Cumhuriyet’in İkinci Asrı’nın Kodları: Zihniyetler Çatışması, Yeni Kamusal Alan, Neo-Merkeziyetçilik

Milenyumdan sonra Türkiye’de ideolojilerin yerine zihniyetlerin çatıştığı bir siyasal alan şekillendi. 

Sağ-sol, milliyetçi-ülkücü-Turancı, Marksist-sosyalist-sosyal demokrat-sol liberal, merkez sağ ve sol, Milli Görüş, İslamcı tutumlar ideolojik boyutlarıyla siyasi iddianın ötesinde bir cemaat özelliği de gösteriyordu. İdeolojilerin Türkiye’yi yönetmesi ihtimali bile hem statükoda hem karşıt ideolojik yapılarda bir felaket ve kıyamet anlamına geliyordu. Her ideoloji kendini toplumun hakiki temsilcisi, kurtarıcısı, öncüsü olarak gördüğünden bir başkasını gayrı meşru ilan ediyordu. 

Menderes özelinde Başbakanı asılmış, 1970’lerde sokaklara çıkmaktan korkulan, kardeşi kardeşe düşüren sağ-sol çatışması yaşamış, her 10 yılda bir darbelerle nesilleri düzlenmiş, dünya sistemine entegrasyonu sağlanmış, Tek Parti idaresinin sıcak nefesinin her daim milletin ensesinde gezindiği bir Türkiye’de millet kendilerini ideolojilerin yerine onların marjinalliklerinin törpülendiği merkez sağ ve merkez sol görüşlerin idare etmesini sağlığı, selameti için ehven gördü. 

1990’larda Tarihin Sonu ile liberalizmin mutlak zaferine mukabil neoliberal siyasallığın Türkiye’yi merkeziyetçi yapısından çıkarmaya matuf güçlü dalgasına askeri statükonun sert cevabıyla şekillenen konjonktür merkezin eski fonksiyonunu icra edemediğini gösteriyordu. CHP ve DP’nin ılıştırılmasıyla şekillenen Demirkırat ve Ortanın Solu merkezi, Özal “Dört Eğilim”ciliği, Erdal İnönü, Murat Karayalçın ve Deniz Baykal sentezleri de siyasal alanı etkileyemedi, yeni bir merkez ve siyaset ihtiyacını gideremedi. 

2002 seçimlerinden sonra AK Parti İslamcı olmadığını deklare ederek farklı eğilimlerden isimlerle klasik merkez parti misyonu geliştirdiğini göstermek istese de enikonu “ideolojik” bir hareket olarak geldi. Aslında Erdoğan’ın yıllar içinde partide ve ülke idaresinde ağırlığı arttıkça klasik merkezler tamamen ortadan kalkarken iki yeni merkez, kadim Tanzimat pratiğinde şekillenen iki zihniyet, “CHP Zihniyeti” ile “İslami-muhafazakar zihniyeti” iki kutup halinde nüvelendi. Cumhuriyet Mitingleri’nden Gezi olaylarına ve ittifaklara kadar husule gelen olaylar bu iki kutbu, iki zihniyeti farklı ideolojileri bünyelerinde toparlayarak inşa etti. 

2023 14 Mayısı’ndaki seçimler Tanzimat ile açılan laik-İslami karşıtlığının yeni kamusal alanı belirlediği, Batılılaşma ve modernleşme sürecinin yerine Murat Belge’nin kaygılandığı gibi “İslam Cumhuriyeti”nin uç verdiği bir siyasal alanı şekillendirebilir. 


Tanzimat: İslam-Laiklik; Yerel-Merkeziyet Karşıtlıklarını İnşa

Tanzimat 18. yüzyıldan kalma modernleşme tecrübesini iki ayak üzerinden yürüttü. İlki laiklik ekseninde Batı hukuku ve zihniyet dünyasının Müslümanlara, İmparatorluk’a eklemlenmesi hatta ana paradigma halini alması, ikincisi modern ulus devletlere özgü merkeziyetçiliğin inşası. Bu bakımdan Tanzimat ile başlayıp 2. Meşrutiyet ile devam eden laik-İslami dikotomosinde kazanan laiklik oldu. 1924 Statükosu kamusal alanı tümüyle laik zihniyetle şekillendirerek İslami olanı “vicdanlara ve özel alana” hapsetti. 

18. asırda İmparatorluk’un Batı’nın üstünlüğü ele geçirmesi karşısında Müslümanların, İslam’ın, İmparatorluk’un Avrupa’yı yenerek yeniden üstün gelmesine dayalı İslam düşüncesinin tecdid-ihya-inşasını içeren İslamcılığı Tanzimat’ta “memlekete medeniyet getiren Paşa’lar” karşısında yenilmiş, başta Namık Kemal ve Ali Suavi olmak üzere pek çok aydın, ulema çağın laiklikle değil Şeriat temelinde yenilenerek yakalanabileceğini savunmuştu. İttihatçılar ve 1924 Statükosu’nu kuran devamı, devletin bekasının İslami olanın kamusal alana yerleştirilmesinde değil laik zeminde gerçekleşebileceği konusunda İmparatorluk’u dağıtan Avrupa ile hem fikir oldular. Artık Tanzimat ile zuhur eden laik-İslam dikotomisi, laikliğin devlet mekanizmasının yegane menşei olduğu 1924’ten sonra kesinleşti. O tarihten sonra laikliğe muhalif olanlar kamusalın merkezinde yer tutmayı önceliklerine eklerken İslami olanın devletin yapısını belirlemesi kaygısının peşinden gitmedi. 2000’lerde de bu dönüştürücü çabayı yüzgeri etseler de dünya konjonktürü, laik kampın seçim kazanma ihtimali yalnızca kamusal alanda kalarak kazanımların korunamayacağı gerçeğini belirginleştirmesiyle karşı karşıya kaldılar. 

2023 seçimlerinden sonra hangi ittifak zafer elde ederse etsin temel çatışma alanı laiklik ekseninde kamusal alanın yeniden düzenlenmesi üzerinde gelişecek.

Dünya sistemi de buna teşne… Salgın, küresel enflasyon, daralan siyasi ve iktisadi küreselleşme, savaşlar, “temiz enerji devrimi” çok kutuplulukla beraber yeni siyasi ortaklıkları ve ayrışmaları da tetikliyor. Türkiye’nin NATO’dan çıkması meselesi gerçekçi temelleri barındırmasa da klasik müttefiklik ilişkilerinin sona erdiğinin göstergesi. ABD, Avrupa, küresel sermaye Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’yi büsbütün gözden çıkarmadan “belirli bir süreliğine dışlama”yı da hesaplıyor. Bölge dengelerinin öncü Türkiye ve onun güçlü lideri Erdoğan ile sağlanabileceği kanaati yerleştikçe, yeterli kontrolün sağlanamamasına bağlı “kendi haline bırakma” öne çıkıyor. Bu da belirli bir süre de olsa radikal Batılılaşma dışı ihtimalleri denkleme yerleştiriyor, Kemalizmin kırmızı çizgilerini yumuşatacak bilkuvve güçlerin bilfiile geçişini hızlandırıyor. 

2023 seçimlerinden sonra Batı kampının kendisinin “mesafe koyması” Türkiye’yi imkanlarıyla yüzleşmeye götürebilir.

Ayasofya’nın açılmasıyla beraber öteki tarz-ı hayat göstergeleri Murat Belge özelindeki “laiklik kampı”nda İslam Cumhuriyeti kaygısını yükselttiği gibi sol liberallerin laikliği koruma kaygısıyla Kemalizme bağlanmasına neden oldu. Sol liberaller banal Kemalistlerle aynı vulger simgeler üzerinden Kemalizmi güçlendirip palazlandırarak muhalefet ediyorlar. İktidar eleştirisini “tek adam”, “otoriterlik” yaklaşımlarıyla gerçekleştirse de sol liberaller laiklik kavramıyla Kemalizme bağlandılar. Esasında Türkiye’deki farklı etnik, mezhep, ideolojik farklılıkların “İslam” ve “laiklik” kompartımanlarında birleştiği yine Gezi sonrasında netleşti. Komünist ile sıradan lümpen ulusalcıyı laik zihniyet ve seküler yaşam tarzı birleştiriverdi. İdeolojik ayrışmaların kalktığı bu yarılma Cumhuriyet’in ikinci asrında yeni kurucu dinamiklere bırakacak görünüyor. Laiklik ve sekülerizmin yeniden organize olmasına karşın İmparatorluk bünyesindeki kamusallığın yeni bir şekillenmeye geçişi de kendiliğinden ortaya çıkıyor.


Millet Bağını Laiklik mi, İslam mı Kurar?

Ortodoks Marksistleri, mezhep ve etnik itkileriyle hareket edenleri, ulusalcıları, milliyetçileri, Kemalistleri buluşturan “laik kaygı” Cumhuriyet’in ikinci asrında toplum müştereğini sağlayacak dinamolardan birini oluşturmuyor. Toplumun, devlet mekanizmasının Tanzimat öncesi şartlara dönmesi, laiklik-İslam kutuplaşmasının sona ermesi ise kısa vadede mümkün görünmüyor.  

“Türkiye ancak laiklikle var olur” diyen Batı desteklilere karşı “Türkiye sadece İslam ile bekasını korur, geleceğini kurtarır ve büyük olur” fikrindeki İslam taraftarları, İslamcılar arasındaki çatışma reel siyaset kapsamında sonuçlanmayacağı gibi devlet idaresi de bir taraf lehine çok ağırlık koymayacak görüntüsünde. Fakat millet müştereğini laikliğin değil İslam’ın sağlayacağı, özellikle dünya sisteminin dönüştüğü, ulus devletlerin tehditleri daha fazla hissettiği atmosferde kesinleşecek. Muhaliflerin 2000’lerdeki çoğulcu, çokkültürlü, radikal demokrasi taleplerini içeren otoriterliği azalmış bir devlet vurgusunu laikliğin sağlayabileceği kanaati de Kemalist romantizminin bir parçası olarak iddiasını sürdürüyor. Bu konuda toplumun bütününü kapsayan bir program geliştirebilmiş değil laik cenah. Bu bakımdan çimentonun laiklik olması imkansız. 


Neo-Merkeziyetçilik

Cumhuriyetin ikinci asrında yeni tür merkeziyetçiliğin devlet mekanizmasında etkili olacağı da aşikar. Aynen laiklik-İslam yarılması gibi merkezi-yerel ayrışmasına yol açtı Tanzimat. İki ayrışma esasında eşanlı olarak birbirini takip etti. Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, İttihatçıların tutumundan Kemalizme, neoliberal siyasallığın 1980 sonrası söyleminden Gezi akabindeki girişimlere dek laiklik-İslam ve merkeziyetçilik-yerellik Türk siyasal alanının temelini belirledi. Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet çıkışına özellikle Müslüman unsurların özerklik ve bağımsızlıkları eklenince beka kaygısı ve söylemi kendiliğinden gelişmişti. 

II. Mahmut’un güçlendirdiği merkeziyetçilik İttihatçı ve İslamcıların ittifakıyla kavmiyetçilik-milliyetçilik karşıtı ümmetçi-İttihad-ı İslamcı söylem eşliğinde önce Meşrutiyet döneminde akabinde 1. Meclis’in faaliyetleri ve İstiklal Harbi ile devam etmiş, 1990’lar ve Gezi ertesindeki siyasi konjonktürle yenilenmiştir. 

Tüm laiklik ve merkeziyetçilik tartışmalarının merkezinde İslam bulunur. İslamcıları yanına alarak batılılaşma, merkezileşme ve laikliği kotarmaya girişen İttihatçılık her dönemde bunu başarmayı bildi. Anlaşılan o ki Cumhuriyet’in ikinci asrı yeni bir merkezileşmeyi “ulus devlet” formunda ama İmparatorluk ruhuyla gerçekleştirmeye girişecek. Bu anlamda 2023 seçimlerini hangi ittifak kazanırsa kazansın Cumhuriyetin ilk asrının refleksleri ve statükosu töz bakımından yenilenmek mecburiyetinde. 


Kemalizmin Enkazı ve İkinci Yüzyılın Kodları

19. asır Kemalist tözü ne millet bağını güçlendirdi ne beka korkusunu izale edebildi; aksine cezri laiklik, donuk ve katı pozitivizm, vulger rasyonalizm, sıradan kafatasçı ulusçuluk, ezberci ve aktarmacı bilim-perestlik, iki dünya savaşı arasındaki birey ve toplum mühendisliğiyle beka endişesini artırdı. Bu tutum etnik ve mezhep iddialarını koyulturken hatalı din anlayışı, köksüz ve mensubiyetsiz dini grup ve cemaatler, romantik tarih ve muhafazakarlık, kamusal alana girmekten, devletçe tanınmaktan ibaret iddia ve vatandaşlık gibi her bakımdan sorunlu alanlar ortaya çıkardı. 

2023 seçimlerinden sonra kamu ve siyasala giriş yapan yeni nesillerin etkisiyle Cumhuriyetin ikinci yüzyılı için rehabilitasyon ve sentezden uzak ama ciddi terkibler içeren yeni tür devlet mekanizması ve siyasal alan inşası mecburiyet halini aldı. 

Katı, laftan, sözden, bilimden, çağın getirdiklerinden, insanîlikten hazzedip anlamayan laikler ve kısmen dini grupların çekilmesiyle doktriner ideolojileri umursamayan bireylerin ürettiği geniş ve çoğul kültürel öbeklerin etkinliği kurucu haline gelecek. 2000 öncesi dindarlığı, İslamcılığı ve laikliğiyle irtibatı kesen kuşaklar sekülerliği güçlü söylemiyle kamudaki klasik Kemalist refleksleri de önemsenmez duruma getirecek.  Çünkü laiklerin hazla anlattıkları “gençler dindarlıktan kaçıyor” efsanesine karşı kaçanların laikliğe sığınmadığı bir pozisyon hakim. 

Dünya sistemi, küresel konjonktürde, çok kutuplu düzende Türkiye’yi bölgesel kutup olarak görmek istediğinden Ayasofya’yı açmış iradenin İmparatorluk düzeneğini yeniden kurmasına yol verecek. 

Kamusal alanda laikliğin çekilmesine karşın özel ve gündelik hayatta sekülerizmin yükselmesini içeren eklektizm yeni tür uzlaşma, müzakere ve mutabakatın temelini oluşturacak. Elbette yükselen ve iyiden iyiye devlet mekanizmasına, hukuk düzenine sirayet eden eşcinselliğe karşı ailenin korunması çabaları, Batıda yükselen kültürel dokuların Türkiye’nin Nomosu’na karşıtlığı, kapitalist ilişki biçimlerinin yıkıcılığı yeni hukuki arayışları ve temellendirmeleri beraberinde getireceğinden siyasal alan ve devlet mekanizması İslami referansları adalet, eğitim, yönetime daha çok katıştırmak durumunda kalacak. 

İyiden iyiye Ayasofya’nın açılmasından sonra hilafet de bir mecburiyet olarak kendini dayatacak. NATO ile soğuk savaş yaşayan, bölge ülkeleriyle sürekli çatışmalar içine giren, Rusya-Çin odağının arkada aleyhte çalışmasına endeksli, çok kutuplu pazarların aynı zamanda siyasi yapılar gerektirmesine bağlı yönelimler İslam ülkelerinin öncü ve baş arayışlarını, hilafeti daha çok gündeme getirecek. 

Demokratik ama laik olmayan… Cumhuriyetçi ama İslami umdelere yatkın… ulus devlet ama İmparatorluk misyonunda… 1924 Statükosu formatında ama yeni altı oku olan… de facto hilafeti kullanan yeni siyasal alanda neo merkeziyetçi devlet mekanizması da kendini gösterecek. 

Gezi sırasındaki “özyönetimci” yerelliğin aksine enternasyonal vizyonlu merkeziyetçilik için bazı süreçlerin tersine çevrilmesi gerekiyor. Yalnız kamusal alanın düzenlenmesi değil erdem, etik, ideal ilkeler bağlamında da güçlü ve sahici bir iradenin şekillenmesi şart.

2023 sonrası yeni bir Sened-i İttifak ile modern ayanlar, mafya-çete ayıklanırken güç merkezleri de bölgeci hemşehriciliğin patavatsız sahiplenme ile acımasız kamu kaynağı kullanma itkileri de yine revize edilmesi gerekiyor. Anayasa’nın milli mutabakatı sağlayacak müştereklikteki teşkili, hukukun ve adalet çarkının herkesi tatmin edecek işleyişiyle mümkün olur. Kemalizmin işlediği kurucu korkulardan, bölücülük, beka gibi konuları kimsenin unutması beklenemez fakat bazı hususlarda ciddi revizelere gitmek, özellikle enternasyonale açılmak mecburiyeti de kendini dayatıyor. 

Her ne kadar laik cephe, otoriterlik eleştirisiyle iktifa eden kesim demokrasi, özgürlük gibi 20. yüzyılda kalan sıradan Batılı taleplerin 2023 seçiminin kazanılmasıyla güçleneceğini ifade etse de Avrupa dahi radikal demokrasiyi tarihte bıraktığını açıkça gösteriyor.

İslam’ın aklı, nesli, imanı, malı, canı, dini koruyan ontolojisini kamusalın gövdesine yerleştirdikten sonra 20. yüzyılda Batının araçsallaştırdığı radikal demokrasi ilkelerine lüzum kalmayacağı gibi yurttaşlık bağları, Anayasal düzenin devamı, milli mutabakat  da böylece sağlanmış olur. 

Bu siyasal ve kamusal alanın kurulması, kazandırdığı için erdemsizlikleri kutsama ve kullanmayı bırakan,  etik kendiliği yükselterek bireylerin toplum ve devlet ile bağlarını kavileştiren, radikal kamucu, liyakatliyi söz ve yetki sahibi kılan varoluş iradesiyle mümkün olur.