Yeni Dünya Sistemine Doğru… Yeni Bir Seleksiyon, Tükenen İnsan ve Özne, Denklemden Çıkan Demokrasi 


Dünya sistemi artık demokrasiyi emsal göstererek, idealize ve bahane ederek müdahale etme uygulamasını bıraktı. Bu yeni doktrinle iki durum ortaya çıktı. 

İlki artık müdahaleler yöntemiyle dünya siyasetine yön verme, ülkeleri ekarte etme, yola getirme metodu yerine gerektiğinde devletlerin doğrudan savaşa gitme ihtimali doğdu. Küresel güçler vesayet savaşları yürütüyordu. Çoğunluğu icat edilmiş, kendilerinin kurdurduğu örgütler vasıtasıyla çatışma bölgelerinde varlık gösterme… örgütleri çatıştırarak savaşma anlayışı büyük oranda terk ediliyor. 

Vesayet savaşlarının nihayete erişinde Afganistan’da Taliban’ın, Suriye’de HTŞ’nin “terör örgütü” vasfından bir anda “devlet statüsü”ne kavuş(turul)masının rolü bulunuyor. Trump’ın Ahmet Şara ile görüşmesi, Şara’nın Fransa ziyareti artık yönetimlerde göstermelik de olsa “sicil şartı”nın aranmadığını gösteriyor. Kırım müdahalesinin Ukrayna’da doğrudan savaşa geçişi, ABD Başkanı Trump’ın işgal tehditleri, Tayvan’da Çin ve ABD’nin doğrudan çatışmaya girmesi, Pakistan-Hindistan ön savaşı, konvansiyonel devletler arası sıcak çatışmalar döneminin kapıda olduğunu gösteriyor.


Çok Kutuplu Kararsızlıklar, Demokrasi Dışı İkilemler Çağı

Ortaya çıkan ikinci durum ise daha önemli. Anlaşılan o ki demokrasi artık küresel sistem, Batı için “ihraç edilecek bir meta değer” vasfını barındırmıyor. 

Avrupa, ABD tüm emperyalizmini “demokrasi getirmek” üzerine inşa etmişti. ABD bu retoriği çok daha iyi kullandı. Afganistan’dan Irak’a İslam ülkeleri kadar Sovyet Peyki’ndeki sahalara müdahalelerine kadar demokrasiyi işgallerinin nedeni, gerekçesi saymıştı. Bunda Soğuk Savaş siyasetinin yani komünizmle demokrasinin çatışmasının rolü vardı. Soğuk Savaş sonrasında “demokrasi” bu sefer İslam ile, “İslamcı örgütler”le savaştı, pek çok ülkeye demokrasi getirilerek “diktatörlük”ler indirildi. 

Artık dünya siyasetinde demokrasi makul, makbul bir meşrulaştırıcı değil. Bunda pek çok ülkede demokrasinin şeklen bile olsa varlığı yanında artık Batının, Avrupa’nın siyasal gerilemesinin, medeniyet değerlerindeki itibar kaybının da etkisi bulunuyor. Demokrasi insanlara sunulacak yüksek bir kıymet özelliği taşımıyor. Demokrasi getirmek emperyalizmle özdeşleşti. Saddam’dan Kaddafi’ye, Sisi’ye kadar post diktatörlük idarelerinin istikrarsızlığı, otoriterliği demokrasiyi gözden düşürdü. 

Bundan sonra şekillenecek yeni siyasi yapılar ve söylemler demokrasiyi tek ve mutlak usul görmeyeceği gibi küçük-büyük devletler “kendi demokrasi”lerini yerleştirerek marjinalleştirilmekten, düşmanlaştırılmaktan da kurtulacaklar.

Dünya giderek normalleşmeye başlıyor.

Tarih felsefesinin odağına yerleşen bireylerin, toplulukların ve devletlerin kendi menfaatlerini gerekçe göstererek varlığını başkasına dayatma, bölüşüm arama, çatışma ve müzakere usulü yeniden etkinlik kazanıyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren gelişen demokrasinin biricik değer sayıldığı dünya konjonktürü de böylece normalleşerek her ülkenin kendi bütünlüğünün ayrı bir kıymet sayıldığı günlere doğru ilerliyor. 

Vekalet savaşları cazibesini yitirmesine karşın klasik devletlerarası savaşlara da kimse özenmiyor. Dünya bir kararsızlık yaşıyor. Devletlerin kolay kolay karar veremediği ikilemler günden güne artıyor. Hemen her alanda çatallaşan, seçme yapılmasını gerektiren şartlar doğuyor. Dünya 1. Paylaşım Savaşı öncesindeki konjonktürü farklı formlarda tekrar tecrübe ediyor. En başta da ittifak arayışları kendini gösteriyor.


Yeni Doktrinin Ön gösteriminde Küresel Aktörler

Dünya sistemi, kapitalist burjuva modernite sonrası egemenliğini tesis etti ama değişen şartlara ayak uydurmak için kâh siyasi yapıları ve düzenleri kâh iktisadi-kültürel yönelimleri değiştirdi. İki kutuplu dünya, SSCB’nin tarihe gömülmesiyle tek kutupluluğa evrilirken şimdilerde çok kutuplulaşma eğilimi gösteriyor. 

Gazze’deki katliama, “Gazze Savaşı” demeye devam eden bir Ortadoğu siyasetçi-aydın, ABD etkisi bitti diyen bir iç-dış yazar takımının çıkarımlarına karşın dünya sistemi bildiği doğrultuda kendini yenileyerek devam ediyor. Wallerstein’dan Mustafa Özel’e, Michael Hardt’a ABD gücünün gerilediğini, sona erdiğini iddia edenler her dönem bulunur. Fakat dünyayı, dünya sistemini, ABD’yi Soğuk Savaş özelinde anlamak, anlatmaya yeltenmek bu tür manasız çıkarımlara götürebilir. Yeni imparatorlukların, post küreselleşmenin mantığına göre ABD çok kutuplu dünya sisteminde de bu vasfını sürdürecektir. 

Çok kutuplu dünya sisteminin, Batı dışı aktörlerin, Bricks, Şangay gibi yapıların kapitalizme ve cari küresel devir daime meydan okuyup alternatif getirmediğini, aksine orada kendi yerini genişletmeye çalıştığını düşünmek gerekir. Haliyle dünyanın yeni paylaşım savaşımında öne çıkan pek çok done arasında kapitalist merkezi deviremeseler bile malına, kazancına ortak çıkan yeni güçleri hesaba katmalı. Rusya’nın üretim ve dağıtımdan çok güvenlik ve siyasi nüfuz bakımından etkisini artırmaya çalışmasına karşın Hindistan dünya sisteminin merkezine gidecek yeni yolun başlangıcı olmayı garantilemesiyle Avrasya-Atlantik arasında ayrıcalıklı bir konumla her iki taraf için çalışabileceğini de gösterdi. 

Çin’in “Batıyı Batının silahıyla geçme” politikası şimdilerde robotik ve yapay zeka sahasında da tuttu. Çin hala ABD’nin gerisinde kalsa da bilhassa iktisadi bazı sahalarda dünyanın bir numarası olmayı başardı. Batıda icat edilen, ortaya çıkan alet edevat, teknoloji, teknik, yol-yöntem ne varsa bunu kopyalayıp geliştirip kat kat ucuza maletmeyi sağlayabilmesiyle Çin ABD’nin dikkatini çekmekte fazlasıyla haklı. Fakat kabul etmek gerekir ki Çin’den Batı ülkeleri rahatsız ama küresel burjuva için Çin hala karlı sektörlerin üretim üssü, iş yapma potansiyeline sahip. Dolayısıyla ülkelere karşın Çin’in dünya sistemindeki iktisadi yeri katlanarak artacak görüntüsünde. Bunda Çin’i son yıllarda öne çıkartan dijital-tekno medeniyetin ve endüstrisinin, dijital burjuvanın yükselişinin de payı var. 

Trump kabinesindeki bakanlardan biri dünyanın en zengini, dijital burjuvanın en güçlü isimlerinden biri Elon Musk. Haliyle ABD’de daha çok tesiri görülen dijital burjuva-konvansiyonel burjuva ikilemi dünyadaki çatışmaların gerekçelerinden biri olacak. Küresel sermayenin hem sektörel hem ülkeler arasındaki bölünmüşlüğü zaten gücünü artırmaya çalışan ulus devletlerin elbette işine yarar. 

Yeni siyasal alanda devletler kendilerinin üstünde gördüğü güçlerle çatışmalarını artıracaklar. Ne devletler burjuvayı kullanabilecek kadar güçlenirler ne çok uluslu şirketler geçmişteki gibi devlet aygıtlarına kendi personeli muamelesi çekebilirler. Modern Batı kapitalizmi kendine ulus devletleri icat etmişti bu töz devam etse de münasebetler hiyerarşik şekilde sürer. 

Doğuda ise devletler Çin, Hindistan, Rusya kendilerine burjuva icat etmişler, devlet kapitalizmini geliştirmişlerdi. Bu model klasik Batı tarzından daha başarılı sonuçlar verebilir. Çünkü burjuva mesela gerileyen Avrupa’yı ayağa kaldırmak için bariz desteklerde bulunmuyor. Süreçte en büyük felaket senaryosu çok kutupluluk evresinde, devlet kapitalizmi, küresel sermaye çatışmaları arasında toplumların göçebe ve kiracılıkları daha da artacak anlaşılan. Burjuva kazancını yine toplumlardan çıkarabilmek için her tür ev sahibi-kiracı modelini genişletecek gibi görünüyor.


Dünya Sisteminin Yeni 5 Yöntemi

Dünya sisteminin yeni dönemde, çok kutuplu dünyada birkaç taktik ilkeyle hareket edeceği anlaşılıyor. 

Öncelikle ittifakları kur ama güçlendirme, zayıflat ama koparma, güçlendirerek yanında tut, karşıtları ayır ama yanına çekme, destekle ama üstünlük verme tarzının özellikle Atlantik’te, imparator ABD tarafından baskın biçimde kullanılabilir. 

Zaten küresel düzen siyasal küreselleşmeyi bitirse de kapitalizmin ruhu ve özü olan iktisadi küreselliğe halel getirmez. İttifaklar ve ayrışmalar hem farklı üretim-tüketim-dağıtım sahalarında hem medeniyet merkezlerinde, jeopolitik sıklet noktalarında belirginleşecek. 

Mesela ticaret yolları. 

Çin Kuşak-Yol Projesiyle dev bir neo İpek Yolu kurmaya çalışıyor. 2023 yılında Hindistan’daki G-20 Zirvesi sonrası tasarlanan, Suudları ve İsrail’i kapsayıp Suriye’de nihayete eren Hindistan-Ortadoğu-Avrupa yolunun Türkiye’yi devre dışı bırakmasını düşünmek gerekir. Bu projeden sonra 7 Ekim’in gelmesini, Suriye’de Esed ile beraber İran, Rusya ve Çin’in de Ortadoğu’dan gönderilmesini komplolara bağlamadan doğru analiz etmeli. Türkiye ve İsrail’in yeni Ortadoğu’da kutup başı misyonları bariz öne çıkarken Suud ve Körfez ile dengelemelere gidilmesini bu yeni süreçle, dünya sisteminin kimseye tüm yetkiyi vermeyeceği çıkarımıyla, “ittifakları kur ama güçlendirme” yöntemiyle birlikte ele almalı. 

Medeniyet merkezi Ortadoğu’da Şii Hilali’nin sona erdirilmesine karşı “Sünni Dolunayı”nın doğmayışını, Türk etkisine bariyer konulmasını da dünya sisteminin yeni doktrini “destekle ama üstünlük verme” ile izah etmek gerekir. Türkiye’nin Batı kampında kalması için Suriye egemenlik sahasında rahat hareket etme pozisyonu tanınırken mesela üs kurmasına izin verilmeyeceği de anlaşılıyor. 15 ülke ve mıntıkada üs-devriye-askeri-iktisadi egemenlik gücü bulundurmasına Türkiye’nin destek verilirken Rojava ekseninde bir Kürt devleti ihtimalinin köküne kibrit suyu dökmesine müsaade edilmiyor. Bu yedeklemeli, dengeleyici, potansiyel tehditle denetleyici vasıf yeryüzünün başka sahalarında da kendini gösterir.

Suriye Fransızlardan sonra büyük oranda Rusya etkisine girmişti. ABD ve AB’nin Suriye’den yaptırımları kaldırması, ülkenin bir daha Batı dışına çıkmasını engellemeye yöneliktir. “Güçlendirerek yanında tutma” usulü Suriye için artık belirgin bir istikrarın sağlanacağının da işareti. 

Rusya-Ukrayna Savaşı ve Gazze katliamında İsrail’in yanında yer tutma baskısı zaten zayıflayan AB’yi yokoluşa kadar getirdi. ABD belki de küresel sermayenin bir kısmını da karşısına alarak AB’yi, esasına bakılırsa Almanya’yı “zayıflat ama koparma” yöntemiyle terbiye etmeye, denetlemeye devam ediyor. Almanya, kaybettiği Alman Ruhu’nu yeniden bulabilmek için savunma bütçesini artırmak gibi silik çabalara girişse de dünya sisteminin potansiyel “baş belaları” Almanya, Japonya, Türkiye’yi denetimli serbestlikle kontrol altında tutmaya bir süre daha devam edeceği belli. 

Dünya sisteminin, ABD’nin, Rusya’yı Çin ile birleştirmeme çabasından geri adım atmayacaktır. “Karşıtları ayır ama yanına çekme” metodu Rusya’ya otursa da başta Tayvan, Afrika ülkeleri, Çin ile partner olabilecek başka devletler için de geçerliliğini sürdürecektir.


Sistemin Gücü İnsanın Tükenmesinden Geliyor

Dünya sistemi gücünü ne kurduğu eko-politik dengelerden ne askeri müdahale ve yüksek silah gücünden alıyor. Sistem insanların artık dünyayı bütüncül kavrama, bulunduğu yeri anlamlandırma, gittiği yeri kendiliğine dönüştürme yetisini kaybetmesinden, herkesin tek tek olaylara odaklanmasından, tekilliklerden büyük sorunlar çıkarmasından veya tatmin olmasından alıyor. 

Küresel kapitalizm gücünü, değiştikçe aynı kalma kabiliyetini, öznenin tabula rasa gibi boş, özcü, iddialı ve belirleyici olmasından değil pek çok hurdayla, hasarla, yükle, istek ve ihtiyaçlar listesiyle, bitmeyen arzularıyla, doymayan tatminleriyle, herşeye sahip olmak istemesiyle, herkesi ve her değeri öğütmesiyle mücehhez pasifizminden alıyor. 

İnsanların bu nebati ve hayvani hasletlerini görüp kendine gelebilmesinin kısa sürede imkânı yok; küresel medeniyet insanın bu tarafını güçlendirdikçe kendisi de semiriyor zira. 

Dünya Amerika’nın keşfinden, Ortaçağdan çıkıştan, Kavimler Göçünden sonraki paylaşım savaşına, mağara dönemi seleksiyonuna hazırlanıyor. Gazze, Kırım ilhakı, Trump’ın Kanada-Grönland-Panama Kanalı çıkışı bunun ön gösterimi. 

Yeni bir dünya sistemi doğmuyor yalnızca… yeni bir seleksiyon dönemi de insanlığı bekliyor.