Kapitalizm bir yalanı, sahteyi, imitasyonu kolektif kimliklerimizle, müşterek biçimde yaşatmanın adıdır. Günümüzün eğilimi post truth aslında siyasal alanın ötesinde kimliğimize içkin bir felsefeyi oluşturuyor… Post truth üzerinden hakikatin ve yalanın günahını, sorumluluğunu sadece ekranlardakine, vitrinlerdekine, göz önündekine dahası siyasal alanın politik aktörlerine yüklemek aslı gözlerden kaçırmayı sağlıyor. Alternatif gerçekliklerin, yalanın, herkesin inanmak istediklerini duymanın tarihi günümüzle sınırlı değil…
İnsanlar ya güç yetiremeyecekleri ya karşılık vermenin ağır sorumluluk ve eylem gerektirmesinden kaynaklı, elbette konforlarını zedelememe adına hegemonyanın, bugünkü küresel medeniyetin tezlerini doğrular görüntü sergiliyor.
Yalanı, sahteyi, taklidi değerli kılan insani tutumlar peşi sıra gündelik hayatın organizasyonundaki acziyetin bir itirafı gibidir! Trump’a post truth üzerinden hakaretler göndermek kapitalist Batı medeniyetinin kültürüne karşı durmaktan çok daha kolay; yalanı ifşa etmektense Trump’ın alternatif gerçekliklerini tartışmak “kolektif günahlar”ın vebalini hafifletir tabi ki!
Suni Et, Post Truth, Yalanı Kolektifleştirme
Günümüzün kültüründe, felsefesinde “ele geçirilen her saflığa bir çamur sıçratma” anlayışı hakim.
Buna denenmişi tekrar etmektense, imitasyonu, replikayı hatta gerekirse reprödüksiyonu devreye sokma da ekleyebiliriz… Keskin ve ideolojik angajmanların yerine “unisex”i siyasal alana yerleştirmeyi, belki lbgti fikrinin meşrulaşmasını, alenileşmesini de buna ekleyebiliriz…
Amorfun yüceltildiği bir çağda kolektif kimlikler sanal anarşizm üzerinden kendini var kılmaya çalışıyor. Siyasal alandaki birliktelikleri aynı kefeye rahatlıkla koyabilirsiniz; partilerin ittifaklarıyla “hayali kolektiviteler”in meşruiyet zeminleri, aidiyet bağına bağlılık tutumu aynı düzeyde.
Kapitalizm insanlardan kötüye rıza gösterirken azami zevk almalarını, tatmini sağlamalarını üstüne müşterek yalanı “milli kimlik” haline getirmelerini istiyor.
Kapitalizmin, dünya sisteminin Soğuk Savaş sonrasında hala bir doktrin ortaya koyamaması yeni dönemin çatışmaların sürekliliği, krizlerin terbiye ediciliği, post truth’un kimliklere içkinliği üzerinden yürüyeceğini gösteriyor.
Kapitalizm dişidir, insanın en zayıf yönlerini kalgıtır, birikime ve konfora dayalı “arzu”larını “öz”sel, doğrudan, bütünlüklü olmasa da imitasyonla, replikayla karşılayabilir. Küresel kültür siyasal alanda, iktisadi boyutta geri, sıkıntılı, yıkıma mündemiç tüm talepleri karşılamadan ama tatmin ettirerek geçiştirmeyi başarır.
Son yıllarda tartışılan “bitkisel et”, “suni et” de bu zincirin son halkasıdır.
Bilhassa Amerikanlaşmanın mütemmim cüzlerinden olan fast food kültürü amiral gemisi hamburgerin içindeki köftenin “gerçek et”ten oluşup oluşmadığı tartışılmıştı; nihayetinde bir firma “bitkisel et” patentini almayı başardı. Artık köfteler suni etten karılacak!
Bitkisel ya da suni et kafeinsiz kahve, kopya koyun, domatessiz menemen gibi değil. Aynı ürünün özünü teşkil eden maddeler yani et demeyi gerektiren canlı, hayvan içeriği yok edilerek tamamıyla farklı bir organizma olan bitkiden ama “et” lafzı sürdürülerek imal edilmeye başlıyor.
Ucuza, Ucuzluğa Hücum!
Bitkisel et, cevheri, mahiyeti ortadan kalkmasına rağmen formu korunarak yeni ama inandırma ihtiyacı hissetmeden gönüllü kanmaya matuf bir zihniyetin dışa vurumu.
Açıklandığına göre bitkisel et, normal etler ile aynı kaloride, aynı tatta, aynı görüntüde olacakmış… hem de daha ucuz ve daha “sağlıklı”… cazibenin zirvesi!
Günümüz insanının sağlıklıyı tercih ettiği zannını fazlasıyla abartıyoruz. Halbuki ucuz, “kaliteli”, göstermeye yatkın, statü belirleyici olduktan sonra gastronomide ayrım yapmayan bir kültürün içindeyiz. Bu manada yediklerinin menşeini araştırmayı salık veren yayınlara karşı insanların tercihleri küresel kültürün bıraktığı imaj yönünde!
Eskiden yiyeceklerin İslamiliği, helal kazanca mı harama mı dayanıp dayanmadığı sorgulanırdı şimdilerde sağlıklı, statü belirleyici, “dışarıda yeme” tatminini sağlayıcı ve ucuzluğuna bakılıyor. Tam da bitkisel etin kabul edilmesine imkan sağlayacak şartlara yani!
Halbuki et, lafzının dışında ontolojik mahiyette bozulmaya mahal vermeyen katılığıyla değerlidir.
Et saflığın göstergesidir, bünyesine harici unsurlar sirayet edemez, biricikliğini cevherinden alır kendi başına bir değerdir.
Oysa günümüzde kapitalist Batı medeniyeti varlığını sürdürebilmek için tüm saflıkları bozguna uğratıp, amorflaştırıyor, sentezliyor, gerekirse imatasyonunu piyasaya sürüyor.
Katkı maddeleri artık gastronominin ötesinde her türlü sektöre giriş yaptı. Tuhaf olan katkı maddesi oranı arttıkça ürünün, sebzenin, nesnenin değerinin azalmasında, fiyatının ucuzlamasında…
Saf olanın, cevherine ve mahiyetine nüfuz edilemeyenin kıymeti her daim yüksek, biricikliğin geçerliliği beraberinde kapitalist iktisadın, kültürün ona dahlini engelliyor, zorlaştırıyor. Kapitalizmi, Batı medeniyetini, modernizmi insanların gözünde yücelten bolluk, ucuzluk, rahat erişilebilirlik… Gıda, sağlık öncelikle insanların gündelik hayatlarında doğrudan etkilerde bulunduğu için insanların beklentilerini karşıladığından modernizmi, Batı medeniyetini güçlendirdi.
Kapitalizm belki tüketim-üretim-pazar döngüsü içinde kimi zaman kısırdöngüler yaşasa da üretim fazlası, tüketim ve konforla cazibe merkezi vasfını hep korudu. İnsan doğası ucuzu, bol olanı sever, arar. Kapitalizm bu öze içkin üretim nedeniyle mekanizmasını yenileyebildi. Zaten kapitalist ilişki biçimlerinin, dünya sisteminin az masraflı, düşük maliyetli yatırım gerektiren ama bol kârlı işlere zafiyeti var. Buna bir de eşitsizliğin, gelir dağılımındaki bozukluğun yol açtığı homurdanmaları çok kolay yollardan telafi edebilme imkanını eklerseniz, bitkisel et gibi pek çok icadı, kültürel ögeyi yaygınlaştırabilir, kabul ettirebilirsiniz.
Pek tabi değil mi kapsamlı kültürel atmosferde sınıfsal farklılıkları gizleyebilirsiniz; yine “hakiki et”leri zenginler ama dozajı düşürülmüş gerçeklikle yoğrulan “bitkisel et”lerle karılan köfteleri orta sınıf yiyebilir.
Sınıf farkını gizleyecek ve orta sınıfı hatta neoliberalizmle alt sınıfları “zengin-varlıklı” gösterebilecek bir konfor, tüketim kültürü yürürlükte. Avm’lerin yaygınlaşmasıyla küresel kültürün tüm unsurları toplum katmanlarının tamamına farklı boyutlarda yansıyabiliyor; aynı avm’ye her sınıftan insan “giriş yapabiliyor.” Bu ayrıcalık ve tatmin imkanı beraberinde alternatifsiz kapitalist ilişki biçimlerini doğuruyor. Dünya sisteminin işleyişindeki en temel ilkenin tekelleşme, tröstleşme olduğunu düşünürsek bitkisel et gibi salvolarla esasında kültürel tekelin ele geçirildiğini takip edebiliriz.
Bitkisel et fikri uygulamada “yerli ve milli unsurlar” tarafından illa ki adapte edilecek, uyarlanacak, doğrudan piyasalaştırılacak ama ne derece yerli ve milli damgası vursanız da bitkisel etin ürettiği kültürü, kapitalist iktisadı ve dünya sisteminin yerleşik boyutlarını engelleyemez tam tersi güçlendirirsiniz.
Bitkisel-sentetik etin varlığı neoliberal düzenin devamlılığına işaret; çünkü kapitalizmden en çok zarar görenlerin çarklara en sıkı yapışan alt kesimler olduğu gerçeği en çok neoliberalizmle tecrübe edildi.
Bitkisel etin tutup tutmayacağından ziyade kapitalizmin kendini sürekli yenileyebilme kapasitesini, bu tür ontolojik darbelerle insan neslini dönüştürebilmesini, safiyeti bozup insana faideli davrandığı fikrini yerleştirebilmesini dikkate almalıyız.
Sorunsuz Dünya Tezine İkna Olmak!
Her kriz kapitalist dünya sistemini yenileme adına takviye gıda manasına geliyor.
Sanayi kapitalizminden teknoloji üretimine, enerji kaynaklarından emlak rantçılığına kadar her dönemde öne çıkan “meta” akabinde ciddi krizler üretiyor. Sanayi kapitalizmi hammadde ve sömürge ihtiyacı nedeniyle iki büyük savaş çıkardı dünyada… emlak rantçılığı ve finans kapitalin kredi fetişizmi 2008 krizini doğurdu.
Dünya savaşlarından sonra “varoluşçuluk” temel felsefe halini alırken mortgage kriziyle birlikte küresel şirketler-ulus devlet kavgası bugünkü manada popülizmi ve güçlü devlet, karizmatik güçlü lider fikrini geliştirdi.
Neoliberalizmle beraber gelir dağılımı farkı derinleşirken kültür endüstrisi “dünyada hiçbir sorunun olmadığı”na ilişkin aktarımları yapmayı başarabiliyor.
Hayır, şirketler ve dar büyük burjuvanın yol açtığı hiçbir problem yok; gıda krizi, gdo’lu gıdanın yol verdiği sağlık sorunları, enerji savaşları, iflaslar, ödenemeyen krediler, daralan ekonomiler, zararın tamamını ücretlilere, prekaryaya, işçilere ödetmeler bir sorun teşkil etmiyor; tam aksine kapitalizmin deştiği yaraların temel nedeni İslamofobi, göçmenler, mülteciler, sürgünler, radikalizmler, IŞİD, el Kaide…
Kapitalist dünya sistemi okları başka yöne çevirmede ve dünyada işlerin mükemmel gittiğini propaganda edebilmede mahir; devamlılığı bu simülasyonu yaratabilmesinde.
İnsanlar daha fakirleşirken, sağlık sorunları gittikçe artarken, gıda krizlerine temiz su, temiz hava sıkıntıları eşlik ederken, insan potansiyeli, dünyanın verili tüm kaynakları tekellerin eline geçerken Batı medeniyetinin burjuva sisteminin bizler için yeni tüketim maddeleri, yeni konfor kanalları, yeni statü sembolleri inşa ettiğini ve “hizmetimize sunduğu”nu öğrenerek rahatlıyor ya da inanmış gibi yapıyoruz.
Dünyada insanlığın temel sorunu meseleleri, sömürüyü gördüğü, farkettiği, bildiği halde kendisine sunulanları bir “gelişmişlik göstergesi” gibi algılama, kabullenme pasifizmi göstermesi; bildiğin felçli hali!
Omurga kıran, Felç Yapan Sistem
Bitkisel et insanın özünün olmadığı teorisini bir nebze doğrular öyle ya dünyaya gelen herkes bir biçimde özüne uygun davranabilmeyi, kendine sunulanların menşeini araştırmayı, gördükleriyle amel edebilmeyi, “doğası”na zıt bu tür mamül maddeleri reddedebilmeyi başarmalı.
Günümüz insanı reddetmeyi bilmiyor, öğrenmekten kaçıyor, kabullenerek içselleştirmeyi geleceği için, kendi küçük bekası için bir çıkış görüyor. Bir nevi felçli hali! Bakıma muhtaç, herkesin bakıcısına teslimiyetinin benzerini yaşıyoruz… Dileyen bunu omurgasızlık biçiminde de anlayabilir.
Felçliler irade etse de yapamaz; omurgasızlar bildiği, gördüğü, idrak ettiği halde irade eylemekten kaçar.
Kapitalizmin yazılmamış birincil ilkelerinden biridir; modernizmle tanışan her bireye, “ne verirsen gider.”
Tanzanya’dan Moğolistan’a, Fransa’dan Çin’e insanlar küresel kültürün ürettiklerini reddetmekten imtina ediyor tam tersine “müreffeh ülkeler seviyesi”ne çıkmak için yırtınıyor…
Bunun içine uzaya yollanan uydulardan son sistem bilgisayarlara, sosyal medya ağlarından niteliğini bildiği halde “ama lezzetli” diyerek yenilen “bitkisel et”e kadar pek çok unsur giriyor. Bu açıdan kapitalist dünya sisteminin ve küresel kültürün “ne versen gidiyor” demeyi gerektirmeden insanların “ne versen kabulümüz” aşamasına geldiğini belirtmek gerekir.
Omurgasızlık, felç hali, iradeyi eylemden çıkarma ameliyesi iktisadi refaha gelip dayanır, böyle hallerde siyasal alandan gündelik hayata kadar radikal değişimler toplumdaki homurtulardan belli olur.
Unisex Çuvalındaki Kolektifler
Siyasal alanda son yıllardaki rahatsızlıklar kapitalistlerden bile önce insanımızın “uyandığını” gösteriyor. İttifaklar sistemi, amorf söylemleriyle Ekrem İmamoğlu karakteri bitkisel et ile aynı hassasiyetleri içeriyor; fonksiyon icra ettiği, toplumsal doyumu sağladığı, konformizmi koyulttuğu oranda “köşeli”, radikal, dünyayı anlamlandırma gayreti güdenlere hiç gerek yok; tam tersi amorf, sentez, aynı tadı ve duyguyu verecek imitasyonlar insanlar için reddedilemeyecek sıklettedir.
Bitkisel etin patentini aldığı, lbgti platformunun kamusal alanda meşruiyet zincirlerini kırdığı günümüzde saflık değerini kaybetti. Orijinal fikri katı muhafazakarlık muamelesi görerek sadece gerileme saiki biçiminde algılanıyor. Unisex kültür beraberinde birbirine benzemezlerin aynı mamül maddede buluşmasına yol verebiliyor.
Kolektif karmalar, saflık jargonu dışında sadece ihtiyaçları gündemine alan koyu utilitarizmle birbirine bağlanınca amorfu normalleştirebiliyor. Kolektifler aynı çuvalın içinde yolculuk yapma fikrinden rahatsız değil, içine ne var ne yok atabileceğiniz bu “unisex çuval” gövdeyi İskandinav ülkesi milli gelirine yaklaştığı sürece makbul!
İstanbul ittifakında HDP’den ulusalcılara, seküler yada dindar ülkücüden İslamcıya kadar herkesin kolektif çuvalı içinde kendine yer bulabilmesi “saflığın, orijinalliğin, sahiciliğin” ayrıştırılabilir, yeniden tanımlanabilir boyutuna getiriyor meseleyi, o zaman Trump’a atfedilen post truth, alternatif gerçekçilik, her yerde yaşama geçiyor.
Bitkisel etin uluslararası hukuka girişi ile beraber rahatlıkla ABD’nin niçin Çin’e açıkça dalmadığını, niye binlerce modern silah verdiği Kürt devletini kendi eliyle ilan etmediğini, Akdeniz’de niye tarafları çatıştırmaya çalıştığı, S-400 tartışmasının bir anda neden sönüverdiğini izah etmek zorlaşmıyor.
İkame, kapitalist sistemin birincil metodlarından biri, amorfu geliştirdiği, sentezi belirlediği gibi imitasyonu hakikat boyutuna getirebilir.
İstanbul Belediye Başkanı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın replikasından ibaret vasfı yeni dönem siyasal alanın kısa bir özeti gibi…
Buna reel yerli ve milli anlayışı da ekleyebiliriz… biraz İslam biraz özcü Türk, bolca statüko unsuru, az az neoliberal iktisadiyat…
Küresel kültür, kapitalist dünya sistemi imitasyonu ve replikayı hakikatin-orijinalin yerine “ikame” ederken, kötüyü, bitkisel et gibi gudubeti normalleştirdiği gibi reprodüksiyonla çoğaltır.
Kapitalizm orijinali ve saf olanı bozarak gelişir, büyür, güçlenir. Rezaleti, basiti, düzeysizi kamusal değer haline getirdikçe, uygarlaştırdıkça geçerliliğini artırır…
Arzuları doyurmakla, yeni arzular peşinde koşturmak küresel kültürün en büyük marifetidir.
Başka Dünya Mümkündür, İmitasyonu
Dünyadaki krizler, kapitalizmin ciddi buhranları 2000 öncesi muadillerinden farklı şekilde öldürmüyor, süründürüyor, zamana yayıp felçli hale getiriyor.
Bitkisel et gibi donelerle buhranı tatmine bile yönlendirebiliyor.
Kapitalizmin başarısı en kötüyü örnek gösterebilme, fenaya razı edebilmede… Alternatifsizlikten kaynaklanan tekeller bitkisel et gibi çaresizlikleri “fırsat” gösterip hem lezzetli hem ucuz hem aynı tatta diyebilme başarısıyla kötüyü mükemmel kalıplarında sunabiliyor.
Halk cephesinden bakarsan kolektif hareketler müşterek yalanı yaşatabilmek için örgütleniyor. Reyonlardaki pek çok üründe görülen “benzeri ürün” ifadesinin yeni hali “Et bulamadıysan et benzeri ürün ye; nasılsa aynı lezzette, aynı formda hem daha sağlıklı hem daha ucuz” kılığına girince “isyan ettirmeyecek tatmin” yerine getirilmiş olur.
Yediklerinden, seçtiklerinden “et tadı alıyorsun ama et düşüncesi” geliştiremiyorsun… önemli değil ucuzluğu, bolluğu, statü mekanları ve sağlıklı propagandasıyla arzunu gerçekleştirip tatmini sağlayabiliyorsun.
Öznenin, insanın bitişi biraz da amorfu, imitasyonu, reprodüksiyonu aslın yerine koyan, post truth ile müşterek yalanlarımızı sistemleştiren kapitalizmle sağlanıyor. Artık ne insan, ne birey, ne toplum ne devlet… hiçbiri özne değil! Bitkisel eti icat-imal eden kapitalist ruh, tarihin de, zamanın da, geleceğin de öznesi…
Ontolojik kaymalar çağında imitasyonu safiyete tercih eden insan, beklentilerin oğlu olduğunu, felçli ve omurgasız yaşamayı varoluş biçimine dönüştürmeyi kabullenmiş durumda.
Kapitalizm yıllardır insana “en kötüye, betere, fenaya ısındırıyordu” artık toplumlar “ne verirsen gider” düşüncesini normalleştirdi, hergünküleştirdi…
Bitkisel et üreten, et benzeri ürünlerin rıza inşasını tamamlayan kapitalist dünya sisteminde hala büyük anlatılara, radikal çözümlere, kapitalizme alternatif iktisadi modellere yer olduğunu düşünebilir miyiz… Müslüman olduğumuz için evet!
“Başka bir dünya mümkündür” fikrini de kapitalizm gerçekleştiriyor; saflığı bozup imitasyonu orijinalin yerine ikame ederek başka dünyaları açıyor, açığa çıkarıyor…
Şimdilik kapitalizm “başka dünyanın mümkünlüğü”nü de elimizden alıyor… Replikalarla, reprodüksiyonlarla alternatif gerçekliklerini, post truthlarını bitkisel et, unisex, ittifaklar düzeni ile sağlıyor.
Tabi saflık kaybolup her şey imitasyondan ibaret hale gelince yeniden orijinallere ulaşmak, imal-icad etmek mümkün mü sorusu bir tarafta duruyor.
Hakikat çok da uzaklarda gezinmez, yanı başımızdadır her zaman, nasibimiz olduğunda ona ulaşırız, nasip iyi niyete, saflık arayışına bağlı olarak açığa çıkar…
Kapitalist dünya sisteminin “beklentilerini karşılamadığımızda” hakikatle yüz yüze gelebiliriz o zaman “imitasyon başka dünya” yerine “orijinal başka dünyalar” kendini bize tanıtıverir!