, örgütler, fraksiyonlar şeklinde değerlendirmek hatalı yorumlara götürür… bizde, Türk düşüncesinde sol, 1071 sonrasında kurulan düzene, Nomosa, Türkiye’nin Ruhu İslam’a karşı duran, kimi zaman devlet mekanizması tarafından etkin biçimde kullanılan tüm heterodoksiyi, gnostikleri, modernleri karşılar!