İÇİNDEKİLER
BATILILAŞMANIN DOĞURDUĞU SEKÜLER YAŞAM
DEĞİŞEN TOPLUM YABANCILAŞAN BİREY
YOK OLMAMAK İÇİN ÖYKÜ
İSLÂMÎ MEKÂNLAR
ÇOCUK SAFLIĞINDA İNŞA EDİLEN DÜNYA
İNSANIN OLMASI VE ÖLMESİ SÜRECİNDE AŞK VE CİNSELLİK
KADIN ÖYKÜCÜLERİN KONU SEÇİMLERİ
HAYALLERE KURBAN EDİLEN HAKİKAT
Postmodern / Fantastik Öykücülüğün Bilinçaltı
ÖLMEYİ İSTEMEK YOK OLMAYI SEÇMEK
METAFİZİK / ÖLÜM BİR DÜNYA TASARIMIDIR
İDEALİSTLERİN EVRİMİNDEN TÜRKİYE’NİN SEYRİNE
MODERN ÖYKÜ TEKNİĞİ
POSTMODERN ÖYKÜ TEKNİĞİ
ÖNSÖZ
Modern Türk hikâyesi ile Türkiye’nin modernleşmesi arasında sıkı bir ilişki vardır. Modernleşmenin, özellikle Tanzimat’tan itibaren artık gündelik yaşamda belirleyici bir hal alması, edebiyatın modern bir tür olarak belirmesi, batılılaşan çevrenin “mutlak”laştırılmasını beraberinde getirmiştir. Edebiyatın menşei bir tarafa, Osmanlı’nın batılı eğitim kurumlarında, Avrupa’da okumuş ve adına aydın denen zümresi, batılı değer yargılarının topluma tanıtılmasını ilkin gazete sonra da edebiyatla sağlamaya girişmiştir. Geleneksel sözlü ve temaşa sanatlarının modern türlerdeki koşutluğu epey sürdükten sonra, artık tiyatro, roman, hikâye ve şiir, dünyadaki seviyesine yavaş yavaş kavuşmaya başlamıştır.
Modern Türk hikâyesinin geçirdiği süreç bizi Türklerin batılılaşma hâsılası hakkında bir yargıya götürebilir. Ancak Türk hikâyesinden, batılılaşmanın bizi bir millet olmaya, “kendilik bilgisi”ne ulaştırmada aşama kaydetmeye iletmediğini öğrenebiliriz. Neyimizle bir millet ve kendimiz olacağız? Batılılaşma bize bunu göstermedi. Yalnızca modern çağ ve medeniyetin değerlerine yaklaştığımız oranda varlığımızın bir zaman daha sürebileceği telkinini yaptı. Geleneksel yaşam ve gündelik hayatı sürdürdüğümüz müddetçe başımızın dertten kurtulmayacağını batılılaşmanın unsurlarınca gözlemiş olduk. Edebiyat bizim bu sürece portreler, atmosfer ve zaman izlekleri doğrultusunda tanık olmamızı sağladı.
Türk edebiyatı söz konusu olduğunda “esaslı” ürünlerin daha çok toplumun “doğu – batı” sorunsalı çerçevesinde verildiği yargısıyla karşı karşıya kalırız. Roman ve hikâyede doğu – batı değerlerinin baskısı altında paradokslar yaşayan birey, farklı yönelimlere girmiştir. Yalnızca bu mudur? Bu bireyin doğu ve batıyı tek tek tercih etme iradesini göstermesi, ikisi arasında bir uzlaşıma gitmesi, yaşamını dönüştürmesi gibi modernleşme tarihimizin merkezdeki hususları hiç dile getirilmedi. Çünkü hem edebi ürün verenler hem de roman, şiir hikâye eleştirmenleri, incelemecileri, doğu ve batı derken bile hakikati gözlerden kaçırmak niyetiyle hareket etti. Doğu derken Türkiye’yi mistik, metafizik birtakım simge ve ritüellerle donatılmış, Çin, Hind felsefelerinden bir anlayışa; batıyı da erişilmesi güç fakat vazgeçilmez bir değerler manzumesiyle bir kıldılar. Hâlbuki Türk batılılaşması, modernitenin kendi bağlamıyla örtüşecek şekilde İslâm ve İslâm olmayanın karşıtlığı şeklinde gelişmiştir. Türkiye İslâm’ın güçlü sesi olarak, Avrupa’nın, batı medeniyetinin potansiyel tehdididir. Bu bakımdan herhangi bir Asya, Afrika Müslüman ülkesinin modernleştirilmesinin bir ehemmiyeti de yoktur.
Modern Türk hikâyesi, “doğu – batı” sorunsalını gerek Osmanlı’da gerekse Cumhuriyet döneminde layıkıyla anlatmadığı gibi hep “batı” kefesine destek verdi. Yerli, bu toprakların içinden seslenen hikâyeler, estetik değerlerden uzakta kaldığı için kültürel bir kıymet içermediği gibi, olumsuz bir Türkiye portresi çıkardı. Toprağın ruhunu ve insanımızın kendisini estetik bir çerçevede anlatan hikâyeciler de Türk hikâyesinin yekûnunu oluşturdu. Bu bakımdan modern Türk hikâyesi için sahih ve sahici bir literatürden tam anlamıyla bahis açmak mümkün görünmüyor. Türk hikâyesinin modern edebiyat ve dünyada saygın bir yerini gerektirecek sıklette ürünler açısından zayıf olması, cazibe oluşturacak edebiyat ortamını kuramaması, batılılığın bünyemizdeki karşılığını gösteriyor.
Modern Türk edebiyatı değişim izleği etrafında dolanır. Bu bakımdan edebiyattan beklediğimiz gibi değişimin çoğulcu yönleri hususunda bir yetkinlik göremeyiz. Çünkü aslolan değişim olduğu için sürecin bireydeki, onun içsel dünyasındaki “fırtınaları”nı izleriz. Oysa değişimin bireyin maddi hayatına yansımaları daha önemlidir. Bu, değişim teklifindeki düşüncenin insanlar nezdindeki iltifatına işaret eder.
Bu kitap içindeki yazılar ve modern Türk hikâyesi bize modernin getirdiği teklifin toplumumuz tarafından epey bir süre tereddütle karşılandığını açıklıyor. Meşrutiyete kadar olan zaman diliminde geleneksel anlayışın hükümranlığını sürdürdüğü, sonraki süreçte Cumhuriyetle birlikte hikayelerin hemen tamamen modern bakış açısından yazıldığı izlenebilir. Ancak hem teknik hem de izlekler çerçevesinde 1940’lı yıllar, sanayileşmenin Türkiye’ye demokratik hayatla birlikte girdiği 1950’li yıllar önemli gelişmelerin ve algı farklılaşmasının yansımalarına işaret eder. Yavaş yavaş postmodernin Türkiye’de kabul görmeye başladığı 1970’lerden sonra 80’li yıllarla birlikte modern hayat teklifinin, Türkler tarafından koşulsuz kabul edildiğini gözleriz. Postmodern çoğulculuk ve renkli tayfı kalkan yaparak edebiyatı fantezi, fantastik bir kılıfta sunmaya başladık. Bundan Türk hikayesi de nasibini aldı. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi içerisinde, batılılaşma ve modernleşme gibi bir sorunsal edebiyatı meşgul etmiyor. Çünkü bu düşünceler Türkler’in kafasından, benliğinden çıktı. “Sorgulamalar”, bireylerin eski yanlışları, hep niçin yürürlükteki hayat teklifine zamanında dâhil olunamadığına münhasır kılındı.
Bu kitaptaki tematik düzlem, modern Türk hikâyesini ve toplumunu özetlemesi bakımından yeterince kapsayıcıdır. Modern hikâyemizi okurken, hep insanımızı giderek ülkemizi okuma gayretini güttüm. Çıkardığım sonuçlar ise sadece hikâyenin veya edebiyatın çerçevesi içinde kalmadı. Anlattığımız hayatlara yön veren medeniyeti dünyamızda tuttuğumuz sürece kendisinden söz edecek bir ömrümüzün olmayacağı neticesine vardım.