Yazıyı okumak dergi pdf üzerinden okumak için: Mustafa Çiftci
•••
Anlattıklarını büyülü gerçekçiliğin atom altı dünyasında gezinir gibi efsunlanmış şekilde okuruz. Büyüleniriz, gerçeğin büyüsüne nasıl kapıldığımıza hayret ederek okuruz hikayelerini. Yok dünyanın insanlarını, kurgunun simetrik doğruculuğu içinde görmediğimiz için hayret ederiz.
Hayret edilesidir çünkü Mustafa Çiftci’nin hikayeleri. Çünkü aşina olmadığımız kimse yoktur, çünkü selam vermediğimiz, ahbaplık etmediğimiz, kavgaya tutuşmadığımız, ümüğünü sıkma hissine kapılmadığımız, boynuna sarılıp ağlamak istemediğimiz kimse yok anlattıkları içinde.
İçinde yaşamadığımız topraklardan da bahsetmiyor. Kireç kokulu odalardan, kıraç topraklardan başkasına meftun değiliz, rezidanslar da mekânı değil zaten. Adem’in Kekliği ve Chopin’de bir sanat galerisi var bize yabancı duran, o kadar. O da zaten bir garibanın hayattaki iğreti salınışı gibi duruyor karakterlerin kişisel tarihinde.
Kızgınlıkla beraber bir sevinci paylaşır gibi okuruz Çiftci’nin öykülerini. Hepsini tanımıyor muyuz, hepsini bilmiyor, beraber yaşamıyor muyuz, aynı coğrafyanın, aynı uzamın bir parçası değil miyiz, niye bu insanlar bu kadar büyülü, niye bu coğrafya bu derece çekici… Kızgınlığımız, kızdıklarımızın bize sevimli, komik, trajik şekilde sunulmasından.
Saf ve Mutlak Kötü Yok Öykülerinde
Mustafa Çiftci öykülerinde nefret edilecek, yüzüne bakılmayacak bir karakter var mı, dahası onun hikayelerinde saf kötülük, mutlak kötü, zuhur ediyor mu… hayretimizle beraber hiddetimizin nedeni hala insana inanmamızı, güvenmemizi, tutunmamızı sağlayacak bir anlatı dili oluşturmasından. Ahrette bile karşılaşmak istemeyeceğimiz saf kötüler sakın Çiftci’nin diline, üslubuna düşmesin, mutasavvıf olmamasına rağmen her insandan bir iyi’nin çıkabileceğini gösterebilme yeteneğine sahip. Şartların kötüsü var onda, şartlar iyiyi kötü yapmıştır, o koşulları kaldırdığınızda yine iyi cevheri parlayacaktır!
Bakışının güzelliği mi, coğrafyanın insana yaptıklarının mazur görülebileceğine inancı mı onu bu müspet, belki de Müslüman bakışa itiyor, bilemiyoruz.
Anlaşılan o ki felsefesini içeren doğrudan metinler de kaleme almalı.
En nihayetinde hikayelerindeki tipler hep bir gerçekliğe taalluk etse bile kurgunun bakışında şekillenmişlerdir. Kurguyla doğrulanmış hayatlardan ziyade sınanan, ceremesini çeken, hesabını yaşamın içinde bilfiil veren insan gerçekliğini anlatıyor Mustafa Çiftci.
Hayatın sınavından bir şekilde geçmeyenler, laboratuvar koşullarında, öykücünün güvenli site içindeki izole odasında şekillenen yalıtılmış tipler onun hikayelerinde olmadığı için sahiciliği yakalayabiliyor.
Sahicilik Mustafa Çiftci’yi güçlendiriyor, özgün kılıyor.
Maskeli kötülük esasında edebiyatın, sinemanın, sanatın tüm alanlarının beslendiği ana damarlardan biri. Maskeli kötülük insanı açan, dünyayı şekillendiren varoluşsal gerçekliğin de özlerinden. Çiftci’de maskeler büyük menfaatler devşirmek, kompleks entrikalar için kullanılmadığından yine sempatik, yine insanı arındıran nitelikte.
Büyülü Gerçekçilikten Romantik Gerçekçiliğe…
Kötüye, kötülüğe karşı bu derece naif ve doğrudanlık onun öykülerinin büyülü gerçekçilikten ziyade Anadolu romantik gerçekçi boyutta olduğunu gösteriyor.
Romantik insanlarız…
Romantizmi kadın erkek ilişkilerindeki sathi duygudaşlık ritüelleri zannedenlerin aksine romantizm Anadolu insanını bütünüyle anlatan en bariz yaklaşımdır. Gücümüzü de güçsüzlüğümüzü de romantizmden alırız.
Batı insanı gibi rasyonel olalım, aklımızı hele Anglo-Sakson soğukkanlı aklını, tabula rasa’mıza büyük hesap kitaplar, akılcı çıkarımlar, pozitivist deney ve gözlemlere dayalı bilimsel neticelere göre dolduralım, biz de isteriz. Ama yapamıyoruz. “Hele bir yola çıkalım, Mevla ne gösterir, ya nasip!” diyen bir kültürellik, varoluşumuza işlenmiş. Yaradanla hemhal olma iştiyakı bizi duygularımızın, hislerimizin, hayallerimizin peşine düşürür.
Coğrafyası hayal kurmaya mecbur kılan insanlarız. Biz Türkler bulunduğumuz yerden yani mekândan ve konumdan mutlu olmayan, hep üstünü değil başkasını gözleyen bir milletiz. Hayalleri hedeflerine ulaştığında da süren bir duygudaşlık ve açlık hissi berkitiyor bizi. Mustafa Çiftci’nin öykülerinin tamamında neredeyse hayaller, beklentiler, yırtma’lar, hele bir şunu yapabilsek’ler, hele bir gitsek’ler var.
Onun öykülerindeki akıl küpleri Batılı rasyonalistler gibi değil eni konu kurnazlardan müteşekkil. Anadolu hinliği, şark kurnazlığı tabirinin daha naif sunumuyla karşılaşıyoruz. Akılcı insanlarla konuşmak, başa çıkmak kolaydır, mesele Anadolu kurnazına, ince siyaset işleyen köylüsüne galebe çalmakta. Mutlak ve saf kötü yok Çiftci’de fakat öyle karakterler var ki suya götürüp susuz getiren öyle tipler var ki, hepimizin içini kemiren nefreti büyütür. Anadolu romantik gerçekçiliğini, Çiftci’nin öykülerini bu nedenle yüksek gözlem gücü, yansıtma becerisinden dolayı değil bizim kötülerimizi, kötülüklerimizi kötü demeden bizim önümüze getirdiği için değerli bulmalıyız.
Kendi milletiyle, kendi insanı ve toprağıyla kavga eden edebiyatın, sanatın, düşüncenin geleceği olmaz. Kendi gerçekliği, çelişkisi, sorunlarıyla yüzleşmeyen edebiyat ve fikriyat da manasızdır. Onun hikayeleri insan ve mesele arkeolojisi yaptığı, Anadolu kıtasından tipolojiler ve üstü örtülü meseleler çıkardığı için de önemli. Çünkü bu coğrafyada eğlenceyi, gülmeyi, neşeyi bile boğazımız düğümlenerek yaşarız. Ağlayarak anlattığımız trajik olaylarda mutlaka kahkahalarla güldüğümüz yerler de olur. Başardıklarını kendi yaparken olmayanları kadere havale etmek de bu kültürden… Fakat Çiftci’nin karakterlerinin geneli sahiden, “marifet ehli” gibi “her şeyi Allah’tan bilir.”
Anadolu yaşam mücadelesinin en çetrefil mekanlarından biridir. Mustafa Çiftci’nin öykülerinde iliklerimize kadar geçim sıkıntılarını, hayata tutunmayı, karnını doyurmayı hissederiz. Hemen tüm öykülerinin bir yerinde ekmek kavgası bulunur. Hep “denkleştirerek” yaşayan insanların, borçlarla, erteleyerek varlığını sürdürenlerin doğal hukukunu, doğa durumunu okuruz.
Altta kalanın canı çıksın, insan insanın kurdudur, en güçlü olan hayatta kalır felsefelerinin yaşanarak tecrübe edildiği, atasözü ve deyim olduğu bu topraklarda onun hikayeleri bu felsefelere mugayirdir. Tutunarak, elinden tutarak, yaslanarak varolunur’u anlatır Çiftci. O yüzden de romantik gerçekçiliği temsil eder, o yüzden de bizden birileri vardır anlatılarda, o yüzden de zaman zaman “ah nerede o günler” deriz.
Değişimi bariz, okuyucunun başına kakarak anlatmadığı için hep bir eski günler havasına, nostaljiye düşeriz. Nostaljiden bahsetmese, bir yerlerde hala kendince yaşamaya çalışan birilerini anlatsa bile biz onu nostaljik görmek isteriz, çünkü değişimimizi anlamlandırmalıyız, çünkü orada hala eskisi gibi varolan biriyle karşılaşmanın tedirginliğini yaşarız, kıskanırız onu, hem küçümser, “hala aynı yerde otluyor” der ama gıpta da ederiz.
Kesik Kafasını Onararak Varolan Öykücü
Basit yani sade yaşayan, basit şeylerden mutlu olan insanlardık, sade düşündüğümüz ve davrandığımız için de Anadolu’yu vatan kıldık. Ucuzluğa tahammül edemeyen bir millet idik. Ölümden dirime sadeliğin ihtişamıyla güçlü kaldık.
Mustafa Çiftci’nin hikayelerini nesli tükenen Türklerin belgeseli gibi de okuyabilirsiniz, dönülecek öz niyetine de…
Çocukluk gibidir onun hikayeleri, ana memba yani. Çiftci öykülerinin ana temalarının başında gelir çocukluk. Dönülen öz, ev, vatandır çocukluk. Doğrudanlığın, saflığın, sahiciliğin nüvelendiği dönem… Çocuğun çocuğa ettiği kötülükler, kumpaslar bile bir sempati içinde kaldığından genel öykü mantığına da uygun. Çocuk, anne, şefkate ve merhamete doyamama hissi ölünceye kadar kişilerin peşini bırakmaz.
Eni konu bir felsefedir yaptığı, dış gerçekçiliğin fenalıklarından kaçabileceği adalar, kuytular, şefkatli kollar arar Çiftci ve karakterleri. Hiç kimse saf kötü değilse bile saf iyi de olmadığından tedirgin, kaygılı yaşamanın getirdiği ağırlığı her özne layıkıyla yaşayamaz.
Günümüz kişisel gelişimci felsefecilerin, feminizmi tek hakikat bellemiş kadın öykücülerin yaptığı gibi güçlü olma, benliğini insanların gözüne sokma çabası içinde de değil.
Saf insanı yazıyor çünkü Mustafa Çiftci, bir tarafı aydınlık, derinleri karanlık, sevgiye, ilgiye de, güçlü kalmaya da aç, sinirli, gergin hazımkâr, otoriter ama bir yanıyla şaklaban insan var onun hikayelerinde, her zaman güç için yaşamayan zayıflığıyla da mutlu olanlar var…
Modern ve postmodern günümüz yazarlarının saçma bile denemeyecek temaları ve diline düşmediği için de güçlü Mustafa Çiftci, sahiden öykü yazdığı, anlattığı için…
Haddi bildirilenlerden biri Çiftci… Kendi camiasının, yetenekli gördüklerini giyotine yolladığı, kesilmiş kafasını kendi dikerek varolmayı başaranlardan…
Kısa öykülerine mukabil artık roman tekniğine yakın uzun hikaye kaleme alması da gerekiyor.
Mustafa Çiftci ne yerel ne Anadolu hikayecisi, ulusaldan enternasyonale, kendi insanını evrensel bireye taşımayı başarmış bir yazar; gelenekçi de değil, modern de… varoluşunu kesintiye uğratmaya kararlı bir insan varlığının havuzu gibi onun öyküleri.
Başka bir dünyanın, başka bir insan gerçekliğinin varolup olmadığını merak edenler, arayanlar onun hikayelerine başvurabilir; orada “insan”ı görebilirler!