Türk düşüncesinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yeri gün geçtikçe sağlamlaşıyor, çok boyutlu hale geliyor.

Tanpınar’ın kendi kimlik bölünmesinin vesile olduğu çoğullaşma, seküler ya da muhafazakâr-İslamcı ayrımı gözetmeden onda kendine özgü olanı koyultacak yorumlar, yaklaşımlar, hissiyatlar geliştirilmesini sağlıyor. Öyle ki Tanpınar, aktüel siyasete uzak olduğunu bildirse de aslında kast ettiği “parti içi oyunlar”dır, yoksa İnönücülükten ülkedeki ve dünyadaki sıcak siyasi hadiselerden haberdar hatta taraftardır. Enteresan olan Tanpınar’ın bu siyasi yönünün, günlüklerinin yayınlanmasından sonra bariz biçimde açığa çıkması olmuştur. Mustafa Kemal, İnönü hakkında etraflı metinler kaleme alacak kadar statükoya, kurucu liderlere yakın, taraflı ve kariyeristtir.

Tanpınar, düşüncesiyle siyasetin arasını ayıracak, tercihlerini kariyeri için belirginleştirecek, geniş çevresini, istekleri doğrultusunda harekete geçirecek karakterdedir. Mektuplarında görüldüğü gibi bürokrat-yazarlara nazı geçecek derecede münasebetleri sıkıdır, onlara şahsî hayatını açar, maddi beklentilerini iletir ve buhranlarını anlatır. Bu anlamda “bastıra bastıra” devlet vasıtasıyla yurtdışına gitmiş, mebus olmuş, hocalık vazifesini rahatlıkla icra etmiş, 27 Mayıs’taki üniversite tasfiyesinden kendini koruyabilmiştir.

Sürekli geçim şartlarından, parasızlıktan, akrabalarından yakınan Tanpınar’ın, evlenmemesinin günlüklere ve tabi ki özellikle romanlarına yansıyan ciddi problemli sonuçları da olmuştur. Günlükleri yayımlandığında özellikle onun 27 Mayıs taraftarı, Menderes karşıtı tutumuyla birlikte kadınlara bakışı muhafazakâr, İslami camiayı çarpmıştı. Beş Şehir’i, Huzur’u yazan, eski musikimizi, sanatımızı naif bir cazibede anlatan bu “estet” nasıl olur da, kendi yaşam alanında adeta lümpenler gibi hisseder, duygu ve düşüncelerini paylaşırdı… İnsanı, aydını kendi bağlamından kopararak idealize etmenin getirdiği sonuçlar hele sahici ise günlüklerin, mektupların karşısında eriyebiliyordu.

Halbuki yalnız günlükleri değil, metinlerinde de darbecilere, statükoya, Kemalist simgelere, dil ve öteki devrimlere taraftarlığına ilişkin gayet sarih pek çok sayfa olduğu halde herkes bunu bir “görev” gibi okuyor, onun “zaafları içselleştirdiği”ni bilmiyor, kabullenemiyordu.

 

Estet Bir Restoratör

Düşünceyi tespit etmeye odaklı bir göz onun Kemalizmi rehabilite etme misyonunu rahatlıkla görebilirdi. Tanpınar, günlüklerinde sarahaten izah ettiği gibi Kemalizmin, Tek Parti CHP’sinin eksiklerini, yanlışlarını görüyor, dile getiriyor ve aynı statükonun, Kemalist zihniyetin geleceğe kalması için yapılması gerekenleri de anlatıyordu… “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”, terkib, süreklilik, hafıza, müphemlik, zaman kavramlarının devrim, yeni, Garp ile birleştirilmesiyle Tek Partinin radikal laikliği ve modernleştirmesinin açtığı yaralar iyileştirilebilir, açık kapanabilir, kopuşlar entegrasyona çevrilebilirdi.

Öyle de yaptı… Mustafa Kemal sonrası metinlerinde örtük anlattığını açıkça yazarak “gençlerin eskiyi bilmesi gerekliliğini” yalnız Selçuklu-Cumhuriyet arası için değil Kemalizmin devamı için de mecburiyet gördüğünü belirtir. Bu anlamda Kemalizmin ve İslamcıların modernlik okumalarının yanlışlığını vurgulayarak yeni’yi asrîlikle karşılayan ve meşrulaştıran bir bakış açısı getirir. Yani İslamcı-Kemalist kutuplar gibi geleneği ve modernliği birbirinin karşıtı, düşmanı gibi değil zamansal sürekliliği ile okur.

Dolayısıyla “yeniyi eski üzerinde geliştirme” teklifi, terkibi erken Kemalizmde bir anlamı bulunmasa da sonraki süreçte “devlet aklı”na yerleşti. Kendisi modernliğe, Kemalist metodolojiye de böylece açılım getirmiş oldu. Döneminde iktidarın sözcülüğünü üstlenen yazarların tavizsiz medeniyet değiştirme tutumuna, Ziya Gökalp gibilerin kültür-medeniyet ayrımı üzerinden yeni zihniyeti meşrulaştırmasına açıkçası Tanpınar katılmaz. Siyasi tüm uzantıları keserek medeniyeti simgeler, ürünler, kültür sahasıyla ele alarak dönemine getirir. Haliyle onda İslam, tam da Cumhuriyet muhafazakârları gibi simgesellikle maruftur.

O bir terkibcidir, Doğu ile Batının, Selçuklu-Osmanlı ile Cumhuriyetin, eski ile yeni kültürün, modernite ile İslam’ın, Anadolu ile İmparatorluk coğrafyasının terkibi… Fakat mesela yeni metodolojiler, kültür formları karşısında eskiyi çok fazla benimsemez, yeni türleri kesinleştirir. Musiki, mimari ürünler, şiir gibi türlerle yeni sanatları, resim, heykel, opera, tiyatro, sinemayı bir arada ele alabilir. Eski sanat ve kültürü çok iyi bilirken sinema, tiyatro ve plastik sanatlarla ilgili metinler yazabilmesi, bu türleri çok sıkı takip etmesi onun derinliği kadar geçiş aydını, araftaki münevver vasfını da gösterir. Tercihte bulunmayarak arafı, ikiliği idealize eder aslında.

Babanzade Ahmet Naim, Elmalılı Hamdi Yazır gibi isimlerin yeni’yi tamamıyla reddedip kendi dünyalarında kapalı kalmalarına karşın o Şemseddin Günaltay, Ahmet Hamdi Akseki gibi geçişi en az zayiatla atlatma fikrindeki aydınlardandır. Fakat Tanpınar, ne derece muhafazakâr diye anılsa da ülkenin geleceğini İslam’da görmez, bu anlamda laik ve sekülerdir. Muhafazakârlığı bütünüyle, geçmişle hesaplaşmama, uzlaşma ve “eskinin modern içinde tanınması”ndan ibaret… Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Behçet Kemal gibi sanat ve edebiyatlarını bile Kemalist kadronun ihsanına borçlu olanların kopuş ve eskinin, Osmanlı-Selçuklu köklerin, İslam’ın reddi üzerine oturan tutumlarının tersine sentezcidir.

Onun siyasi iradece hoşgörülmesinin nedeni ise bu terkibciliğinin “siyaseten değil kültürel” temelde kalmasındandır. Öğretmenken medreselerin kaldırılmasını Mustafa Kemal’den istemesi, bir toplantıda müfredatın değiştirilip yalnız Tanzimat sonrasının okutulması gibi talepleri onun sonlarda bile olsa “halka”nın içinde tutmuştur.

 

Tanpınar Oluş’un Aşamaları

Ahmet Hamdi Tanpınar’ı “oluş”turan bazı hadiseler var…

Öncelikle bir hafta nezarette kalması, intihar fikrine sürükleyen bunalımlar, onun statükoya eklemlenmesinde Cemil Meriç’te de görüldüğü gibi etkili olmuştur. Adeta şeyhi gibi fonksiyon gören Yahya Kemal, parasızlık, idealize ettiği Batıyı görmesi, Şarkı ve Garbı kendi gerçekliği içinde ele almayı öğrenmesi, tecrübe etmesi, kariyerizmi, evlenmemesi gibi olgular entelektüel tarihini belirleyecek kadar etkilidir.

Yahya Kemal üstadındakine benzer sıcak yuva özlemi ara ara nükseder; ailesinin sürekli para isteklerini karşılamak mecburiyetiyle siyasi olana katlanmak zorunda kalmıştır. Necip Fazıl gibi dönemin tüm aydınlarıyla içli dışlı, samimi, yoldaşlık içinde bulunur. Bohemi tatmak isteyen, Batıyı Kızıl Elma gibi gören ama tecrübe ettikten sonra yeme-içme-gezme ve gündelikten oluşan kaba bir yerlilikle ulusalcılık geliştirenlerden biridir. Onun günlüklerini ve mektuplarını Necip Fazıl’ın Babıali’siyle birlikte okumak gerekir.

Memur bir aileden gelmesine rağmen aristokrat olamamanın, asil muamelesi görememenin sancısını çeker, bunun için seçilmiş aydın tavrı için angajmanlara girer, kısmen başarılı olduğunu, istediğini alamadığını “okunmuyorum, hakkımda yazılmıyor” yakınmalarından öğrenebiliriz. Cari ideolojilerden uzak kalması, solu muzır ve cahil, milliyetçileri ve sağı cahil, kuru, zevksiz bulması onun fikir adamı ve edebiyatçılığından çok “estet”liğinden, İstanbul merkezli “Türk zevki”ni içselleştirmesinden kaynaklanır. Bu yüzden “yalnızım”, “demokratım” cümlelerini sık sık zikretmek durumunda kalır.

Ahmet Hamdi’nin Kemalizmin restorasyonu ve İkinci Cumhuriyetçiliği terkib, süreklilik düşüncesiyle beraber CHP ve Tek Parti’yi eko-kültür-politik eleştirisi ve teklifleriyle ilgilidir. CHP’nin tercih ettiği köycülükten nefret ettiğini, köy eksenli ekonominin Türkiye’yi geleceğe taşıyamayacağını belirtir. Karşı olduğu Menderes’in kısmen sanayici kalkınmasını savunarak, siyaseten desteklediği 27 Mayısçıların hala köylülüğü güçlendirmesine ise sert çıkarak, umutsuzluğunu dile getirir.

Siyaset ipi üzerinde yürüyen her derin entelektüel gibi Tanpınar da hülyalarla, rüyalarla bir dünya idesinin peşine düşüp realiteyle karşılaşınca kırılanlardandır.

Dönemi içinde okunmadığından sürekli yakınsa da özellikle 2000’lerde yeniden keşfedilir, yeniden okunur ama yeniden üretilemez. Kendine kök bulmak isteyen, Türk İstanbul ve Alaturka Türk Zevki’ni hatırlayan, huzursuzluktan, arada kalmadan, araftan yakınan, aynen Huzur’daki gibi saflık, samimiyet arayanlar yeniden göz atsa da onu yeniden üretemezler.

Siyasi ve fikri açıdan modernlik eleştirisine girişenin, Osmanlı-Cumhuriyet devamlılığını iddia edenlerin referansı olur ama estetliğini, kendine özgülüğünü sahiplenen çıkmaz. 2. Cumhuriyetçiliği başka yollarda devam eden Tanpınar’dan geriye en çok, Kemalizmi sık sık restore eden gelenek-modernlik sürekliliği, terkibin senteze evrilmesi metodu kaldı.

Önceki İçerikTürkiye Gerçeğini Akad Üçlemesi’nden İzlemek
Sonraki İçerikYaşamak Varolmaya Yetmez
Ercan Yıldırım
Ercan Yıldırım 1977 Ankara - Kızılcahamam doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü mezunu. Bir süre gazetecilik yaptı. Yazıları başta Dergâh, İtibar, Umran ve Cins olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Şafak ve Star Gazetesi Açık Görüş’te yayımlandı. Çağdaş Türk ve İslam Düşüncesi, İslamcılık, Türk Siyasi Hayatı, İdeolojiler üzerine çalışmalarına devam ediyor. Eserleri: Modern Türkün Hikâyesi (Elips Yayınları - 2011) Edebiyatta Türkün Düşüncesi (Elips Yayınları - 2012) Türk Düşüncesinde İslam (Hece Yayınları - 2013) Anadolu'da İslam Ruhu (Dergâh Yayınları - 2014) Zamanın Ruhuna Karşı (Profil Yayınları - 2014) Neoliberal İslamcılık (Pınar Yayınları – 2016; Türkiye Yazarlar Birliği 2016 Fikir Ödülü) İslamcılığın İki Kurucusu (Pınar Yayınları – 2016) Cendere-Gezi’den 16 Nisan’a, Düşünceden Siyasete (Pınar Yayınları – 2017) Kültür Cephesinden Kültür Savaşlarına Türkiye’nin Yeni Kültürü (Pınar Yayınları – 2018; Eskader 2018 Düşünce Ödülü) Yayıma Hazırlama: Şairin Devriye Nöbeti Serisi (İsmet Özel’in gazete yazıları / 12 kitap)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz.