Yazıyı PDF formatında okumak için: Ercan Yıldırım’ın Penceresinden Ülkemizin ve Dünyanın Ahvali-Ömer Kantarcı
Birbirinden çok farklı alanlarda, eşzamanlı yaşanan birtakım hadiseler bigâne kalamayacağımız bir şekle dönüşeli çok oldu. İçinde bulunduğumuz çağ, çok yönlü politik kavgaların denge unsuru olmaya-her an değişebilen çıkar düzeneklerinin olağanlaştığı bir vasata evrildi. İmaj, algı, psikolojik üstünlük hesabına çalışan, dünya kamuoyunu yönlendirmeye hevesli o kadar ülke var ki. Dünün dostları bugünün düşmanları olabiliyor. Düşmanca söylemler yerini kardeşlik söylemlerine bırakabiliyor.
Siyasi bilinç ile çok yönlü okumalar yapmak, aktüel hadiselere daha bir dikkatle bakmayı ve yorumlamayı gerekli kılıyor. Problemlere tarihî arka planından da yaklaşmak meseleleri anlamamızı kolaylaştırabilir. Mesela benim yaşadığım yerde büyük ninelerimizin yaramazlıktan illallah dedirten çocuklara “Urus” demeleri boşuna değildir. Bunu bir ırkçılık diye yorumlayanlar olsa da yüz sene öncesinde karşı karşıya kalınan felaketlerin toplum hafızasında farklı türlerde kalıcı hâle gelebildiğini görmek gerek.
Ercan Yıldırım’ı dergi ve gazete yazılarıyla ülkemizdeki düşünce problemlerini, İslâmcılık hareketi ve önderlerini tarihî arka planı ile inceleyen, bu kapsamda nitelikli çalışmalarıyla tanıyoruz. Son kitaplarından biri çağdaş siyasetname türünde[1] diğeri Türkiye[2] ile alakalı olan Yıldırım’ın dikkatimi çeken son yazılarından biri “İslâmsız vatanperverlik”[3] meselesini ele alıyordu. Yıldırım ayrıca kendi internet sitesinde de güncel olaylarla ilgili düzenli ve sık aralıklarla, tarih ve toplum değerlendirmeleri yaptığı, dünya sistemindeki dönüşüm ve kırılmalara değinen makaleler kaleme alıyor. Burada entelektüel, siyasi ve ahlaki meselelerimizi kavramak bakımından önemli gördüğüm birkaç yazısına biraz daha yakından bakmak istiyorum.
Yaşadığımız Günler
Politika yapıcı çevrelere ve kanaat şekillendirici çevrelere sirayet eden ırkçı ve etnik vurgulu ayartıların muhtelif veçheleriyle muhatap olduğumuz bir süreçten geçiyoruz. 2000’lerin ikinci yarısından itibaren Türkiye’de yaşananlara bakıldığında Cumhuriyet mitingleri ile başlayan ulusalcı-Kemalist Türkçülük, seküler milliyetçilerin Türkçülüğü, Türk-İslâm anlayışı ile oluşan Türkçülük, İslâm karşıtı tengriciliğin Türkçülüğü ve mülteci karşıtı çevrelerin Türkçülüğü gibi akımların birtakım mahfillerde karşılık bulduğu görülmektedir. Düşünce ve eylem bazında bizi gerileten bu hareketlerden küresel sistemin karşısında durabilecek antiemperyalist bir tavır ve duruş beklemek beyhude bir çaba olur. Ercan Yıldırım tam da bu ortamda dünya sisteminin işlerin yürümesi için oval Türk’e yol verdiğini belirtiyor. Birlikte okuyalım: “Sistem amorf, beyzî, yuvarlak, her şeye eyvallah edebilecek, kendisine yüklenecek tüm kimlikleri benimseyebilecek, görevleri ifa edebilecek, cari küresel dengelere ve düzene itirazı bulunmayan akışkan, oval insan-toplum-millet ve Türk tipi imali için çalışıyor.”[4]
Yıldırım, kapitalist dünya sisteminin tarihin en sorunsuz, alternatifsiz ve tehditsiz dönemini yaşadığını ifade ediyor. Böyle bir ortamda kimsenin cari olan ekonomik ve siyasi sisteme çomak sokabilecek paradigma geliştiremediğini vurguluyor. Aksa Tufanı Harekâtı’ndan beri devam eden İsrail işgalinin, ihlal edilen her türlü insani durum ve soykırıma rağmen hâlâ sürmesi Müslüman ülkelerin ne denli siyasi ve ahlaki kriz içinde olduklarını göstermesi açısından acı bir örnek. Bildiğimiz ideolojilerin farklı istikametlere yöneldiği hatta kapitalistlerin bile kendi sistemlerinin aşırılıklarını budadığı bu dönemde kapitalizm karşıtı yegâne hayat tarzının İslâm olduğu unutuldu, insanların birçok meseleyle aynı anda uğraştırılması neticesinde gerçek sorun olan küresel kapitalist medeniyetle mücadelenin farkına varılmadı. Bunda liberal politikaların yaygınlığı, kredilere bağlı yüksek standartlar, dinî hassasiyetlerin zayıflaması ve konformizm bataklığından yetişen nesillerde meydana gelen “dert etmeyen insan gerçekliğinin” de etkisi büyük. Ülkemizdeki acı gerçekleri ifade etmekten kaçınmayan Yıldırım’ın şu tespitleri bir hayli düşündürücü:
“Türkiye’de insanlar iffetsizlik, ilkesizlik, idealsizlik, konfor ve konformizm cenderesine alındı. Berbat bir özcülük her yeri kapladı; kimi kendine milattan öncenin sonradan yazılmış simgelerle dolu efsanelerini örnek alıyor kimi Kemalist-laik anlatıyı kimi de tarih dizilerinde şekillenmiş geçmişi ve dinî muhafazakârlığı… Kitabi olana en yakını eleştirel bakışı yüksek dindar gençler.”
Tecrübe ettiğimiz süreci farklı açılardan kritiğe tabi tutan Yıldırım ayrıca dünyada cari sisteme karşı çıkmak için sadece teknoloji ile geliştirilmiş savunma hamlelerinin, elektrikli araçların çoğalmasının yeterli olmayacağını, bunlarla birlikte zihnin kolonizasyonuna son verecek bize özgü hayat tarzını, gündelik hayatı, eko-politik, hukuk ve eğitim düzenini, ilkelerini belirlemenin de önemine vurgu yapıyor.
Tüm bu karmaşık ve kaotik düzenden kurtulmanın esas yolu Yıldırım’a göre “Köşeli Türk”ün sağlayacağı harita ve pusuladan geçiyor. Bu kavramın ifade ettiği karakter şöyle özetlenebilir: Köşeli Türk, ovallere karşı karakteri, kendine özgü fikirleri/standartları olan ve her kaba sığmayandır, dünya sisteminin karşısında konumlanır. Ona göre kavramın ifade ettiği şahsiyetin bariz vasıflarından biri haksızlığa karşı çıkmasıdır. Köşeli Türk, İslâm merkezli hayat algısına sahiptir, modern kapitalist sistemle uyuşması imkân dâhilinde değildir, hayat basit ve sadedir, onun için yalnız hak-batıl mücadelesi vardır. Türkiye’nin bu perspektifle politika geliştirmesi, başkalarının şartları altında güçlü görünmeyi veya “küresel burjuvanın Soğuk Savaş’ta komünizmle yaptığının benzerini ABD ile Çin’i eşitleyerek kurduğu çoklu muvazaalı düzenin basit bir unsuru olmayı” kabul etmemesi gerekir.
Makalenin son cümlesi Yıldırım’ın temellendirdiği Köşeli Türk’ü net biçimde tarif etmektedir: “Ne İslâm öncesi mitolojiye sığınan tengricilik ne millî-yerlilik karşılar Köşeli Türk’ü, Alparslan’ın ‘bidat bilmez, temiz Müslümanlarız’ dediği hiçbir faniyi kutsallaştırmayan pür-İslâm, katışıksız, saf İslâm karşılar.”
Suriye Merkezli Gelişmeler
Aralık 2024’ün başlarında Beşşar Esed’in Suriye’yi terk edişi ve Ahmet eş-Şara yönetiminde yeni bir siyasi oluşumun ortaya çıkması Suriye meselesini daha çok konuşmamıza, farklı tartışma başlıklarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Ercan Yıldırım, yeni Suriye yönetimi etrafındaki tartışmalara değindiği makalesinde[5] Esed yönetiminin düşmesi ve sonrasındaki gelişmelere dair bazı çevrelerin dile getirdiği ‘ABD-İsrail işi’ gibi yorumları eleştiriyor, Esed rejimi ayaktayken de bölgede ABD-İsrail’in güçlü olduğunu hatırlatıyor. İktidar veya muhalefet tabanı fark etmeksizin her kesimin yaşanan gelişmeler karşısında “büyük oyunları, üst aklı, küresel güçleri ve komploları” görenlerin bir hayli arttığından söz ediyor. Bu durumda da komploculuk normalleşiyor, sonuçta “doğruyu yanlışlayarak anlatanlarla yanlışları doğrulayarak aktaranların etkisinde yorumlanıyor Suriye gelişmeleri.”
Yıldırım’ın ifade ettiği ve Suriye meselesinde de karşımıza çıkan “kendi savunduğu fikri, sevmediği birisinden duyunca o fikre karşı çıkma” gibi paranoyak bir durumun olağan hâle gelmesinde siyaset edenlerin kullandığı dil ve üslubun payının çok olduğunu belirtmek gerekir. Parti ayırt etmeksizin diyebiliriz ki kitleleri elde tutma veya daha çok gündem olma-oy alma iştahı siyasi mekanizmanın söylemlerini tersyüz ediyor.
Yıldırım, Suriye’deki gelişmelere ne bir zafer ne de ABD-İsrail kazandı şeklinde bakılmaması gerektiğini belirtiyor. Kendi cümlesiyle söyleyecek olursak “tembelleştirici, konformist iyimserlikle, teslimiyetçi karamsarlık dışında bir bakış açısı geliştirmek mecburiyetindeyiz. Sürecin faili kim olursa olsun Müslümanların kazançlarına, yapabileceklerine, potansiyellerini nasıl fiile evrilteceklerine, Türkiye’nin bu süreçte ne derece rol alıp geleceğe yatırım yapabileceğine odaklanmak aklıselimin, makulün, maruf bakışın bir neticesi.”
Yıldırım, Suriye’deki gelişmelerin hayırlı taraflarına daha çok değiniyor. Suriyelilerin Baasçı, zalim Esed rejiminden kurtulmaları, Türkiye ile geliştirilecek sağlıklı ve çok yönlü ilişkiler, Rusya ve İran’ın bölgeden çekilmesi, etnik ve mezhebi azınlığın çoğunluğa tahakkümünün sona ermesi, bölgenin terör gruplarından temizlenme ihtimalinin bulunması bu kazanımlardan.
Yazarın olayların sıcaklığı üzerinde iken kaleme aldığı bu değerlendirmelerden sonra birçok gelişme yaşandı. Yeni Suriye yönetimi ülkenin yeniden inşası için bölgedeki Arap devletler ile temiz bir sayfa açmaya gayret etti, dünya nezdindeki meşruiyetini tesis etmek için ABD ile temasa geçti, İsrail aleyhine ise güç dengesinden dolayı herhangi bir adım atamadı. Buna karşın İsrail ülkenin zayıflığını fırsat bilerek işgalini daha da artırmaya devam etti. Süveyda ve diğer şehirler üzerinden ülkede bir iç karışıklığı körükleyen soykırımcı İsrail’in yaptıkları artık şunu ortaya koydu: Başta Türkiye olmak üzere İslâm ülkelerinin işgal rejimini kınamanın ötesine geçen bir şeyler yapması gerekir. Bu sebeple Yıldırım’ın Suriye meselesine bakışında komploculuktan uzak hakkaniyet vurgusu önemli. İslâm dünyası ve önde gelen köklü devletler Siyonistlere karşı ekonomik, politik ve askerî yaptırımlara başvurmadığı sürece işgal rejiminin yayılmacılığının artarak devam edeceği açık. Yıldırım Suriye odaklı son yazılarından birinde ise ısrarla şunun altını çiziyordu: “Suriye’nin, toprağı vatanlaştırmaya, unsurları ve toplumu milletleştirmeye, insanları Suriyelileştirmeye, memleketi ülkeleştirmeye, yurdu devletleştirmeye ihtiyacı var. Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlaması, üniter-İslam-Sünni-Arap-Cumhuriyet niteliğini yerleştirmesi sadece Suriye için değil, Türkiye, Ortadoğu, Ümmet için de bir vebal, görev ve sorumluluktur.”[6]
Bitmeyen Bir Tartışma Alanı Olarak Hutbeler
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan hutbelerin son zamanlarda daha fazla tartışılmaya başlandığı görülmektedir. Bu tartışmalar Diyanet’in/siyasi merkezin lehinde veya aleyhinde olabilmektedir. Esasen hitap, hatip, muhatap kelimeleriyle aynı kökü paylaşan hutbeler öteden beri ülkemizin bitmeyen tartışma konularından biri olmuştur. İlk defa 1911’de Türkçe olarak okunan hutbesinden Balıkesir hutbesi ve 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrası gibi örneklerine varıncaya kadar hutbelerin siyasi alanla irtibatlı olduğu açıktır.[7] Hutbelerin 2010’ların ortalarından itibaren gözden geçirilmesi, aktüel yeni meselelerin işlenmesinin kapısının aralanması da biraz bununla bağlantılıdır.
Diyanet kurumunun çalışma sahası ve ilgilendiği alanların (din hizmetleri, hac-umre programları, basın-yayın, televizyon-radyo, vakıf, öğrenci merkezli ve akademik çalışmalar, yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetler gibi) gitgide artması seküler çevreleri endişelendirirken mütedeyyin kesimin kuruma yönelik tenkitlerini azaltmakta veya yumuşatmaktadır. Dindar çevrelerden, eskiden eleştirilen konularda bir düzelme görüldüğünden dolayı daha çok hutbelerin dili, üslubu veya uzunluğu gibi konularda eleştiriler geldiğini görüyoruz.
Muhalif kesimde ise hutbelerin iktidarın siyasi tezlerini cemaate benimsetme, siyasallaşma, ülkede yaşanan ekonomik-ahlaki kriz, sosyal adaletsizlik, fahiş fiyatlar gibi konulara değinilmediğine yönelik tenkitler mevcut. Son haftalarda hutbelerde kul ve kamu hukuku/ihlali konulu, birçok kesim tarafından beğenilen bir hutbe irat edildiğini de hatırlatalım.[8]
Hutbelere gelen eleştireler üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı önemli bir adım atarak 3 Şubat 2025’te bir çalıştay düzenlemişti. Ercan Yıldırım Umran dergisinde de yayımlanan “Hutbe, Vaaz, İrşad Dili Üzerine Teklif-Tenkit-İnşa”[9]başlıklı yazısında bu meselelere değiniyor. Hutbe, vaaz ve din hizmetlerinin yap-yapma, dikte etme-zorlama sarmalından çıkarak günümüzde yaşam koçluğu gibi dinî koçluk yapması gerektiğini vurguluyor. Kötülükleri, haramları dile getirirken bunlarla nasıl mücadele edileceğinden, çözüm yollarından da söz edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Toplumda insanların vicdanını rahatsız eden kul hakkı, sosyal adalet, rüşvet, tekel, karaborsacılık, sokak eğlenceleri, trafik ihlalleri, komşuluk ahlakı, estetik-güzellik algısı, israf ve konfora kapılmanın yıkıcılığı, mahremiyet, sosyal medya kullanımı gibi konulara daha çok yer verilmesi gerektiğinin altını çiziyor. İslâm’ın bütüncüllüğünün öne çıkarılmasının, sadece ahlak ve ibadetten ibaret olmadığının, bir yaşam tarzı olduğunun belirtilmesi de önemli. Hutbelerin dilinde kelime çeşitliliği ve zenginliğinin artırılması, yaşayan dilden gelen mefhumların bu metinlere aktarılması da vurgulanan hususlardan.
Yıldırım’ın hatırlattığı konular ara ara hutbelerde yer buluyor. Vaaz ve sohbetlerde problemlere işaret edilirken çözüm yolları da anlatılıyor. Diyanet’in birçok ilimizde bulunan ihtisas merkezleri üzerinden din hizmetlerini iyileştirme çabaları da mevcut. Hutbe ve vaaz dili, üslubu ve içeriğinin nitelikli hâle gelmesi kadar sosyal hayata da yansıması önemli. Dışarıdaki hayata yansımayan, ahlaki ilke hâline gelemeyen, kanunlarla desteklenmeyen irşat faaliyetleri ne yazık ki sonuçsuz kalıyor. Aile yılı ilan edilen 2025 yılı içinde hâlen televizyon ekranlarında gündüz kuşağı programlarında en mahrem olaylar aleni hâle gelirken kötülükler yayılmaya; asgari ücret, memur-işçi emekli maaşlarındaki hak ihlalleri tartışılmaya, sokaklarda kadın bedeni üzerinden teşhircilik artmaya devam etmektedir. Yıldırım hutbeler odaklı bir diğer yazısında ise devletin laik olabileceğini ama İslâm’ın laik olmadığı gibi bireyin-kamunun tüm hayatına müdahil olduğunu hatırlattı ve şöyle devam etti: “Diyanet’in bu hakikati dile getirmesi laiklik ilkesine de muhalefet etmez. Laik-sekülerlerin İslâmî olan kadar bunun ifadesinden de rahatsızlık duyması, hakikatin bir kere açığa çıktıktan sonra benimsenip yayılması ‘tehlikesi’nden ileri gelir.”[10]
İttihatçılık, İslâmcılık ve Enver Paşa
İttihat Terakki, Enver Paşa ve İslâmcılık kavramları etrafında şekillenen tartışmalar bir süredir farklı yazarların yayımladığı kitaplar ve makaleler eşliğinde devam ediyor. 2000’li yıllar öncesinde muhafazakârların Cumhuriyet ideolojisine bir tepki, Osmanlı özleminin yansıması olarak karşı durulan İttihat Terakki Cemiyeti son yıllarda daha az eleştiriye konu oluyor. Enver Paşa ve Said Halim Paşa gibi mütedeyyin simaların da aralarında olduğu İttihat Terakki Cemiyeti’nin artık daha farklı açılardan ele alınmaya başlanması akademik çalışmaların ötesine geçen boyutlara uzandı.
Ercan Yıldırım’ın “Enverci İttihatçılık” dediği ve bir kısım genç entelektüeller arasında 1990’lardan itibaren savunulan bu politikalar, her dönem işe yarayan “vatanı koruma, milletin bekasını sağlama, tehditleri bertaraf etme” misyonuyla destekleniyor. Gezi-Hendek-15 Temmuz badirelerinden sonra İttihatçı İslâmcılık ile İslâmcı İttihatçılığın birlikte yeni Türkiye’yi inşa ettiğini belirten Yıldırım, İttihatçı İslâmcılık ve İslâmcı İttihatçılık arasında ilk başta görülmese de belirgin farklar olduğunu söylüyor: “İttihatçı İslâmcıların İslâm’ın bütüncüllüğüne sadakatleri İslâmcı İttihatçılar kadar yüksek değildir. İttihatçı İslâmcılar Kemalizm’e eleştirel yaklaşsalar bile devletin devamlılığı için inkılapları bir zorunluluk görerek tolere ederler, kurucu Kemalist kadroyu ‘her şeye rağmen’ sahiplenirler. Fakat 2013 ile beraber iki tarafın yakınlaşmaya başlamasında İttihatçı İslâmcılık’ın CHP özelinde Kemalizm’i de ‘tehdit’ görmeye başlamasının payı büyük.” Bu farkların konjonktür gereği paranteze alındığı görülmekte.
Bu yakınlaşmada Suriyelilerin gelişi, Avrupa’da güçlenen aşırı sağın İslâm-yabancı-göçmen karşıtlığı, İslâmsız Türklüğün belli çevrelerde rağbet görmesinin etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Yeni dönemde D-8’in genişlemesi, İslâm ülkeleriyle iş birlikleri, Türk Devletler Teşkilatı’nın kurulması, Türkiye’nin muhtelif ülkelerde üsler kurması imparatorluk misyonunun bir yansıması olarak ifade ediliyor. Bu misyon bölge için hayra vesile mi olacak yoksa dünya sistemi ile denge oyunu oynamaya devam mı edeceğiz, ilerleyen yıllarda bunu göreceğiz.
Yıldırım, yeni dönemde Kemalizm, İslâmcılık, ulusalcılık, imparatorluk, İslâm ve laik-kapitalist dünya rövanşının ve hesaplaşmasının yeniden başlayabileceğini belirtiyor. Ne zaman mı? “İslâmcı İttihatçılık makul-meşru-maruf-müstakil-müşterek ilkeleri, temel kaynaklarımız, İslâm-Türk-Ehl-i Sünnet-gaza-İslâmî Düzen temelli Nomos, liyakatli-ehliyetli-ahlaklı insan kaynağı üzerinden Mümkün Kâmil Devlet’i kurma iradesi gösterdiğinde!”
Yarınki Türkiye’yi Tasarlamak
Osmanlı’nın son döneminden bugüne değin kabaca bir değerlendirme yapacak olursak millet ve devlet olarak bir arayış ve kendini bulma süreci yaşadığımızı söyleyebiliriz. Geçmişle hesaplaşma, mağlubiyetlerden ders çıkarma, modern dünyada kendi değerlerimiz, ilkelerimiz ve kişiliğimizle var olma sancısı çekiyoruz. Ercan Yıldırım “Arayış Çağının Çocukları”[11] başlıklı yazısında “Nasıl bir Türkiye istiyorum?” sorusunu kendine sormamış kişilerin peşinden giden milletin iflah olmayacağının altını çiziyor. Böyle milletlerin siyasi krizlere, gelir dalgalanmalarına bağlı seyyar hayalcilerin peşinden sürüklenmeye müstahak olduklarını ifade ediyor. Dostoyevski’nin “Ben bu çağın çocuğuyum; inançsızlığın ve şüpheciliğin çocuğu.” cümlesinden hareketle Rus yazarın, milletine kendi dinamikleri ve hedefleri doğrultusunda yaşayacakları bir hayatın kavgasını vermeyi teklif ettiğini hatırlatıyor.
Bizim ise (milletimizin kahir ekseriyeti) inanç krizi geçirmediğimizi, hakikatten şüphe etmediğimizi ne komünizmi ne de Kemalist hedefleri ontolojik olarak benimsediğimizi belirtiyor. İki yüz yıldır dâhil olacağımız kampı, takip edeceğimiz siyaseti, mülkü cennete çevirecek ekonomi-politiği aradığımızı, arayış çağının çocukları olduğumuzu vurguluyor.
Geçmişteki arayışlarımızı; ABD’ye rağmen haşhaş ektiğimizi, Kıbrıs’ın bir kısmını onlarca tehdide rağmen özgürleştirdiğimizi, 1970’lerdeki Milliyetçi Cephe hükûmetlerinin İslâm ülkeleriyle yakınlık kurma denemelerini, Erbakan Hoca’nın D-8’ini ve sonra başımıza gelenleri hatırlatıyor. Geleceği kurmanın yolu tasarlamaktan geçiyor: “Bir dünya tasarısı geliştiren, bunu irade edip eyleyenler özgürdür. Arayışı bitirmedikçe, tercihli varolanlar arasında seçme zulmünü yenmedikçe özgürlüğümüze kavuşamayız.”
Ercan Yıldırım, internet sitesinde Türkiye’deki düşünce hareketleri, İslâmcılık ve kültür politikaları etrafında yaptığı araştırmalarını siyasi olaylar ve dünya sistemi merkezli analiz ve yorumlarıyla devam ettiriyor. Aktüel olanın içinden yol alan yazılarının özü itibariyle politik bilince katkı yapan değerlendirmelerden oluştuğu söylenebilir. Ülkemiz dünya ekonomi-politiğin merkezindeki bir coğrafyada yer aldığından siyasi gelişmelere kayıtsız kalmamız mümkün görünmemektedir. Türkiye’de ve dünyada yaşanan değişim/dönüşümleri bilinçle okumak, doğru hareket etmek, varoluşumuzu bugüne taşımak bulunduğumuz yeri sağlamlaştıracaktır. Yıldırım’ın metinleri meselelere çok yönlü bakmamıza imkân sağlaması, yeni tartışma başlıkları açması ve İslâm merkezli bir kolektif iradeye omuz vermesi açısından kıymetli bir çaba olarak görülmelidir.
—————————
[1] Ercan Yıldırım, Mümkün Kâmil Devlet Çağdaş Bir Siyasetnamede İdeal Siyasal Alan, Pınar Yayınları, İstanbul, 2024.
[2] Ercan Yıldırım, Hilafet ve İmparatorluk Ekseninde Türkiye Merkezli Düşünmek, Pınar Yayınları, İstanbul, 2025.
[3] Ercan Yıldırım, “İslâmsız Vatanperverlik, İdealize Edilen Müslümanlık”, Star Açık Görüş, 18 Temmuz 2025.
[4] Ercan Yıldırım, “Köşeli Türk”, 16 Eylül 2024, https://ercanyldrm.com/koseli-turk/
[5] Ercan Yıldırım, “Suriye Meselesine Nasıl Bakmalı?”, 19 Aralık 2024, https://ercanyldrm.com/suriye-meselesine-nasil-bakmali/
[6] Ercan Yıldırım, “Suriye’de Yapılması Gerekenler”, Star Açık Görüş, 23 Eylül 2025.
[7] Bu konuda bk. Emine Gürsoy Naskali, der. Hutbe Kitabı, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2017.
[8] 27 Haziran 2025 tarihindeki “Kamu Hakkı Dokunulmazdır” başlıklı hutbe epey ilgi görmüştü. Esasen bunun öncesi de bulunmaktadır. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı 27 Mart 2015’te “Kamu Hakkı” başlıklı bir hutbe okutmuştu. Burada kamu malının emanet olduğu dolayısıyla emanete ihanetin kişiyi hem bu dünyada hem ahirette ağır bir vebal altına sokacağı ifade edilmişti. Hutbelerin aktüel konulara yaklaşımı için bk. Emine Gürsoy Naskali, “Cuma Hutbeleri ve Toplumun Talepleri”, Emine Gürsoy Naskali, der. Hutbe Kitabı, s. 343-356.
[9] Ercan Yıldırım, “Hutbe, Vaaz, İrşad Dili Üzerine Teklif-Tenkit-İnşa”, 26 Şubat 2025, https://ercanyldrm.com/hutbe-vaaz-irsad-dili-uzerine-teklif-tenkit-insa/
[10]Ercan Yıldırım, “Diyanet’in, Devletin, Müslümanların Misyonu-Meşruiyeti-Vazifesi ve Hutbeler”, Star Açık Görüş, 12 Ağustos 2025.
[11] Ercan Yıldırım, “Arayış Çağının Çocukları”, 26 Haziran 2025, https://ercanyldrm.com/arayis-caginin-cocuklari/
Umran | Ekim 2025 | Sayı: 374