Dünya sistemi Köşeli Türk’ü kırarken yerine oval, yuvarlak Türk arıyor.
Sistem amorf, beyzî, yuvarlak, her şeye eyvallah edebilecek, kendisine yüklenecek tüm kimlikleri benimseyebilecek, görevleri ifa edebilecek, cari küresel dengelere ve düzene itirazı bulunmayan akışkan, oval insan-toplum-millet ve Türk tipi imali için çalışıyor.
Küreselleşme ve neoliberalizmin çelişkilerini aşmak için yeni bir evreye geçmeye çalışan dünya sistemi bilindik ideolojilerin hepsini etkisizleştirerek rafa kaldırıyor. Batı medeniyeti anlamlandırma yeteneğini, kendi değerler sisteminin cazibesini, Batı dışı toplumları yaftalama ve düşmanlaştırma kabiliyetini kaybettiği için hegemonya krizi yaşıyor.
1997 ve 2008 ekonomik buhranlarını rahatlıkla Soğuk Savaş sonrası tek kutupluluğun, 11 Eylül rejiminin çaresizliği diye okumak hatalı olur. Fakat kimse Tarihin Sonu’nun temellendirildiği gerçeğini de inkar edemez. Kapitalist dünya sistemi tarihinin en sorunsuz, alternatifsiz ve açıkçası tehditsiz dönemini yaşıyor. Kimse cari iktisadi ve siyasi mekanizmalara çomak sokabilecek bir paradigma geliştiremediği gibi böyle bir bilinç ve iradeyi de benimsemiyor.
Küresel çaresizlik, egemen burjuvanın kendi yeni ideolojilerini, insan-toplum-devlet tipolojisini üretmesinden, bunları bir şekilde, salgın-enerji krizi-savaş ve çevre felaketlerine bağlı açlık, ölüm riski ile şekillendirmesinden ileri geliyor.
İki-Tek-Çok Kutuplu Dünya Sistemi ve Türkiye
İki kutuplu dünya birden tek kutupluluğa evrilirken “herkesi herkese düşman eden”, Medeniyetler Çatışması ve Büyük Ortadoğu Projesi ile neoliberal dünyaya entegre insan ve devletler üretmeye girişen 11 Eylül rejiminin sahibi küresel burjuva, entegrasyonları bitirdikten, devletlere karşı sermayeyi kurtarıp güçlendirdikten sonra çok kutupluluğa evrilerek yeni bir hegemonyanın kapılarını aralamaya başladı.
Rusya’yı güvenlik, Çin’i iktisadi boyutuyla kutup başı yapmaya cesaretlendiren sistem Batı tipi kurumların Avrasyacı muadillerini, Şangay İşbirliği Örgütünü, BRICS’i örgütleyerek çok kutupluluk için alt yapı tesisini tamamlıyor.
Rusya-Ukrayna Savaşı, Tayvan krizi, Gazze eksenli Ortadoğu, Libya odağında Afrika çatışma alanları, Çin, Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin iktisadi ve askeri nüfuz sahaları taksimi çok kutuplu bir dünya sistemi için tazeleniyor.
Türkiye NATO’daki hatta Batı kampındaki yerini daha da güçlendirirken Avrasya ile de güçlü münasebetler kuruyor. 15’e yakın ülkede askeri, iktisadi, siyasi üs kuran, okyanuslara açılan denizlerde “devriye atan” Türkiye, Ayasofya’nın açılmasıyla yeni misyonunu belirlerken açıkçası ABD imparatorluğundaki dünya sistemi de buna belli şerhlerle beraber “geçit verdi.”
Post küresel ve neoliberal enkazın üstünde tüm dünya… Küreselleşme kendini neoliberal iktisat, siyasallık ve postmodern felsefeyle tanımlarken radikal liberalizm ve demokrasiyle birörnek toplumlar inşa etmeyi hedefliyordu, olmadı. 11 Eylül rejimi küresel kültürü güçlendirerek benzerlikleri yok etti. Dünyayı yeni bir kavimler göçüne zorladı dünya sistemi. Batı ile beraber hemen tüm toplumlar ve devletler sığınmacılara, göçmenlere, yabancılara, Müslümanlara cephe almaya başladı. Sistem vahşi sömürgeciliği ve orantısız savaşları, icat ettiği örgütlerle vesayet çatışmalarını körüklediği için yeni göçmenlerle beraber bunlardan korkan otokton toplumları ortaya çıkardı. Kimse yerinden, yurdundan, huzur ve refahından emin değil artık… küresel burjuva hariç.
Klasik ideolojiler sona erdi. İslam hariç hiçbir ideoloji “bilkuvve” kapitalizmin karşıtı, alternatifi değil. Dünya sistemi tam da aradığı ortamı şekillendirdi; insanların çok fazla meseleyle uğraşması yüzünden sorunların kökeni olan kapitalist küresel medeniyetle cebelleşmeye mecali kalmadı.
Şimdi herkes ultra milliyetçilik de yapıyor, kök kültürelcilik de… Herkes kendi klanının geleceği için radikal teklifler de getiriyor, yabancılara, sığınmacılara sermayesini kaptırmama adına yıkıcı siyasetler de üretiyor. Sistem, dünya yeni bir düzene tam manasıyla girmeden insanları, toplumları, devletleri bu değersiz, köksüz, meselesiz problemlerin içine sıkıştırarak hazırladı bile…
İdeolojiler, Yeni Söylemler, Yeni İnsan Gerçekliği
Tek kutuplu yeryüzünde globalleşme kültürleri, milliyetleri, büyük anlatıları, mazlumların, emekçilerin haklarını ve hak arayışlarını önemsizleştirmişti.
1980’lerin popüler kültür ve tüketim toplumu ideolojisi 1990’larda radikal özgürlük doktriniyle birleşti. Soğuk Savaş ile güvenlik tehdidi kalmadığı için bireyden milletlere kadar her bir topluluk, cemaat, öbekleşme kendi kültürel biricikliğini siyasal alana taşımaya çalıştı.
Batı kapitalist refahı, konforu bu yeni özgürlükçülüğe ekleyince postmodern ideolojinin tesiriyle herkes, her kesim cüssesine, muhtevasına, varlığının meşruiyetine bakmadan kendi özerkliğini ilan etti.
1990’ların sonuna gelindiğinde toplumlar feodal derebeylikler ve komünal özerkliklerle donatıldı. Toplumun varlığını reddettikten sonra Margaret Thatcher ve neoliberaller tikel özgürlük adacıklarının özerklik ve varoluş kavgalarına şahitlik ediyordu artık. Devletler Sovyetler gibi bir gücü elediği, İslam ve Avrasya’yı bastırdığı için güvenlik sorunu yaşamadığından bireysel ve grup özgürlüklerinin ürettiği yeni ideolojilere, yönelimlere göz yumdu.
Eşcinsellik, yıkıcı yeşilcilik, bozguna varan feminizm, siyasal iddiaya dönüşen hayvan hakları, günümüzde incel’lik adını alacak her tür engellenmişlik, hazcılık, tatminsiz, sapkın yönelim, madde kullanımı, bunlara eleştiri de getiren ırkçılık, sığınmacı karşıtlığı, faşist tutumlar, İslam düşmanlığı tüm ideolojileri, eko-politik ve ahlaki paradigmaları ezip geçti.
11 Eylül Rejimi’nin istediği düzeni kuramamasına bağlı yeni yıkıcı doktrin sosyolojik-felsefi-militarist-ekopolitik tüm araçları kullanmaya başladı. 2008 krizinde enkazı halklara yükleyip küresel burjuvayı kurtaran ulus devletler bu sefer egemenliklerinin elden gittiğini görünce sermaye ile çatışmaya da başladı. 11 Eylül Rejimi sona ererken artık “herkes herkesle çatışıyordu.”
Rusya’nın Kırım işgalinden Çin’e uygulanan Ticaret Savaşları’na, virüs, enflasyon, enerji krizlerine kadar biyo-politika ile korku atmosferi, dijital tekno-kültür imkanlarıyla birleşince yeni bir insan, yeni bir felsefe ve zihniyet, varoluş anlayışı belirdi.
Merkezinde konfora bağlı konformizmin bulunduğu bu yeni zihniyette insanlar yüksek standartlı tüketim şartlarını ele geçirmek ve elde tutmak için yaşamaya odaklandı. En az çalışmayla en yüksek kazanca, lükse ve rahata sahip olmak, bütünüyle sahip olmak tüm başka değerlerin önüne geçti.
Türkiye’de neoliberal para bolluğuna ve kredilere bağlı yüksek standartlar, maddi imkanlar büyük anlatıları, davaları, yüksek iyi ve erdem için varolmayı ortadan kaldırdı. Bu kalitesiz ama maddi refaha dayalı imkanlar dünyası varolduğu müddetçe hiçbir sorunu, hangi ideoloji, hangi siyaset biçimi, hangi değerler dünyası iktidar olursa olsun dert etmeyen insan gerçekliğini şekillendirmeyi başardı küresel sistem.
Kültürleri, yaşama stillerini ve haliyle kendilik bilinçlerini öldürdüğü için gündelik yaşamın organizasyonunda ülkelerin büyük milli varlıklarının belli ellere geçmesine kadar her tür spekülasyona, tekele, manipülasyona göz yuman insan varlığı kendisini dayatıyor. Bu süreçte yüksek dindarlık ve muhafazakarlık göstergeleri arasında İslam kültürü gerilerken laiklik de ilerledi; insanlar dinin her alanda karar verici fonksiyonunu unuttuğu gibi unutturmaya, yok saymaya da yöneldi. Amorf, oval, köşesiz, yuvarlak insan gerçekliği değersizleştirme politikalarına adapte olmakta aceleci davrandı.
Bu evrede otorite kavramı aşındı, bilgelik, erdem, maruf, makul, meşru, insani ve kamusal sahadan çekildi. Aileden okula, devlet mekanizmasından toplumsal yaşama kanaatler, kanaat önderlikleri, otoriteler, hiyerarşiler, baba-anne, hoca, lider figürleri kıymetini yitirdi. Tarih anlatılarına karşı tarihin yol göstericiliği artık önemsenmiyor. Nomos, yasa, toplumun kurucu kodları, devletin yapıcı fonksiyonu, müstakil ve müşterek varoluş azmi, kendine özgü millet-oluş da anlamsızlaştı.
Pragmatizm, popülizm, Makyavelizm, utilitaryanizm gündeliğin, siyasalın sıradanları halini alırken ilkesizlik ve tutarsızlık bir ahlaki, insani kayıp ve düşüklük olarak görülmüyor.
Devletin, toplumun, “ileri gelenlerin”, elbette kitabi olanın iyi-kötü skalası ve yol göstericiliği de herkesin kendini mutlaklaştırması, hakikatin bir parçası sayması, bir başkasını ölçüt görmemesi nedeniyle etkisini yitirdi.
Devletler salgın-savaş konjonktüründe “güçlü devlet” idaresine geçse de insan ve toplumu etkileyen yeni felsefi-ideolojik anlayışlara karşı çaresiz. Devletler, küresel ekonomi dalgalanmaları, yurttaşlarının ve toplumun sorunlarıyla cebelleşirken kapitalist burjuva hegemonyasını ve gücünü kavileştirmekle meşgul.
İslami Kültürün Tasfiyesi ve Yeni Kimlik Siyaseti
Türkiye’de insanlar iffetsizlik, ilkesizlik, idealsizlik, konfor ve konformizm cenderesine alındı.
Berbat bir özcülük her yeri kapladı; kimi kendine milattan öncenin sonradan yazılmış simgelerle dolu efsanelerini örnek alıyor kimi Kemalist-laik anlatıyı, kimi de tarih dizilerinde şekillenmiş geçmişi ve dini muhafazakarlığı… Kitabi olana en yakını eleştirel bakışı yüksek dindar gençler.
Eşcinsellik, feminizm, hayvanların insanlaştırılması insanların da hayvanlaşması, şiddet, nezaketsizlik, sürekli gerginlik ve kavgalar, kadın cinayetleri, bunları iyi-kötü yönde kullanan politika tarzı yeni bir kimlik siyaseti öngörüyor.
Türkiye’nin hangi paradigmayla kalkınacağı, hangi usullerle büyüyeceği, nasıl var kalacağı, egemen küresel hegemonyayı nasıl alt edeceğine dair ideolojik tezlerin ve çatışmaların yerine cinselliğe-şiddete-etnik-mezhep ve hayat tarzına hatta İslam karşıtlığına tutunan bir yönelim geldi.
Küresel kültür ve kapitalist dünya sisteminin benimsediği bu tutum kavimler göçünde ruhları da göç eden, zihinleri göçebeleşen, otokton varoluş imkanlarını yitiren en önemlisi de dünya sisteminin defterini dürmekten imtina eden, bunu unutan bir siyasal atmosferi, insan gerçekliğini doğurdu.
Marjinalleşen, dünya ve varoluşun asli meselelerine uzaklaşan, içine doğduğu milletin, devletin kodlarına yabancılaşan, sorunlarını dert etmeyen, küresel hegemonyaya maddi isteklerini karşıladığı oranda biat eden bu yurttaş tipi, bizi bugünlere getiren Türk kimliğinin çok uzağında. Oval, yuvarlak, her kalıba girebilen, sözü, kendiliği, etkisi olmayan, yuvarlana yuvarlana her imkana kolayca ulaşabilen bir insan tipiyle karşı karşıyayız.
Halbuki cari dünya sistemine mukavemet gösterdikçe kendimiz olabilir, özgürlüğümüzü sağlayabiliriz. Bu da bilkuvve imkanlarımızı bilfiile getirmekle; köşesiz, akışkan, yuvarlak varoluşla değil köşeli tutumla mümkündür.
Açık konuşmak gerekir, cari dünya sistemine intibak yabancılaşmanın ve asimilasyonun ötesinde ölümdür ama ona karşı koymak da büsbütün sadece yeni teknolojileri almakla, dijital tekno-kültürü ileri taşımakla, öne çıkarılan mesela elektrikli araç teknolojisini geliştirmekle değil bize özgü hayat tarzını, yaşama stilini, gündelik hayatı, eko-politik, hukuk ve eğitim düzenini, ilkelerini belirlemekle olur… FED’in para politikasına endekslenmiş manipülasyonlarla şekillenen ve yürüyen bir iktisadi düzen insanlara cazip gelmez. Aksine çekici, rıza’yı üreten bir nizam makul, hakkaniyetli, işlek memnuniyet sağlayan mekanizmayla tesis edilir; bu da ahlakla sağlanır yani kendine ait üstün bir sistem inşasıyla, inandığın ve düşündüğün ilkeleri hayata geçirmeyle…
Kaybettiğinde herkesin kaybettiği kazandığında yalnız Müslümanların kaybettiği Almanların salgın, Rusya-Ukrayna Savaşı, çip-batarya teknoloji yarışı, enerji savaşlarında çökertilmesi… Bağımsız bir Japonya arayan Şinzo Abe’nin öldürülmesi, ABD’nin Trump-Biden figürleri arasında, Kongre Baskını darbesiyle zayıflatılması, Avrupa ülkelerinin ulus devlet kimliklerini koruyabilme kaygısına düşmesi, İsrail merkezli Ortadoğu inşası, Putin’in küresel burjuvanın en sağlam müttefiki olarak stratejik işgal ve güvenlik tehdidi, Çin’in ekonomik varlığının yine sistemin lordlarınca desteklenmesi, Hindistan’ın yeni ticaret yolları vasıtasıyla kapitalist akıntıya can suyu vermesi, tüm bunlar olurken konforuna, virüs-gıda-temiz su-çevre felaketleri-enerji yokluğu tehditleri karşısında yalnız hayatını sürdürmeye odaklanan, hayat garantisi verildiğinde her eğilime intibak edecek insan portresine karşı Köşeli Türke her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Dünya sisteminin yeni doktrini şekillenirken buna engel olacak, Türkiye’nin ve ümmetin kendiliğini ortaya serebilecek, Kültür Savaşı’nı ve varoluş kavgasını gerçekleştirebilecek Köşeli Türk’e her zamankinden daha çok ihtiyacı var dünyanın.
Köşeli İnsan
İnsanlar köşeli olanlara karşı mesafelidirler; köşelilere saygı duydukları, onların tavırları ve tezlerine katıldıkları hatta kullandıkları halde yuvarlak, akışkan ve amorfları tercih ederler.
Karar vericiler, entelijansiya Köşeli Türk’ün fikirlerini önemser, gündeme getirir, politikalarında kullanır ama ovalleri tercih eder, Köşeli Türk’ün tezlerini amorflarla, yuvarlaklarla konuşur.
Köşeli olan karakterlidir çünkü. Köşeli olan karnından konuşmaz, nettir, meramını sarih ve sahih tezlerle apaçık, saf ve sade biçimde anlatır. Köşeli olan ince siyaset yapmaz, menfaatler çatışmasında genel iradeyi, milleti, ideali tercih eder.
Köşeli kimse şekliyle tezini ve niyetini açıkça belirtir. Her kalıba sığmaz, kendisi bir kalıptır. Bir yerden bir yere kendi şartları içinde geçer, kendi standartlarını belirler. Yuvarlak konuşanların aksine köşeli kimse muğlak ve müphem karşısında apaçıktır. Muğlaklığın, marj bırakmanın, müphemliğin her duruma uyabilme kapasitesi, her yöne akabilme ihtimali, yersiz-yurtsuzluğu, bir zeminden ve temelden yükselmeyen yapısı hegemonyanın, egemenin, erkin emniyet sübabıdır.
Otorite köşeliyi tercih etmez; kendi belirlediği söylemi aktaracak kadar boş, akışkan ve ovali ister.
Köşeli kişi mensubiyet bağları ile karakterini özdeşleştirdiğinden anlam dünyası, değerleri, değer verdikleri için yaşar, yazar, eyler.
Köşeli Türk: Gri de Siyaha Dahil
Köşeli insanı Köşeli Türk yapan öteki, dünya sistemi karşısındaki duruşudur. Çünkü Köşeli Türk kendiliğinin peşindedir, kendi standartlarını belirleyip o çerçevede bir hayat telakkisi geliştirir.
Aslında Köşeli Türk bir anlamda oksimoron, Türk zaten köşeli olur!
Başkalarının belirlediği, küresel kapitalizmin sınırlarını çizdiği, uluslararası ilişkilerin boyutlandırdığı ilişkiler ağının içinde pasif, uygulayıcı değil bizatihi öznedir Köşeli Türk. Kendi düzenini, kendi şartlarını, kendi kılıfını, içeriğini, hiyerarşisini, formunu kendi inşa eder. Batı medeniyetinin felsefi, bilimsel, siyasi, kültürel ilkeleri ve anlayışı kapsamında varlığını sürdürmeyi tercih eden köşeli değil amorf, oval Türk’tür. Çünkü İmparatorluk düzeni Avrupa’da doğan kapitalizme karşı tamamıyla kendi dinamiklerinden, temel kaynaklarından, insanların talep ettiği, memnuniyetini izhar ettiği, cazip bir nizam inşa etmeyi başardı.
Modernitenin, dünya sisteminin ortadan kaldırdığı bu birikime, katiline âşık oval-amorf Türk’e karşı Köşeli Türk, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasını her şart altında, şahsi ikbalinin engelleneceğini bile bile savunur.
Köşeli Türk’ün köşelerinde kendilik bulunur, dünya sisteminin oyunlarını algılayabilecek, zeka-feraset, yolunu çizdiği hakikat bilgisi yer alır. Köşeli Türk’ün köşeleri, kendiliği yani İslam merkezli hayat algısı batar, öteki’ne…
Köşeli Türk için hayat basit ve sadedir, dünyada yalnız hak-batıl, İslam-laiklik vardır, gri alanlar siyaha dahildir.
Haksızlığa karşı duramayan benliğe sahip Köşeli Türk safiyetten alır gücünü, özünü yolda belirleyerek ilerler, çağa uymaya yeltenmez çağın kendisini takip etmesini sağlar.
Diyalektik köşeli Türk’e uymaz, sonu senteze varan, sonu kendi tezlerini, varlık şartlarını başkasıyla özdeşleştirmeye varan, sonu kendini öteki’nin bünyesine katan her düşünme biçimi bâtıldır.
Türkiye’nin dünya sistemiyle, modernist ve kapitalist dünya sistemiyle uyuşması, ona entegrasyonu kabul edilemez. Olmadı, tutmadı zaten. Çünkü ne Avrasya’nın ne Transatlantik’in Türkiye ile İmparatorluk ile entegrasyonu mümkün değil.
Çok kutuplu dünya sistemine girerken “başkalarının şartları altında güçlü görünme”yi, küresel burjuvanın Soğuk Savaş’ta komünizmle yaptığının benzerini ABD ile Çin’i eşitleyerek kurduğu çoklu muvazaalı düzenin basit bir unsuru olmayı kabul edemeyiz. Dünya sistemi Türkiye’yi her kapıyı açmak için kullanamayacağını bilmeli.
Breivik ve Torrent’in İslam ve Türk karşıtı manifestosundaki misyon, bizi kendiliğimizi savunmaya götürüyor; çünkü onların hedefinde amorf ve oval değil Köşeli Türk var. Ne İslam öncesi mitolojiye sığınan tengricilik ne milli-yerlilik karşılar Köşeli Türk’ü, Alparslan’ın “bidat bilmez, temiz Müslümanlarız” dediği hiçbir fâniyi kutsallaştırmayan pürİslam, katışıksız, saf İslam karşılar.
Dünya sisteminin biyo-politikadan, cinsel-politikaya, iktisadi normlardan, salgın, çevre felaketleri, enerji-politikalarına, “her şeyin ölçüsü benim” diyen yıkıcı ben’in yükselişine kadar yeni ideolojisi, tüm sorunların nedeni dindarlar ve İslam diyen gri alanlar siyasetinin amacı Köşeli Türk’ün içini boşaltıp amorflaştırıp, törpüleyip her yana yuvarlayabileceği şekle büründürmek.
Ben yıllarca “şu köşelerini biraz törpüle, şu keskinliğini biraz körelt, şu katılığını biraz yumuşat, şu uyumsuzluğunu biraz kır” nasihatlerinin aksine köşelerimi her gün biraz daha sivriltmeye, sisteme karşı tekinsizliğimi güçlendirmeye, Köşeli Türk olmanın hakkını daha fazla vermeye çalışıyorum.