Yükselen Kıyametçiliğin Gölgesinde Post Neoliberal Dönem


Kıyamet beklentisinin, kıyametçiliğin, “son” fikrinin revaçta olduğu günlerde yaşıyoruz.

Kıyametçilik sosyal, politik, bireysel çıkmazların yaşandığı dönemlerde devreye girer… en başta iktisadi krizlerde. Aslolan ekmek olduğundan dünya varoluşunda bolluk zamanlarını “yeryüzü cenneti”, daralmaları kıyamet görme insan varlığı kadar eski. Entelektüel çıkmazları ve fukaralığı “çölleşme”yle izah etmek, metafizik ağrıları “insanın anlam arayışı”yla karşılamak, ruhi sancıları ve kapitalist çalışma düzeneğinin boğuculuğunu “depresyon”a yormak sıradanken “iktisadi yok”luklar, sıkışmışlıklar hatta çaresizlikler kıyamet anlatılarına götürür. İşte son günlerdeki siyanür intiharları çıkmazın iktisadi boyutuna atıf yapar; köşeye sıkışan birey “kendi kıyameti”ni hatta bakmak zorunda kaldığı bireylerin sonlarını kendi yazar, kendisi sahneleyiverir!

 

Kimine Kıyamet Kimine Cennet!

Ortaçağ Avrupası’nda tam bir kıyametçilik felsefesi egemendi. Osmanlı’nın ticaret yollarını kapaması, soğuk iklimler nedeniyle sınırlı tarım ürünleri üretimi, açlık, veba, Türk korkusu mehdicilikle kıyametçiliği tetiklemişti.

Süreç Osmanlı’da, İslam ülkelerinde tam aksi görüşleri ve inançları besledi. Kıtlıktan kavrulan Avrupa, Ortaçağ’da kıyamet beklerken İslam ülkeleri “medeniyet inşa ediyor”, “uçan halı fantezileri” kuruyordu.

Devran döndü ve Avrupa bir şekilde okyanuslara açılıp, merkantilist, kolonyalist faaliyetlerle kıta Avrupasına altın, gümüş yığıldıkça modernite kıyametçiliği unutturdu, “yeryüzü cenneti” dünya görüşünün ötesinde, umut, ideoloji halini aldı.

Batı yeryüzü cennetini kapitalizmle kurarken Osmanlı toplumunda kıyametçilik, mesiyanik görüşler hakim olmaya başladı. Halk fetihlerin ve ganimetin azalmasıyla iktisadi daralma yüzünden sıkıntıya girince “son”un geldiğini düşünmeye, türbelere gitmeye, “ulu”lardan şefaat ve rızk talep etmeye başladı. Vehhabiliğin arka planında bu türbe kültüne karşı çıkmanın payı büyük.

Günümüzdeki kıyametçiliğin arka planında iktisadi daralma, neoliberalizmin tıkanması yok yalnızca… Neoliberal küresel kültürün ve siyasallığın hayatın her anına müdahil olması, seviyesi yükseltilmiş konforu kaybetme korkusu, çalışma sisteminin özel hayata kadar girmesi ve müdahilliği, krizler, krediler nedeniyle çökme endişesi çok güçlü… ayrıca özellikle iklimlerdeki değişiklik, mevsimlerin bazılarının uzaması, bazılarının kısalması, karakteristik özelliklerini göstermemesi, çevre felaketleri, ormanların gerilemesi, buzulların yok olması kaygının dip dalga halinde yayılmasını sağlıyor.

Bunların yanında belki de en çok “alışkanlıkları” yitirme fikri insanları buhrana sürüklüyor.

ABD ve bazı merkez kapitalist ülkelerde, tabi ki Çin’de çok çalışıp özel hayatı unutma ister istemez ontolojik sorgulamalara götürüyor. Krizlerle bu şartları ağır işleri bile yitirme ihtimaline, elde edilen belirgin konforun, tüketim zincirinin bir anda çökmesi de ekleniyor… 2008 krizinden sonra yüzbinlerce orta sınıf ABD’linin evini kaybedip “çadırkent”lere yerleştirilmesi bu sanrılardan…

Sadece rezervlerin değil siyasi ve iktisadi krizler neticesinde de enerji kaynaklarının tükenmesi, rahat gündelik hayatın sekteye uğraması da “kaygı defteri”ne kaydedilebilir. Ekim ve kasım aylarının gayet ılıman gitmesi nedeniyle sosyal medyadan “küresel ısınmaya teşekkür” eden insan gerçekliği, faturaları, enerji politikalarını, ısınmanın da içinde yer aldığı konforlu ev hayatını düşünüyor.

Post Neoliberal Dönem Ne Demek?

Fransa’da 2018’de başlayan “sarı yelekliler” neoliberal iktisadi ve siyasi politikalara bir yönüyle karşı çıkıyordu. Hong Kong, Şili, Bolivya, İran, Irak’taki sokak olaylarıyla neoliberalizm eni konu sorgulanıyor… Bir sonuç çıkar mı, tüm sistem karşıtı hareketler gibi yine sürece eklemlenirler. Fakat neoliberalizmin iyiden iyiye dünya sistemi içindeki parlak dönemlerinin 1980-2008 arasındaki ihtişamının yavaş yavaş söndüğünü belirtmek gerekir.

Post neoliberal yeni bir evreye doğru ilerliyor dünya sistemi. Bu kapitalist sistemin zarar gördüğünü değil tam tersine gücünü koruduğunu ifade ediyor; doktrin yenileme kabiliyeti hala işleyebildiğine göre dünyanın dört bir tarafındaki, her dinden, her dil, cins, etnik yapıdan kitlelerin kapitalizme cephe almadığını, alternatif geliştiremediğini de açık ediyor.

Post neoliberalizm sürecine girdik ama post neoliberalizm, neoliberal politikaların bittiğini göstermiyor, “gözden düştüğünü” anlatıyor.

Kapitalizm, liberalizm umumi manada sermaye birikimi, sınırsızlık, dünya çapında ticaret, yaygınlık, üretim kapasitesindeki yükseklik, sermaye temerküzü, tek pazar, emperyalist bakış, küresel kültür demektir.

Neoliberalizm ise bunlarla paralel, dönemin ruhuna, bir önceki aşamaya bağlı biçimde ticari liberalizm, küresel şirket egemenliği, gümrüklerin sıfırlanması, doğrudan yabancı yatırım, özelleştirme, ulus devletlerin fay hatlarının siyasal alana taşınması manasına gelir.

Neoliberalizm dünyada çok farklı uygulamalar gerçekleştirdi; merkezdeki ülkelerin yapıp ettikleriyle çevredeki neoliberalizm çok da benzeşmiyordu. Zaten aslen neoliberalizm çevrenin rahatsızlıklarının izale edilmesi için üretimin çoğalması, çeşitlenmesi ve üretim araçlarının dünyaya yayılmasıyla kapitalist çarka katılımı anlatıyordu; buna isterseniz çevrenin merkezin bolluğundan faydalanmasının önünün açılması da diyebilirsiniz.

Küresel kültür neoliberalizmin çevreyi motive etmenin, sisteme eklemlemenin en kuvvetli aracı… Sermayenin küreselleşmesi “cazip argüman”lardan biri… Çevredeki ülkeler sömürünün bir başka versiyonunu yaşasa da “istihdam” imkanı tahammülü getiriyor. Özelleştirmeleri de neoliberal politikalara eklemek gerekir. Pek çok geri kalmış ülkede kamunun yürütemediği temel ihtiyaç maddelerini de içeren sektörlerde özelleştirmeler, dış ticaret kısıtlarının kaldırılması, gümrük tarifelerinin tek taraflı düşürülmesi, kamu destekleri ilkin malların çoğalmasını, rahat alımı, görece fiyatların düşmesini getirdi. Fakat Şili’deki gibi içme suyu benzeri en temel doğal kaynakları bile “parayla alma”, istihdamın gün geçtikçe azalması, işsizlik, gelirin ve alım gücünün düşmesini, adaletsizliği beraberinde getirdikçe rahatsızlıklar, isyanlar baş gösterir oldu.

Sanayinin bulunmadığı, hammadde işleyen küresel sermayenin faaliyet gösterdiği bir ülkede sömürü katlanmış demektir, istihdamı sübvanse edecek sektörler gelişmediği için de ülke resmen “iflas eder.”

Merkez ülkeler, kıta Avrupası, ABD, Japonya ağır sanayii, hizmet ve teknoloji üreten sektörleri nedeniyle sürekli istihdam sağlayabilir… Merkezin “devleti şirket gibi yönetme”, “üniversiteleri fabrika yapma”, piyasalaştırma, her tür değeri küresel kültür ve kültür endüstrisi vasıtasıyla piyasalaştırması neoliberal doktrinle kapitalizmi canlı kılsa da çevredeki ülkeleri çöküşe götürür.

Post Neoliberal Dönemin Kodları

Şili gibi ülkelerde emeklilik sisteminin, devlet gözetimine ihtiyaç hissettiren sektörlerin bile özelleştirilmesi halkı açık hava cezaevinde köleleştirme demek! Üstelik neoliberalizm bu ülkelerde merkezdeki gibi Margaret Theatcher, Ronald Reagen’ın başını çektiği yeni muhafazakar siyaset aracılığıyla değil diktatörlükle gelmişti. Merkez neoliberal doktrini siyasi dönüşümle kabul ederken pek çok geri ya da gelişmekte olan ülkede darbeler neoliberalizmi kendi toplumlarına “dikte etti.” Neoliberalizm iktisadi bu boyutlarının yanında siyasi dizaynıyla da hayli ülkeye girdi. Türkiye mesela 1980 sonra Özal ile neoliberalizme giriş yaparken hatırı sayılır iktisat politikasını devşirdi… bunun yanında siyasal alanda da köklü değişiklikler getirdi. Merkezin, devlet elitinin çevresinde kalan etnik, dini, mezhep, kültürel yönelimler merkeze taşındı.

Türkiye’de iktisadi ve kültürel neoliberalizm sürse bile siyasi neoliberalizm 2015 yılı itibariyle söndü.

Süreç 2008 yılında ABD’deki “mortgage krizi”nin yol açtığı ulus devletler – küresel şirketler kavgasının bir yansımasıydı. ABD Başkanı Trump ulus devlet-küresel şirket çatışmasını öteki merkez ülkelere tepkilerini yönlendirerek çok bariz ele alır. Ulus devletlerin küresel şirketleri, finans sektörünü, bankaları kurtarıp yükü halklarına yüklemesiyle başlayan değişim beraberinde milliyetçiliği, yabancı ve İslam düşmanlığını getirdi… iktisadi küreselleşme son sürat ilerlerken kültürel ve siyasal içe kapanma doğdu. Türkiye de bu süreçten etkilendi, neoliberal siyasallık yerini milli ve yerli tavra bıraktı.

Bölgesel çatışmalar, bölüşüm kavgası, Soğuk Savaşın bitmesiyle beliren Tarihin Sonu ve Medeniyetler Çatışması’nın 11 Eylül doktrininin bir yere varamaması, üzerine finans krizleri yeni savaşları, bilhassa İslam dünyasından devşirilen terörizm odaklı yeni düşmanları, antikonvansiyonel savaş ve siyaseti, rahatsız ulusları, değişmeyi bekleyen sınırları, doyumu, doyumsuzlukları, yeni tutkuları, mültecileri doğurdu.

Trump post neoliberal evrenin siyasi figürlerinden biri… Küresel düzeni sürdürmek üzre ABD’nin askeri müdahalelerini, kaynak harcamasını gerçekleştirmesine rağmen Çin, Japonya, Rusya ve Batı Avrupa ülkelerinin maliyete karışmamasına tepki göstererek “ticaret savaşları”nı başlattı; açıkçası girişiminin meyvelerini de bol bol topladı!

 

Kapitalizmin Dehşet Bilançosu

Dünyada terör, Yeni Zellanda, Norveç katliamlarında, Avrupa’daki camilere ve Müslümanlara saldırılarda, dikenli teller ve yükselen duvarlarla mülteci düşmanlığında, ABD’deki gibi okullardaki silahlı saldırılarda olduğu gibi yükseldi, şiddet normalleşti, öldürme sıradanlaştı.

Kapitalizmin yol açtığı iktisadi sorunlara pek çok yenisi eklendi: yeni pazar sıkıntıları, Çin’in İpek Yolu’nu oluşturması, azalan kârlar, krizler, aşırı üretime karşı daralan tüketim, çevrenin kirlenmesi, temiz suya erişimin zorlaşması, eriyen buzullar, küresel ısınma, obeziteden kansere dek hastalıkların çoğalması, çeşitlenmesi, bağışıklık sistemlerinin çökmesi, genlerin bozulması, çalışma hayatının insanilikten sıyrılması, dengesiz çalışma saatleri, düşük ücretler, hak arama ihtimallerinin düşmesi, tüketim çılgınlıkları, toplumsal çatışma ve huzursuzluklar, kutuplaşmalar, siber bağımlılık, yaşlanan nüfus, ulus devletlerin arasındaki bölgesel kavgalar, bölüşümde adaletsizlikler, özel mülkiyetin el değiştirmesi, mülkiyet dağılımının bozukluğu…

Bunlara neoliberalizmin açtığı yaraların kangren halini, emeklilik, sigorta, sağlık sistemlerinin çökmesini, politik alandan vatandaşın dışlanmasını… özetle devletin artık yurttaşını yük, sorun, fazlalık görmesini ekleyebiliriz.

Bu panorama elbette dünyanın her tarafında aktif nihilizmleri çoğalttığı gibi kıyametçilikleri de artırıyor. Bireylerin sürekli yeni üreten kapitalizme inançları devam ediyor ama gelecekten beklentilerinin kalmadığı yine dünyadaki iktisadi düzen sebebiyle belirginleşiyor.

Savaşların ve çatışmaların devlet sathından da çıkıp doğrudan bireylere kadar inen boyutu, aktif nihilizmi ve kıyametçiliği besliyor.

Artık drone’ların da kullanıldığı savaşların çağında, kameralar gözetlemenin ötesine geçerek her tür müdahalenin öznesi haline geldi. Bireyin alanını daraltan, basit tüketim nesnelerini savaş araçlarına döndüren eğilim sistemin, Küresel Medeniyetin hegemonik gücünü katlıyor.

İha’lar, kronikleşen ve savaş aracına dönüştürülen genetik rahatsızlıklar, sars gibi hastalıklar, kredi, bankacılık, borç, manipülasyon, hacker, psikolojik, mobese, algoritmaları hatta wi-fi arayışını içeren çatışmalar, beklentiler yeni savaşları oluşturdukça neoliberalizmin aşılması gerekliliğini de ortaya koyuyor.

Yeni Sistem, Yeni Düşman, Yeni Uluslar, Yeni Birey

Sanayi devrimiyle fabrika kapitalizmi, ilk dünya savaşıyla imparatorlukları bitirirken finans kapitalizminin önünü açtı…

İkinci Dünya Savaşı şartlarının refah devletini zorlamasıyla 1970’lerden sonra neoliberalizmi doğurdu.

Soğuk Savaş’ın, 11 Eylül konjonktürünün nihayete ermesiyle artık neoliberalizm de can çekişmeye en azından olağan akışından sapmaya başladı. Bu saatten sonra kapitalizm yeniden refah devleti uygulamalarına, devletler vatandaşlarının asgari haklarını aramalarına müsaade edecek atmosfere döner mi, bölüşümü adilane kılma aşamasına, sağlık ve emeklilik sisteminde asgari insaniliğe ulaşır mı… bilinmez; fakat bir gerçek var ki, şartlar zorladıkça kitleler daha çok tepki vermeye başlayacak.

Klasik kapitalizm insanların önüne iyi kötü, yavan da olsa ekmek koyabiliyordu; neoliberalizm ve post neoliberal vetire insanlığı başa sarıp gelişmekte olan ülkelerdeki verilen konforu geri almaya, geri ülkelerde ise temel ihtiyaç malzemelerini bile iyice kısmaya doğru yürüyor.

Her iktisadi değişim, her yeni doktrin, dünya sisteminin kendini yenilediği evreler, kriz sonraları; yepyeni ulusları, yepyeni kültürleri, bireyleri, felsefeleri, siyaset biçimlerini, yeni siyasal alanları, devlet mekanizmalarını belirler.

Bakalım post neoliberal devrede bu yeniyi karşılayacak üst kavram ne olacak… bundan daha önemlisi, kapitalist dünya sistemi her zaman haklıdır, üstünlüğünü haklılığını vurgulayarak gösterir, peki bu sefer haksızları, düşmanları, ötekini kim oluşturacak … esas soru ve sorun bu!