İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
GİRİŞ
ANADOLU’NUN İSLAMLAŞMASI
TÜRKLER ANADOLU’YA NİÇİN GELDİ?
GAZA, CİHAD, FETİH
ANADOLU’DA VE İSLAM DÜNYASINDA SİYASİ VE DİNİ BİRLİĞİN KURULUŞU
ANADOLU’NUN İSLAMLAŞMASINDA TASAVVUF
ANADOLU’DA KURULAN İSLAMİ DÜZEN
ANADOLU: BATI – İSLAM HATTI
HAÇLI SEFERLERİ
VATAN
MİLLET
CİNS, TÜR, BOY, KABİLE, AŞİRET, KAVİM, IRK, ETNİSİTE KAVRAMLARI
MİLLETİN VASIFLARI
MİLLET KAVRAMININ DEĞİŞİMİ VE OSMANLI MİLLETİ
ULUS
TÜRK
TÜRK ULUSUNUN İNŞASI
TÜRK IRK MI?
TÜRKLEŞMEK MİLLETLEŞMEK
İSLAMLAŞMA VE TÜRKÜN ORTAYA ÇIKIŞI
TÜRKÜ BELİRLEYEN İSLAM
İSTİKLAL HARBİ
KİTABİYAT
İNDEKS
ÖNSÖZ
Bu kitabı, bugün Türkiye’de insanların Tevfik Fikret ile aynı görüşü paylaşır duruma gelmeleri üzerine yazmaya karar verdim. “Milletim nev – i beşerdir, vatanım ruy – i zemin” mısraı en başta bu topraklarda yaşayan Müslümanların reddetmesi gereken bir hakikat iken adı konulmamış bir süreç içinde millet ve toprak bağımız etkisizleşmeye başlamıştır. Türkiye’de bir milletin varlığını ve Anadolu’nun bizim vatanımız olduğunu ikrar etmek boynumuzun borcudur. Bu kaygı Anadolu’nun İslamlaşması’nı meydana getirdi.
Tarihin sesi kısık, güncel avaz avaz bağırdığı için elinizdeki kitap ortaya çıktı. Ben bir tarihçi değilim. Yazdığım kitabın tarih ilminde, metodolojisinde ve tarihi hakikatler bağlamında bir yenilik getirdiğini iddia edemem. Amacım keşif yapmak değil. Ne yazık ki “bilinen tarih”i bile kaleme almak, içinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde bir tez sahibi olmaya yetip de artıyor bile. Zamanın ruhu bize tarih boyunca meydana gelen millet yapısının ve iradesinin değersizleştiğini, bu topraklarda yaşayan insanların rollerinin ve itikatlarının artık geçerliliğini kaybetmeye mahkum olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Eğer millet varlığı, tarih boyunca geliştirilmiş metodolojiyi ve misyonu kendi karanlık dehlizlerine hapsederse varoluşunu da yitirecektir. Hatırlamak kendine gelmektir. Kendilik bilgisi en fazla bu topraklarda yaşayanlar tarafından kurulup geliştirilmiştir.
Anadolu’ya yapılan seyahatlerden okuduğumuza, Batılı anlatılardan takip ettiğimize göre Batılıların Anadolu’daki Türk varlığından en büyük rahatsızlıkları burada Batıya muhtaç olmadan kurulmuş bir nizamın varlığındandır. Kitapta da belirttiğimiz gibi gündelik yaşamdan askeri sisteme, iktisadi pazar şartlarından idari hiyerarşiye kadar Batı’ya alternatif yaşam tarzı Anadolu toprakları üzerinde tesis edilmiştir. 18. yüzyıla kadar Türk gerçeğinin kendine özgü dünya görüşü ve maddi imkanları vardı. Kapitalizmin gelişimini durduran ve kıta Avrupasını Müslümanlara muhtaç ettiren yapı bugün bizim için en önemli meşruiyet kaynağı ve referanstır. Voltaire’in vurguladığı gibi iktisadi olarak da üstün güç Anadolu topraklarındadır: “Bizler her zaman Türklerin ayağına gideriz, onlar bir defa olsun Batı’ya gelmezler; bu bizim ihtiyacımızın açık bir belirtisidir.” (Voltaire , 2005, 63)
Dünyaya sözünü söyleyip çekilmiş millet olmak, Anadolu’dakilere uygun değil. Ütopyadan ya da hayallerden bahsetmiyoruz. Bugünden geriye bakarak kurduğumuz imgeler yığınıyla da pek ilgimiz yok. Nostalji postmodernlere uygun. Romantizm, kötü bir kelime. Kuram, İslam gerçeğine aykırı. Kitapta ele alınanlar “şanlı tarihimiz”, “kahraman askerimiz”, “veli padişahımız”, “at sırtındaki ceddimiz” yaklaşımlarından uzak. Vatan ve milletten bahsetmek milliyetçiliği gerektirmez. Etnik unsurlar milliyetçi olur. Şimdiye ve geleceğe dair söylenecek her söz bir şekilde “doktrin” boyutu kazandığı, kazandırıldığı için, Küresel Medeniyetin söylemleri ve propagandasıyla değersizleştirilmektedir.
Tarihin kendisi en büyük doktrindir. Tarihi hakikatleri anlatmak tarafını seçmek demektir. “Hangi tarih?” Evet, hangi tarihten bahsediyoruz? Kitabın içinde gaza ile ilgili geniş bir bölüm var. Gaziler safiyane bir İslam ideali için mi çarpışıyorlardı yoksa ganimetler epey gelir getirdiği için mi? Hangi tarih sorusunun kendisi bile zamanın ruhunun, etkisizleştirme yöntemlerinden biri. Susarak, saptırarak ya da her konuyu tartışmaya açıp, “bana göre, sana göre” düzlemine getirerek hakikatin yönü değiştiriliyor. Her kitaba, teze, tarihi yargılara karşı gelinebilir, bunlar eleştirilebilir. Ancak söylenen her söz boğazdan geçen her lokmanın kimden geldiğinin beyanıdır. Helal lokmanın, helal kelamın sahih ve sahici sözün, tavrın peşindeyiz.
Bu kitap bir taraftır. Müslümanların kurduğu gayri Müslimlerden cizye alan bir sistemden, cizye verenlerden sistem devşirmeye geçişin ızdırabını duyduğu için yazılmıştır. Türkiye kendisine bir gelecek arıyorsa bu mutlaka İslami bir dönüşüm ile olacaktır. Yürürlükteki İslam algısı, millet yapısıyla ülkemizin önüne parlak ufuklar açılmaz. Tarihe müracaat etmeden kurgulanan her sistem, yaşanan her gündelik hayat dünyadaki işleyişin lehine olacaktır. Bu kitabın Türkiye’nin geleceğine ilişkin söyleyeceği, geçmişindeki dinamikleri hatırlatmaktan öteye gitmeyecek.
Anadolu’nun İslamlaşması ile birlikte yeni bir vatan, millet meydana getirilmiştir. Anadolu’nun İslamlaşmasını bitmiş bir süreç kabul edersek tarihi dondurmuş oluruz. Bu süreç, uygulanan usuller tarihte kalmamıştır. Tarih kendini yeni şartlar altında dayatır. Anadolu’nun İslamlaşması esnasındaki ruh, Türkiye’nin üzerinden silinmiş değildir. Kendini yeniden düzenleyerek, zamanın akışında etkinliğini gösterecektir.
Birinci bölüm olan Anadolu’nun İslamlaşması, yedi alt bölümden oluşmaktadır. Türkleri oluşturan soy yapılarının Anadolu’ya gelme sebepleri, İslam ile bağlantıları burada açıklandı. Türklerin dünyaya yeni bir söz söylerken kullandıkları metod yani gaza üzerinde durularak, gaza ile ilgili yaklaşımlar ele alındı. Anadolu’nun İslamlaşması sürecinin İslam dünyası da dahil olmak üzere siyasi ve dini birlikteliği sağladığı belirtilerek bu aşamada tasavvufun etkisi incelendi. İbn – i Arabi, Mevlana ve Yunus Emre’nin söylemleri genel olarak değerlendirildikten sonra farklı bir Yunus portresi çizilmeye çalışıldı. Eğitimden, sağlığa, iktisadi kurumlardan idari sisteme kadar Anadolu’da kurulan yapının üzerinde durulduktan sonra İslam ile Batının arasındaki ayrımlar ve Haçlı Seferleri ile bu bölüm sona erdirildi.
İkinci bölümde vatan kavramının bizim geleneğimizdeki algısı ve modernite ile ortaya çıkmış vatan kavramı, imparatorluğun yıkılıp Türkiye’nin kurulması aşamasındaki algıları ele alındı.
Üçüncü bölüm millet kavramını açıklamaya yöneliktir. Irk, boy, etnisite gibi daha çok biyolojik tanımlamalara kısaca değinildikten sonra milletin vasıfları, nesep bağlarından ayrılan yönleri, Anadolu’daki millet yapısının özellikleri, Osmanlı’daki millet anlayışı ve ulus kavramı işlendi.
Dördüncü ve son bölümde ise Türk kelimesinin tarih boyunca hem İslam dünyasında hem de Batıda nasıl anlaşıldığı üzerinde duruldu. İmparatorluktan Cumhuriyet’e kadar kurgulanan Türk ulusunun nitelikleri, Türk kavramının ırk ve diğer kan bağları ile ilgi(siz)liği, Türk ve İslam’ın birlikte algılandığı fikir hayatımızdan örneklerle açıklandıktan sonra vatan, millet ve İslam anlayışının yeniden tarihi manasında ortaya çıktığı İstiklal Harbi’ne değinilerek kitap sona erdirildi.
Görkemli bir konuyu, ihtişamlı bir fikrî düzlemi ve ahlakı berrak bir tarzda ele almaya çalıştım. Her konu ile ilgili gerekli kaynakları bol miktarda kullanmaya çalıştım. Kaynaklarımın bir bilimsel eserdekinden çok olmasına özen gösterdiğim gibi konuya yaklaşımımın ve üslubumun akademik kaygılardan uzak durmasına çabaladım. Dil tercihimi kitabın sadece okunma endişesi gütmesine bağlamadan Türk düşüncesine teklif getirmeye yönelik olduğunu samimi olarak söyleyebilirim.
Böyle bir çalışma yapma amacım yoktu. Hazırlıklarını yaptığım başka bir kitap için bu meyanda makale hazırlarken yazdıklarımın kitap boyutuna ulaştığını fark ettim. Zaten yıllardır kitabın içeriğini oluşturan okumalar yaparken yazma aşamasına geldiğimde yeni metinlere başvurdum. Bu süreçte arkadaşım Atilla Mülayim’in büyük desteğini gördüm. Gerek konuların farklı yönlerini belirtmesi gerekse son okumayı yapmasıyla kitabın son haline ulaşmasında büyük yardımları dokundu. Eşim ve çocuklarım bilinenin aksine “ev hali” ile gayretimi artırdılar. Bu kitabı onlara ithaf ediyorum.
Anadolu’nun İslamlaşması’nı yazmaya götüren fikirler yılların birikimine dayanır ama bunları yüksek sesle dile getirmenin arkasında tabi ki İsmet Özel bulunur. Zor zamanda söyledikleri ile Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntılı dönemden çıkmasına ve kendi temelleri üzerine koyduğu dinamiti kaldırmasına yardımcı olacak fikirleri ile bu kitabın oluşmasını da sağlamıştır.
Kitabın sonuna tavsiyelere rağmen yeni bir bölüm ya da sonsöz eklemeyi gereksiz gördüm. Çünkü o aşamadan sonra söylenecek her söz önceki yazılanların hakikatine gölge düşürecek, doktriner bir hal alacak ve hükmünü düzeysiz hale getirecekti. İstiklal Harbi ile bitirmek zaten esas meselemizi ortaya koymamızı sağladı.
Anadolu’nun İslamlaşması “Batı tehlikesi”nin devam ettiği, Avrupalıların hala Türkleri Asya içlerine sürme amacını taşıdıkları, İslam karşısındaki hınçlarını her daim tazeledikleri, kıta Avrupasına hapsettiği için Türkler üzerindeki intikam hırslarını yitirmediği üzerine kurulur. Anadolu’nun İslamlaşması gayri Müslimleri kendileri gibi yaşamaya zorlamayarak dünyada cazibe merkezi oluşturmuştu. Batı her daim dünyayı kendisi gibi yaşamaya zorlamaktadır. Hınçları Anadolu’da kimseye muhtaç olmadan hatta örnek olabilecek bir düzeni tesis etmesinden ileri gelmektedir. Türkiye üzerindeki kontrollerinin sürekli olması bu potansiyelin hiçbir zaman sona ermemesinden kaynaklanır. İslam düşüncesi çevrimsel tarihi esas alır. Tarih hükmünü yürütecektir. Anadolu’nun İslamlaşması tüm kurum ve fikriyatıyla durduğu müddetçe Batı için tehlike oluşturmaktadır.
Bu söylediklerimiz abartılı gelecektir muhakkak. Kitabın yazımı bittikten sonra Türkiye’nin yetiştirdiği önemli tarihçilerin söyledikleri, kaygımızın haklılığını ve Anadolu’nun İslamlaşmasının tamamlanmamış bir süreç olduğunu gösterecek niteliktedir: “Batı, İstanbul’un fethini ve Ayasofya’yı hiçbir zaman unutmadı. Avrupa’nın Haçlı görüşü Papalık eliyle devam ediyor. Avrupa’nın idealist gençleri Türkiye aleyhine çalışıyor.” (İnalcık, 2012)
“Açık konuşmak gerekirse, aslında milletimizin, yani Türklerin devleti olmasa, İslâm dünyası askerî ve idari vasıflarını da kaybedecek ve çoktan gerilemeye başlayacaktı. Hıristiyan dünyasının dirildiği, toparlandığı, organize olduğu, teşkilatlandığı, ilerlemeler kaydetmeye başladığı bir devirde bu üstünlüğü onlara kaptırmayan, onları geciktiren, onları bir asır içinde durduran, doğrudan doğruya Türklerin kurduğu Osmanlı İmparatorluğu’dur.” (Ortaylı, 2012, 27)