Dergiler nicedir fikirlerin kamusal alana sunulduğu, tartışıldığı, çarpıştığı meydanlar olmaktan çıktı, bilhassa çekirdek kadronun iktidar kurduğu bir alana dönüştü. Edebiyat dergileri başta gelmek üzere ürünleri sıraladıktan sonra herkes girdiği angajmanlarla, networkle özerk alanını inşa etmeye başladı; ne kadar kötü öykücü varsa, iyilerle birlikte, ilişkiler ağı içerisinde ödüller aldı, kitaplar yayımladı.
Yazdıklarıyla yol alamayacağını görenler dergi çıkardı, stk kurdu, içeriksiz kamu projeleriyle “saygın yer” edindi.
Felsefeciler şebekecilikte, sahne ışıklarına gülümsemede edebiyatçıları geçti. Üç farklı kamu kurumundan aldığı destekle risale bile olamayacak ansiklopedi yapıp, aynı projenin ürünlerini birkaç farklı yerde yayımlayıp, ahlakçı kavramlar kullanarak rantını örtenler de var. Bu dijital tekno-kültürün bir sonucu. Yadırgamam. Matbu yayınlara alışkın eskiler, whatpad’i, e-book’u, story’lere konan cümlelerden müteşekkil kültürü anlamadı.
Felsefeciler, fikir adamları, psikologlar, edebiyatçılar şimdilerde yeni kuşak değil yalnızca sosyal medya kullanan her yaştan lümpene story’lerinde kullansınlar diye harıl harıl aforizma üretiyor. Bunların benzerleri geçmişte de vardı, yine var olacak.
• • •
21 yıllık yazı hayatımda bir kere yazı gönderdim; 2000’de ilk yazımı Dergâh’a yolladım. O sayıdan sonra hiçbir yayına istenmeden ürün vermedim, sürekli yazı istediler. Bir keresinde bir dergide aynı anda üç yazım yayınlanmıştı, o derginin yayın kurulundakiler sayının tanıtımını kendi internet sitelerine koyarken benim üç yazımı da çıkarmışlardı. Bu oyunlardan lekelenen ben olmadım.
Bir büyük derginin üstad pozisyonundaki editörü “Biz sana hiçbir şey yapmadık, ne yaptıysan kendi emeğinle, kaleminle yaptın” cümlesini kurmuştu. Bu sözden cesaret alarak o kişiye kitabımın yayımlanması için aynı çatı altındaki yayınevi sahiplerine kitabımdan bahsedip bahsetmeyeceğini sorduğumda, “ben karışmam”, deyiverdi.
Birbiriyle konuşmayan iki dergi ve yayınevi editörünün “dizgine gelmeyeceğimi anlayınca”, sanki sözleşmişler gibi farklı zamanlarda “yılbaşında bütün kitapları önüme alıp hangisini yayımlayacağıma karar vereceğim” cümlelerini kurmaları üzerine, ikisine de “benim kitabımı yayımlamayın” deyip, kitapları çekmiştim… birinin sözleşmesi hala durur. Enteresan namazlarını tamamlamadıkları halde poker oynamaya da kalkıyorlar.
Bazı dergilerle yollarımı ayırır, yenileriyle buluşurken hep yazdığım gibi “oluş”a açılmanın özgürlüğünü yaşadım. Yeni yollar siyasal alanın da bariz dönüşümler gerçekleştirmesini sağlayacak yazılar yazmama vesile oldu. Fakat terk ettiği evden çıkarken yazarını da stok malı gibi görüp gittiği yerde aynı işleyişin devam etmesini istemek, üstelik çapsız ve dejenere kültüre mecbur bırakılmak tabi ki zihniyetime ters.
Ahde vefayı hiçbir zaman terk etmedim, etmem; zirveye oynayanın yanından kaçtım, düşenler ilk beni aradı fakat kimsenin kötüyü berkitmek için beni malzeme kılmasına izin vermedim, vermem de.
Enteresan deneyimlerim oldu, ellerindeki gücü kendinden bildikleri için “nimeti de kendilerinin verdiğini” zannettiler. Halbuki onlar İstiklal Marşı’na düşmanken ben gecekonduda, beş kişi bir sobanın etrafında Akif ve İsmet Özel okuyordum;
“Allah’a dayan sa’ye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”
İsmet Özel’den tevarüs [ihsan] edilmemiş asalet ve kadirşinas itaatsizliğime sahicilik arayışını da eklerken, “bulunduğum her ortam, çalıştığım her işte bile” efendilik oynayanlara karşı burnumdan kıl aldırmadan yukarıdan baktım, bakmaya devam ediyorum.
Türkiye İslami dönüşüm geçirmeden, ne beka meselesini halledebilir, ne Ümmet-i Muhammed selamete erebilir, diye yazmaktan hiçbir zaman çekinmedim. Yazının, fikrin nükleer silah kadar tehlikeli olabileceğini yazdıklarımın siyasal alandaki yansımalarından gördüm. Hiçbirinden pişman olmadım, olmam. 17 yaşımdan bu yana yaptığım felsefe okumalarım bana oluş’un pişmanlık getirmekten çok yeni oluş’lara açma temellendirmesi olduğunu öğretti.
Yanlış düzeltilir fakat yaşanan hayat için pişman olunmaz.
• • •
Son yıllarda ülkedeki kutupların hepsindeki buhran derinleşiyor. Matbuatta, hususi hayatında ayrılanlar, birleşenler, yaşamın anlamını bulanlar, yazının ve şiirin boş aslolanın hayatta kalmak için kazanmak olduğunu düşünenler, yeni mecralar, görünmek isteyenler, görünmekten kaçınanlar…
Son zamanlarda evet, yazıların okunurlukları düştü, fikirler tartışılmıyor. Kitaplarımdan dergilerine dosya konusu yapanlar eskiden usulen de olsa bir soruşturma ile geçiştirirdi, şimdilerde al-kullan-hesap verme pervasızlığı kalıcı hale geldi; sorun değil.
Okunma sayısı düşmüş, ne gam!
Bunu söylediğim, isminin bu tür tartışmalarda yer almasını istemeyeceğini bildiğimden vermediğim bir arkadaşım “biz gelecek meçhul okura yazıyoruz, takma” demişti. Yine tartışma ortamının, fikir hayatının söndüğünden yakınan Celal Fedai’ye bu sözü ilettiğimde, “yok öyle bir durum, olamaz, gelecek meçhul okur diye bir şey de yok, fikir, yazı tartışılmak, konuşulmak için vardır” dedi. İkisine de saygı duydum.
Çember daralıyor, yazı yayımlanacak mecralar azalıyor, o yüzden kendime bir “site” inşa ettim, zaman zaman burada yazıyorum. Zirvedekilere kafayı takan bir akrabama, biriciklik, bulunduğun yerde “kendine ait bir hayat inşa etmektir, sen kendi düzenini, dünyanı kur, gıpta edilen olacaksın” dediğimde şaşırmıştı… bir farkla, yaptıkların-yazdıkların Königsbergli’nin dediği gibi, evrenselleşebilecek sıklette olsun!
Mecralara takılmamak gerektiğini düşünerek yazıyorum; Praksis dergisinde kitabım için yapılan eleştiri benim için “3. faz” oldu.
• • •
Rahmetli Fatma İfakat ebem, “Allah kıymetini bilene düşürsün” der idi, baskısı biten kitaplar var, duruyor öylece… şimdilerde yazdığım ve inşallah yazacağım [İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de İslamcılık, Türkiye’nin İslamcıları, Türkiye Merkezli Düşünmek, İdeal Devlet, Türk Düşüncesinin Eşiğinde, Türkiye’nin İdeolojisi, Tekinsiz Türkün Teklifi, Siyasal alan ve diğerleri] kitapların kıymetini bilen yerden çıkması, kıymetinin bilinmesi için Allah’a dua etmekten başka yapacak bir şey yok; tek ihsan edici, rahmet verici, takdir edici O çünkü…
Hiçbir zaman mücessem varlıklar, tanımlanmış kitleler için kalem oynatmadığım gibi suya da yazmaktan imtina ettim.
Yazmak çünkü, Allah’ın bir’liğini taşıyacak güzideleri, geıst’ı, ruhu göreve çağırmaktır!
26 Eylül 2021