[Yazıyı pdf formatında okumak için: Tekno-Hüman]
Dünya her paylaşım savaşında, her çatışma ortamında olduğu gibi yeni bir Habil-Kabil sendromuna girdi; milletler yeniden yeni bir paylaşım kavgası veriyor. Fakat bu seferki kavga yalnız enerji kaynaklarının bölüşümü, yalnız doğal kaynakların sömürülmesi üzerine değil üretileni paylaşamama, tüketim ve kazanç kanallarını sahiplenme, çoğalan insan daralan yeryüzünü bölüşememe, kazanımların yok olacağı endişesi ve elbette hem doğadan sonuna kadar faydalanırken bir taraftan da doğanın doğasını korumasını istemekten ileri geliyor.
İnsanlar yeryüzünü üleşememişti hiçbir dönemde fakat bu sefer derin çelişkiyle beslenen bir inatçılık da hüküm sürüyor; geçmişteki yıkımlar, afetler, salgınlar, büyük savaşlar bir şekilde insanın insan-lık’ını hatırladığı süreçleri ifade ediyordu. Varlıkken insan olmak, insanken insan-lık durumunu sergilemek ciddi süreçleri gerektirir. Mağara hayatından rezidans yaşamına kadar geçen evrelerin tümü insan üzerine yapılan yorumların kategorik, tarihsel kaldığının bir göstergesi; çünkü insan belki de kendine izafe edilenlerin tümü, toplamıdır. İnsan bütünlüğü içinde ele alınmaktan ziyade hali hazır vaziyetini anlatan vasfıyla değerlendirilir, o yüzden kimileri kimi zaman insandan umudunu keserken kimileri başka bir zaman hala insanda umutvar olduğunu ifade eder.
İnsanı fenomenoloji zihnin en saf haliyle ele alır, Heidegger bu felsefenin ortasına doğsa bile hocası Husserl’in aksine insanı “ilişkiselliği” içinde görür, Lacan insanı simgesel düzenin, “başka”larının belirlediğini ifade eder. Kur’an hiçbir zaman “saf insan”dan bahsetmez, Allah’ıh kitabı insanın eşrefi mahlukat doğasıyla var edildiğini ve hep “şeytan” ve “dünya” ile imtihan edilerek bir hallere girdiğini yani oluş sergilediğini belirtir; mutlak iyi veya kötü ile değil hadiseler karşısında zalim, merhametli, aklını kullanmayan gibi nitelemelerle anlatır. Belki yeryüzünün şartları, dünyanın doğası belki her dönemin kendi imkanları doğrultusunda insan tanımı değişir, farklılaşır.
Sanayi öncesi hayatı sakin yaşayan varoluş Sanayi İnkılabıyla bir anda haftanın altı günü nefes almanın bile zorlaştığı on saatlik disiplinli çalışma formatına giriverdi. İnsan alışır, insan şartlara göre kendini uyarlayabilir. Kentleşme, yeni çalışma hayatı, yeni ekonomiler, disiplinli toplum gibi modernitenin baskın yaşam tarzına adapte olmayı her tür yan etkiyi atlatarak başarabildi.
Teknoloji ve dijitalin ontolojik bütünlüğe yerleşmesiyle kurulan “insan sonrası” nitelemesi, yapay zekanın özneleşeceği veya her tür teknik karşısında insan-olma’nın mümkünlükten çıkacağı öngörüsünün geçerliliği insanın tarihi gözönüne alındığında çok da gerçekçi görülmüyor. Fethi Naci’nin deyimiyle “insan tükenmez”; başka bir hal alır ama o post-hümanizm yani geliştirilmiş, “eksik ve hatalarından” yani hastalıklarından, yaşlanmasından, zeka sorunlarından azade kılınmış bir varlık olamaz. Çünkü insan eksikleriyle, hatalarıyla, arzularıyla, nefsini varoluşunun önüne geçirmesiyle, tevbe etmesiyle insandır.
Gelenekselden Dijital Tekno-Kültüre İnsan
Tabiatın içinde görece özgür dolaşan insanoğlu moderniteyle, sanayiyle beraber kentlere, sıkı disipline, tüketim arzusunun dizginlenemez açlığına maruz kalsa da ona intibak etmeyi başardı. İnsan hep bir sonraki aşamada Hegelci ilerlemeyi sağlasa bile insani özünü korudu, öyle ki kapitalizm bu sefer tutkuların, isteklerin, sahip olmanın felsefesini, tüketim nesnelerini icat etmeye, üretmeye başladı. Aşılar arka arkaya bulunduğunda, penisilin, ilaçlar ve tıbbi cihazlar keşfedildiğinde, her ürünün seri üretimi gerçekleştiğinde, temel ihtiyaç maddelerinden konfor metaı toplumsallaştığında insan hayatının kolaylaşacağı ve insan ömrünün uzayacağı, hastalıklara çare bulunacağı Aydınlanmacı modernizmi evrensel tek hakikat kılmıştı. Bu açıdan Batı medeniyeti mutlak, örnek alınacak ve intibak edilecek yegane gerçeklik olarak algılanıyordu.
Sanayi sonrası insanı, yeni bir “tür” görülüyordu artık, insanın yeni bir aşamaya geçtiği dile getiriliyordu. Görece insan ömrü uzasa, hastalıkların ilaçları ve aşıları bulunsa, hayatımızı kolaylaştıran Fordist üretim izafi bolluğu getirse de neticede insan-lık niteliklerini aynen devam ettirebildi. Post-hüman döneminde de yapay zekaya benzetilmeye çalışılan insan portresi, Habil-Kabil sendromunu aşamayacağı için yine yeni yıkımlara yol verecek.
Dijital Tekno-kültüre gelinceye kadar insan-lık pek çok evreden geçti; Avrupa Ortaçağ’ı muhtemelen insanın geçirdiği en berbat duraklardandı. Kilisenin ve derebeyinin gölgesinde köle hayatı yaşayan Avrupalı oluş’a kapalı, kendini baskılamış, ümit etmeyi bile unutmuş adeta “robot”laşmıştı.
Yapay zeka tartışmalarında belki üzerinde en çok durulan hususların başında bu robotlaşma, vicdanı, merhameti ya da kötülüğü bilebilen, hissedebilen bir mekanizma imali gelir. Kalp, düşünce, vicdan, duygular kadar akıl için bile “organizma”ya ihtiyaç var. Yapay zekada belirtilen “akıl” bile kodlanmış, algoritmik “yüklendiği” kadarıyla var olabilir; halbuki insan zekasının, ufkunun, hedeflerinin, arzularının sınırı tespit edilemez… İnsanın tarihi aynı zamanda tekniğin de tarihidir. İster lineer ister döngüsel tarih anlayışında olsun, insanın geçirdiği aşamalar hep “bir şeyle” tanımlanma, bir teknikle kendini ifadelendirmeyle ilgilidir. Mesele post-hüman evresine nasıl gelindiğiyle ilgili biraz da… bu açıdan bakıldığında öncelikle modern öznenin çıkışı tüm kanaatleri belirlemiştir. Kapitalizm öncesi insan ile Aydınlanma sonrası insan arasında üretim ilişkilerinden refaha, kanlı tarih yazımından ötekinin inşasına, devlet mekanizmalarından toplum mühendisliklerine kadar sayısız teori-pratik, deneyim gerçekleşmiştir.
Kapitalist özne, doğaya tahakkümden onu dönüştürmeye girişme, tekno-doğa arayışı, sosyal Darwinizm, kolektivizmler, dayanışmacılık, bireycilik, utilitarizm, aşırı üretim, üretimi eritecek yeni kanallar kurma yani kültür endüstrisi, sağlıkta devrimin kapitalistleşmesi, kıta ve dünya savaşları, gayrı meşruyu sistemleştirme, eşitsizliklerin artışına bağlı memnuniyetsizlikler, dijital tekno-kültürle beraber biyopolitika, eko-teo-kültürpolitik insanı ve dünyayı değiştiriyor gösterse de aslında yaşam koşullarını anlatıyor, insan yine aynı doğasında akıyor. Burada enteresan olan insanın değişen dünyaya etkisinin çok az olmasıdır.
Aydınlanma öncesi doğa merkezli insandan yapay zeka eksenli insan algısına geçişte, tüm süfli duyguları ekonomiye, siyasete tahvil etmede gösterdiği verimli tamahkarlık dünyayı insanın değiştirdiğini göstermez; onun intibak etme kabiliyetinin devasa niteliğini ele verir. Elbette dünyada üretim ilişkileri değiştikçe insan ihtiyaçları da yenilenir, işte tam da burada insanın dünyayı değiştirme değil ama kendi gereksinimlerini karşılayabilme yeteneği devreye girer, klasik tüketim alışkanlıkları yerini diji-kapitalizmin kendiliğindenliğine götürür.
Tekno-kapitalizm Sanayi Devrimi sonrasında buzdolabından otomobile insanı “kolaylıklara” alıştırmıştı; diji-kapitalizm bunu daha konformist kılacak boyutlara ulaştırır artık. Evde oturduğu, bir mutfağı, ocağı ve malzemeleri bulunduğu halde yemeğini “uygulama” üzerinden “dışarı”dan söyleyen, alışverişini yine uygulamadan yapıp kapısına bıraktıran insan portresi gittikçe yaygınlaşıyor.
Sanayi ve finans kapital dönemlerindeki sıkı disiplin, kontrollü hayat, faşist siyasi hareketlere karşın şimdilerde dijital üyelikler, diyetler, salgınlar, görünme hastalığı sisteme-devlete daha bağlı ve bağımlı kılıyor. Neoliberalizmin kendi iç iktisadi krizini örtmek için yeni faşizmi, düşmanlıkları keşfeden insan post-hüman değil bildiğimiz en saf, en doğal haliyle insandır. Hem doğanın güzellikleri sürsün hem kazandırsın diyerek çıkarcılığını siyasallaştıran insan, ona güç yetiremeyince sömürme yöntemleri geliştirmişti.
Köleleştirerek köleleşmek, biatlaşarak tâbi-yurttaş olmak, savaşıp kırarak hâmi aramak insanın temel yöntemidir.
Irkçılıktan İslamofobiye, kadın cinayetlerinden cinsiyetçiliğe zalim, kıskanç, kendi yaşam alanını koruma psikolojisindeki insanoğlu mağaradan dijital tekno-kültüre kadar sahip olmak için her şeyi yapabileceğini gösterir.
Süreç insan sonrasını değil aksine insanın kendisini ortaya çıkarıyor!
Aidiyet vurgularından yerliliğe, değer atıflarından medeniyetçiliğe kadar tüm yorumların, tezlerin oturduğu temel dinamik insanın bu asli yönünü ne zaman, hangi şartlarda belirginleştireceğine odaklanıyor.
Yetersiz Bakiyeyle İnsan-oluş
Kapitalist dünya sistemi ürettikçe, yeni formlar ortaya çıkardıkça devamlılığını sağlayabiliyor. Sürekli yeni, sürekli aynı şeylerin yeni formlarının üretilmesi esasında “oluş”un kesilmesini beraberinde getiriyor, bu yeni bir dünyanın ortaya çıkması değil Batı medeniyetinin yeniden üretilmesi manasına geliyor. Nano teknoloji, gen teknoloji ve genetik yapılanmalarla genetiğin ahlakı, yapay zeka, genom, kök hücre, klonlamalar, iklimlendirme çalışmaları, suni et türü gıda teknolojileri, uzay çalışmaları insanı bitirmeyeceği, başka bir boyuta taşımayacağı gibi varoluşunun insan-lık’ı ortaya çıkaracağını göstermektedir.
Kendi kaderini tayin hakkı, her şeyi yapma özgürlüğüne sahip olduğu inancı, geleceğini kendi şekillendirebileceği kanaatiyle birleşince kişinin arzularının tatmininde her tür faşizan uygulamayı seçebileceğini anlatır. Çok yüksek kredi kartı limitine sahip olduğunda mı yoksa yetersiz bakiye ikazıyla mı insan kendine gelir, insan olur… ya da fakirliği yüzünden bir çorbayla iftar açan mı yoksa çok zengin olduğu halde hurma ile iktifa eden mi insan-lık ölçüleri içinde sayılabilir?
Teknoloji halihazırda bir töz değil, yapay zeka gibi insan da bir töz sayılmaz ama doğa tözdür. İnsan dünyadan, ilişkilerden bağımsız bir varoluş geliştiremez, töz olan doğaya da bağımlıdır. Doğanın doğurganlığı, canlılığı, üretkenliği devam ederken insan gittikçe kısırlaşıyor; dijital tekno-kültürdeki çokluk, çoğulculuk ve çeşitliliğe rağmen… Zira günümüzün dünyası aynı tip ürünlerin, kültürün farklı versiyonlarını yaptığı için “yeni” zannediliyor. Doğa, makinalar, din, devlet, kültür, ekonomi, hassasiyetler küresel sistemle iç içe… Kendi kararını kendi verebilen, özerk yaşayabilen bir insan-oluş özellikle dijital tekno-kültürde mümkün görünmüyor. Makine-oluş, teknoloji-oluş ile insan-oluş eş zamanlı gelişiyor.
İnsanın bir takım eksikliklerini giderme, arızalarından kurtarma, yaşlanmasının önüne geçme, genetiğiyle oynayıp istenen ölçüde bir insan, bebek ortaya çıkarma gibi çabalar ya da yapay zekanın dünyaya egemen olacağı, insanın gerileyeceğine dair fütüristik çıkarımlar varlığı, insanın hala tanınmadığını, anlaşılamadığını gösterir.
Velev ki gen teknolojisi üzerinden insanların fiziki zafiyetlerine müdahalede bulunuldu, bu insan türünün sonunu mu anlatır; anlatmaz elbette. Nihayetinde tin, duygular, hisler hala laboratuvara alınamayacak dokunulmazlıkta, bilinmezlikte. Velev ki bir kişi gen teknolojisiyle sağlığına kavuştu, bu onun hastalığından doğan melankolisini de tamir etse bile başka bir konuda yeni bir melankoliye düşmesini engellemez. Melankoliye neden olan fiziki şartlar teknolojiyle giderilse de melankoliye tesir edebilecek bir teknik geliştirilmedi. Merhamet, kızgınlık, basiret, acıma, tedirginlik, kaygının verdiği varoluş halleri, inanma, bağlanma, kıskanma, aşkınlık veya içkinlik durumları yapay zekada toplanamayacağı gibi post-hüman evresinde etkisizleşemez de… İnsan robot değil, teknolojik mekaniğin sabitesine de hapsolmaz, şartları değiştirip ona intibak edebilecek duygu ve düşünce durumlarına rahatlıkla geçebilir.
Mesele post-hüman ile belirginleşecek paylaşım kavgasında insan-lık’ın ne kadarı, hangi hususiyetleri öne çıkacak sorusundan zuhur ediyor. Açık ki kendisinin ve ilk halkadaki ailesinin hayatını devam ettirebilmek için insanoğlu geçmişte olduğu gibi tekno-hüman döneminde de hiçbir ahlaka saygı duymayacak adeta tüm değerleri ezip geçecek.
Mutant Değil İnsan!
İnsan-olma’nın bir tarafında artık tekno-oluş bulunuyor. Bireylerin teknolojiyi, dijital dünyayı ne kadar içselleştirdiğinden ziyade onun sınırlarının nereye kadar ulaştığı önemli artık. Teknolojiyi alma veya almama tercih meselesi olmaktan çoktandır çıktı, insanın işini kolaylaştırma gibi gayeler ve izahlar da dijital-oluşu hayli karşılamayan, daraltan ifadeler.
Qr koduyla işlem yapmaktan çipli dünyaya, hes kodundan tüm “devlet işlemleri”nin uygulamayla halledilmesine, çipli nüfus cüzdanına, sağlıkla ilgili konuların dijitalleşmesine kadar artık tekno-oluş insan-oluşa eklemlenmiştir. Esasında bu tekno-oluş insanı örten, baskılayan değil tam aksine açığa çıkaran bir dünyadır. Doğa ile birlikte varolma, afetlerle, salgınlarla, hastalıklarla, sanayiyle, kent hayatındaki pek çok uyaran ve öteki kültürüyle birlikte varolmanın bir başka boyutu dijital-tekno-oluş’tur.
Mutasyona uğramayan ender türlerden biri insan… belki de şeklen mutasyon geçirse de mahiyeti aynı kalan müstesna canlılardan…
Post-hüman’ın biraz da “mutant”larla anılması, insanın mutantlaşma beklentisi, kadim anlatılardaki “ölüme çare bulma” hedefi çağlar aşan fantezilerden biri esasında. Post-hüman’ın ölüme giden değil ölümden kaçan varlığı anlatması, ikili dünya yerine tekli dünyaya eğilim göstermesi, ahretin varoluşta eksiltili durması çağın genel zihin haritasını verir. Terminatör imgesi üzerine oturan, bir parçası koptukça sürekli onu yenileyebilen, aklını ve duygularını dijital teknolojiyle birleştirebilen mutant efsanesi ve fantezisi bir yanıyla Descartes ve Kant ile açığa çıkan öznenin önde durması ve zihin-beden ikiliğinin tekno-oluşla karşılanmasını anlatır.
Heidegger’in ölüme doğru giden, İslam düşüncesinin ölümle bir arada varolmayı gerektiren varoluş biçimi post-hüman’da yok sayılıyor. Yok sayma, insanın ölümlülüğünü ortadan kaldırmadığı için ölüm dışı düşünmeyle varoluş bir bakıma insanın yeni bir ölümle yaşama düşüncesinin önünü açacaktır.
Giorgio Agamben “ben aslında bu, şu değilim” derken insan-oluş’un sürekliliğine atıf yapar. İnsan öyle veya böyle bir yerdedir ama hep aynı yerde değil! “Robotlaşılacaksa onu da oluruz” diyebilecek açıklığa sahip.
İnsanın ne olduğu hala çözülememiştir, muammadır insan.
Zihni ile duygularının derinliği hesaba gelmeyeceği için taklit edilmesi, kopyalanması, yönetilmesi, post-hüman teorisyenlerinin kalıplarına sığabilmesi, yapay zekaya aktarılabilmesi imkansız. Uzaya gitme hevesi de bu derinliğin arayışa girdiğinin bir göstergesi… Verili toplum düzeni, doğa, devlet, iktisadi ve kültürel örüntüler, ilişkiler ağının rehabilite edileceğine ihtimal vermiyor olacak ki tarihsellikten sıyrılıp sıfırdan başlama adeta Hayy bin Yakzan gibi varoluşunu en baştan tecrübe edip şekillendirme hevesinde.
İnsanın derinliği biraz da tekinsizliğiyle kendini gösterir… Hiçbir canlı, yapay zeka, robot hatta insanın kendisi bile insandaki “öngörülemez”liği üretemez, aktaramaz… İnsanın kodlarındaki tekinsizlik aynı zamanda insan-oluş’un garantisi; yeni bir dünya, yeni bir ahlak tekinsiz duruştan çıkar.
Geleceği dijital tekno-kültürün hesapçılığı, mükemmeliyetçiliği kurabilir elbette ama yeni bir dünyayı ancak zamanın ruhunun, gidişatın insan soyunu yok edeceğini anladığı zaman insanın tekinsizliği inşa edebilir!
Umran Dergisi-Mayıs 2021-Sayı: 321.