YIKICI İYİMSERLİK, SAĞALTAN KARAMSARLIK, KURUCU KÖTÜMSERLİK

Siyasetçiler ve toplum kadar siyaset üretenler de Türkiye’de asıl amacın ve başarı kriterinin “kazanmak” olduğunun farkında. Kazanan haklıdır! Seçimleri kazanmanın, ne pahasına olursa olsun sandıktan çıkmanın, meşrulaştırıcı bir anlamı var. Bu yüzden milletin reyini alabilecek yöntemleri, söylemleri, vaatleri vermenin yanında insan tipimiz kendini mühim kabul ettiren sözleri duymak istiyor. 


Türk Seçmen Tipi

Enikonu hem siyasetçinin kendi ayağına gelmesini, yapacaklarını anlatmasını “kendini değerli gösterdiği için” istiyor hem “bana bunlarla gelmeyin” bilgiçliği, nobran üsttenciliği ile yine kendini tatmin ediyor. Belki de siyasal alanda kitleden çıkıp birey olmaya en çok yaklaştığı yer “sandık sath-ı maili” insanımızın. 

“Ben vermezsem seçilemezsin” ukalalığı ne atomistik yüceltme ne postmodern “hakikatin herkesliği”ne özgü birey yüceltimiyle ilgili… Devlet katında tanınmak, adam yerine konduğunu elaleme göstermek, “ayrıcalık atı”na kendinin de bindiğini ilan etmek Kerim Devlet içinde Türk birey davranışının en yüce değeri. 

Ayağına devlet adam gönderdiği için gerçek fikir ve hissiyatlarını erteleyip “söylenmesi gereken” kamusal ezberleri tekrar etme bilincine sahip “bizim insanımız” kimi zaman sandıktaki reyini bağıra bağıra, kimi zaman ise görünüşte muvafık ama kinini sandıkta “had bildirecek” gizlilikte ilan ediverir. Dünyada reel politikayı en iyi bilen ve uygulayabilen milletlerden olduğumuz kesin. Siyasileri şaşırtmayı, belediye meclisinde farklı, adayda farklı yere oy vererek “muhteşem denge” ve “incelikli mesaj” vermeyi “bilen” bir seçmen bizimki. AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bekleyen asıl risk insanımızın ders verdikten sonra tercihini meşrulaştırabilme, yüceltip mitleştirip göz yaşlarıyla “çok bozmuştu, epey bozmuştu, yani iyi bozmuştu” mazeretinde ortaklaşabilmesi. Sevdiğini âli amaçlar için öldürüp ağıt yakabilen bir demografimiz, tarihimiz var.


Partilerin, İttifakların Tezleri

20 yıllık AK Parti iktidarını sürdürmek ve bitirmek üzerine motivasyon geliştirmiş bir siyasal alana sahibiz. İki ittifakın içinde de aynı ideolojik menşeden gelen partiler bulunuyor. Milli Görüşçülerin, “İslami kesim”in büyük çoğunluğu Cumhur İttifakı’ında iken Millet İttifakı’nda SP bu kontenjanı dolduruyor. AK Parti içinden çıkmış, iktidarın ürettiği merkezden, AKP’den ayrılmış iki parti de Millet İttifakı’ında. Türkiye’de milliyetçi ve İslamcı bir parti var mı, tartışılır. Fakat ülkücüler de iki ittifaka yayılmış durumda. İttifakların dışında ülkücü partiler ile Milli Görüş’ün Refah Partisi bulunuyor. Bu dağınık portre Türkiye’de siyasetin, bir siyasi programı savunmaktan çok merkezi ele geçirmeye yöneldiğinin göstergesi. Her iki ittifakın da 1924 Statükosu üzerinden konuştuğu düşünülürse Türkiye’de siyasetin yalnız rehabilitasyon için yapıldığı anlaşılır. Üstelik iktidar çevresi CHP zihniyetini dindar – muhafazakar kesimleri bastırma, muhalefet ise iktidarı Şeriat’ı getirme üzerinden gayrı meşru ilan ederek kendi kampını toparlayabiliyor. Özgürlük, adalet, hukuk, otoriterleşme eleştirileri ile muhalefetin dev eserleri yıkacağı, ülkeyi yine yokluk dönemlerine götüreceği tezleri kendi tabanlarını tutmaya yeterli geliyor. 

Türkiye’nin otokton paradigmayla çok da ileri gidemeyeceğinin belki de en fazla AK Parti, Milli Görüş çevresi farkında reel politikada. Ancak Cumhur İttifakı bünyesine girdikten sonra “kazanımları koruma”nın ötesine geçemeyen AK Parti ve muhafazakar çevreler her seçimde daha çok “beka kaygısı” yaşamaya başladı. Muhafazakarlığı, varolanı konserve etmeye hasreden iktidar çevreleri merkezden çevreye itilmemenin endişesiyle palyatif tedbirlerin kurtarıcılığına sığınıyor. 

Millet bu panik havasını sezeli çok oldu “ortak bir şeyleri olmayanların ortaklıkları” seçime kadar ne koparabilirsek kâr anlayışıyla yaşıyor. Ne ittifakların tarafları, ne toplum 2023 seçimlerinden sonra hayatlarında çok büyük değişikliklerin olacağından “umutlu”… Türk milletinin tek ereği küresel enflasyondan, ülkedeki hayat pahalılığından bir an önce kurtulmak. AK Parti iktidarlarında daha önce de krizler çıktı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu dalgalanmaları savuşturacağını ve en az kayıpla atlatılacağını “bilen” muhalefeti iktidarı ayırt etmeksizin insanımız, Rahip Brunson’ın geri verilmesi dahil hepsini tolere etti. 

Günümüzde muhalefet ile iktidar çevrelerini kutuplaşma bilincinden ziyade iyimser umut birleştiriyor. Muhalefet, iktidar bu derece yüksek enflasyonla sandıktan kesinlikle çıkamaz konformizmiyle rahat hareket ederken iktidar enflasyona rağmen yerli arabadan insansız uçağa, güçlü dış politika ve azalan teröre kadar “ekonomi dışı” başarılara güveniyor. İki iyimser umuttan kazananın kim olacağını en çok da teorisyenler merak ediyor!


Devrimcilikle Romantize Edilen İyimserlik

Muhalefetin elindeki en değerli araç “iyimser umut”. 

En son 6’lı Masa’dan çıkan kanaat, tüm genel başkanların kararlarda imzasının bulunacağı fikri, muhalif çevrelerde bile kaygıyla karşılandı. Cumhurbaşkanı, altı genel başkanın yardımcılığı, bir tane işleyişi götürecek gerçek Cumhurbaşkanı yardımcısı ile Meclis’i devre dışı bırakabilecek bu vesayet usulü Millet ittifakı taraftarlarını kederlendirse de iyimser umutlarını kırmadı, ne de olsa hala enflasyon yüksek! 

İktidar çevrelerinin iyimser umutlarını ise hayat pahalılığının istikrarlı sürmesine karşı çalışanlara yapılan zamlar, işverenlere sağlanan ekonomik destekler ile her kesime sağlanan imkanların seçime kadar durmadan devam etmesi. İktisadi usulün yanlışlığını kabul etmekten ve her şeye rağmen geri dönüp toparlamaktansa “beklentileri karşılayan dağıtıcılık”, iyimserliği artırırken umutları kalgıtabiliyor mu, tartışılır. 

İktidar ve muhalefet çevrelerinde iyimserlik bol fakat umut zayıf!

İmparatorluk’tan Ulus Devlet’e İslamcılık kitabımda [https://ercanyldrm.com/imparatorluktan-ulus-devlete-islamcilik/  ] AK Parti iktidarını ve İslamcıları iki döneme ayırdım, neoliberal ve Cumhur ittifakı diye. Milli-yerli dönem şeklinde göstersem de aslında temel kopuş Cumhur ittifakı ile yaşandı. Sol liberallerin iyimserliklerini artıran hadiseler de bu iki devrenin geçişiyle birlikte şekillendi. 

Sol liberaller neoliberal siyasallık yürütülürken iktidarı kendi “demokratik amaçları” için kullanabilecekleri konusunda iyimserlerdi. Öyle ki iyimserlik “pervasız sevinç”e dönüşünce, Kürtçüler Rojava, sol liberaller Nomos karşıtı bir siyasal alan inşa edebilecekleri “umudu”na kapıldı. 

2013 öncesindeki iyimserlik hatta Spinozacı sevinç ile Gezi sonrası iyimser umut birbirine taban tabana karşıydı. AK Parti’nin siyasal alanı dönüştüren icraatları, bilhassa güvenlik bürokrasisine karşı tutum Kemalist statükoda kaygıları artırırken onlar da hadiselere iyimserlik cephesinden umutlu bakış sergiliyorlardı. Sabah namazına giden kuvvet komutanları iyimserlikleri kırmadı, Fetö,  post Kemalist, İslamcı, Kürtçü siyasallıkların sindirilmesi ve Cumhur ittifakının bizatihi varlığı bu iyimserliğin sonucuydu! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP eleştirisini askerin alkışlaması iyimser umutları söndürecek cinsten görünmüyor hala.

AK Parti’nin ilk döneminde Kemalistlere, statükoya karşı ittifak yapan Sol liberaller, Erdoğan’ın onları trenden indirmesinden sonra Kemalistlerle, ideolojisi Erdoğan’ı indirmeye ayarlı iyimserlikle ortaklaştı. Gezi olayları iyimserliği “devrimci romantizm”le birleştirerek tarihi, doktriner bir öz de icat etti. Hendek olayları, Fetö, 7 Haziran seçimleri, dış politikada ABD-Avrupa-Rusya ve Ortadoğu ülkeleriyle yaşanan çatışmalar, Doğu Akdeniz krizi, ve 31 Mart seçimleri romantize edilen iyimser umudu artırdı. Yerel seçimlerdeki “halk kolektifleri” enikonu devrimci tarihle örtüştürülerek her bakımdan yeni tözler de keşfettiriyordu. 

Sol liberallerin iyimserliği tamamıyla Erdoğan’ı yenmeye odaklandığından yerel seçimlerdeki sol-liberal-ülkücü-Kürtçü-mezhep ittifakı muhalif iyimserliği beslerken aynı zamanda alttan alta “yeni otoriter dinci rejim”in geldiği kanaatinin doğurduğu karamsarlığı güçlendiriyordu. İyimserliğin karamsarlığı çıkardığı ortamda muhalefetin arzu nesneleri gün geçtikçe tatmin edilemeyen boyuta ulaştı aslında. Doyurulmayan her iyimserlik tehlikeli bir nihilizm, sekülerlik kutsaması şeklinde geri döndü. Anketlerde her seferinde “Cumhur’a kötü haberler” vermenin karamsarlık artıran iyimserliği başörtüsünü bırakan, tarikatlardan, dinden, dindarlıktan kaçan genç haberleriyle destekmenirken sistemin açtığı yarıklara söz geçirememenin ezikliğini de besledi. 


Erdoğan’ın Kazandıran Karamsarlığı

Umutlu iyimserlik Tayyip Erdoğan karşıtı ittifakı, masayı kursa da ontolojik öteki’sini, İYİP ülkücü ulusalcılığını, İstanbul Sözleşmesi’ne muhalif Saadet dindarlığını, HDP Rojava öz yönetimciliğini, Babacan neoliberalizmini, Davudoğlu pragmatizmini, merkez sağ aidiyetsiz çıkarcılığını da normalleştiriyor, meşrulaştırıyordu. 

Son olarak demokrasi, özgürlük derken 6’lı Masa’nın vesayet doğuran, Meclis’i dışta bırakan siyasi modeli muhalefetin iktidar için kullandığı “Pirus Zaferi” ve “topal ördek” durumunu, “karşıtına benzeyerek” yenilmesi vaziyeti en çok da kendilerinin başına gelmişti. İyimserliğin doğurduğu umut, “mahremleştirilmiş umudu” da pazara çıkardı. Muhalefetin iyimserliği bir açıdan çaresizliğin bahanesi, avuntusundan ibaretti. Bir şeyler yapamamanın çaresizliği, “umudumuzu koruyarak yeneceğiz” avuntusu doktrin, seçim vaadi, strateji olamazdı, olamadı da. Muhalif döngü hiç kesintiye uğramadı: biçare muhalefet iyimserlikle kendini ifade ederken umut çaresizliği anlatıyor hatta besliyordu. 

Muhalefetin, sol liberal kanaat önderlerinin, aydınlarının iyimserlik sağanağı altında Erdoğan ne yaptı? 

Karamsarlıktan beslenerek, en kötüsünün simülasyonunu kurup izleyerek siyasetini geliştirdi. Her dönemde “politikada aslolan kazanmaktır, kazanan haklıdır” kuralıyla hareket ettiğinden, insanların etik değerleri konfor alanının geriye attığını bildiğinden, sandık yüceltmesinin aynı zamanda güç istenci beklentisini karşılamaya matuf kılındığının farkında olduğundan popülizm, pragmatizm eleştirilerine karşın oyunu kuralına göre oynadı, oynamaya devam ediyor. 

Ağıt yakıp mitleştirmekte usta toplum yapısının bilinciyle “herkese istediğini veren” siyaseti, öteki’nin bileşenlerini tek tek etkisizleştiren atakları, yüksek enflasyonda bile hala tek büyük aktör ve alternatif kalma gerçeğini kuşattı. Sol liberallerin romantik iyimserliğine karşı Erdoğan gerçeklere dayalı olgucu karamsarlıkla hareket ederek denklemdeki en büyük rakam olmayı sürdürdü. 

Masa’nın kuşatıcı tek ismi İmamoğlu hakkındaki karar, HDP davasının geldiği “aşama”, Fatih Erbakan’ın SP’nin önüne geçişi, masadaki oyuncuların alternatifleriyle görüşmesi, kendinden kopan iki partiyi muhatab almayarak küçültmesi, İYİP’i özne görüp CHP karşısında denkleştiren tutumu sadece enflasyon yüksekliğine bel bağlayan muhalif iyimserliğini ezecek boyuta ulaştı. [Bu yazı yazılırken yayımlanan Tanıl Bora’nın metni bu bakımdan mühim: https://birikimdergisi.com/haftalik/11226/zalim-iyimserlik ]


Kurucu “Kötü”mserlik

Türkiye’nin verili siyasi atmosferi içinde iyimserlikler ve karamsarlıklar yarışırken, merkezden, devlet yönetiminden gitme ve kalmaya odaklı paradigmanın kendini tahkim ettiği gerçeğiyle hareket etmeliyiz. Kimin neye iyimser ya da karamsar baktığından çok dünya sistemi ve onun belirlediği 1924 Statükosu karşısında millet olarak nasıl var kalacağımızı, sistemi etkisizleştireceğimizi, bilkuvve tarihi tecrübeyi yeniden nasıl bilfiile getireceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Her iki ittifakın kazanmasının dünya sistemi ve 1924 Statükosu’na nasıl bir güzellik yapacağına, yapıp yapamayacağına odaklanmak gerekiyor. Millet ittifakının zaferi iyimserleri de karamsarları da umutlandırmayacak, aynı şekilde iktidarın devam etmesi de… 

Yalnızca iktidarın klasik tabanı ve Erdoğan’ın bilkuvve dönüştürme gücü alternatif bir paradigmayı geliştirebilecek ihtimali barındırdığı için iyimserlik katsayısını yükseltiyor. Sadece seçimleri kazandıran bir iyimserlik bu ülkenin yeni bir felaketi olabilir.

İyimserlik ve karamsarlığın ötesinde Asr-ı Saadet ve 1071 sonrası tecrübesini, bilkuvve tözü yeniden fiile geçirme şuuru-iradesi ve eylem kabiliyeti olanların kötümserce hareket etmesi gerekir. Dünyanın, sistemin kötülük üretmeye ayarlı ontolojisinin karşısında Allah’ın vaadine dair ümidi koruyabilmek için en kötüsüne göre kendiliğini belirleyen biz Müslümanlar sistemi, onarıcı, rehabilite ettirici karamsarlıkla değil  “kurucu kötümserlik”le bertaraf edebilir, yerine alternatifini inşa edebiliriz.